Türk Bitig: Kırgız Türkçesi Sözlüğü - TZ



Kırgız Türkçesi Sözlüğü

  1. taa I, aşığın alçı'ya (bk.) karşıt olan yanı. II = tay I
  2. taaeeñ bk. tay I
  3. taacı = tacı.
  4. taacım a., hürmet tazim; taacım kıl-: hürmet etmek, tazim eylemek.
  5. taala a., yüce (Allahın sıfatıdır).
  6. taalay a., talih, kısmet; taalayıma cazılğan: benim kısmetimmiş.
  7. taalayluu mesut;; taalayluu baldarıbız: mes'ut çocuklarımız (daha ör. bk. tabarik).
  8. taalaysız talihsiz, uğursuz, beceriksiz.
  9. taalaysızdık talihsizlik, uğursuzluk, aksilik.
  10. taalim a., taalim al-: talim görmek
  11. taamay düz, doğru, açık, vazıh; taamay col: doğru ve düz yol; taamay ayt-: dosdoğru, dürüst söylemek; taamay tiydi: tam hedefe değdi; taamay çeçilgen masele: vazıh surette halledilmiş mesele; taay.taamay: doğruca; taamay kırk cıl boldu ele folk. tam kırk yıl geçti.
  12. taamp ger. tam-III’ten.
  13. taan I, yahut çökö taan: alaca karga Lâtince adı colaeus olan bir çeşit kargadır, m.); ak tumşuk taan: alp dağlan alaca kargası; ak mo-yun taan: bayağı alaca karga; kızıl tumşuk taan: Lâtince adı pyrroco-rax olan karga; sarı tumşuk çökö taan: ingiliz alaca kargası. II: al maa taan: o bana aitir; adam taam takır çok, malğa katır can eken folk.: insan kılığı yok, hayvana benziyor.
  14. taana yahut uu taana bir zehirli otun ismidir.
  15. taandık aidiyet, mülkiyet; bul maa taandık at: bu, bana ait attır; ta- andrk kurandısı: gram. mülkiyet affiksi; taandık ayruuçu gram. mülkiyet attribut'si.
  16. taam- tanımak; itiraf etmek.
  17. taanıgıs tanımıyacak; tanımaz; taanığıs bolaıp özgörgön: tanınmıyamıyacak derecede değişmiş.
  18. taanığsız = taanığıs.
  19. taanıl tanılmak, itiraf edilmek.
  20. taanıldır- et. taanıl-'dan.
  21. taamınal alâmetli işaretli, bildik, ta- nıdık; taanımal üygö keldi: tamdık eve geldi.
  22. taanış I, tanıdık.
  23. taanış- II, birisiyle tanışmak, birşey hakkında malûmat almak.
  24. taanıştık tanışiklık
  25. taanıştır aşinalandırmak. tanıştırmak.
  26. taanıştırı I-, pas. taanıştır-'dan.
  27. taanışuu tanışma, aşina olma, muarefe.
  28. taanıt- tanıtmak; bul kişilerge seni taanıtkan men elem: bu adamlara seni ben tanıtmıştım; babañdı ta. anıtamî: ben sana babanı tanıtırım.; eyerdin kaşın taanıttı bk. kaş 1,2.
  29. taamtuu işs. taanıt-'dan.
  30. taanuu tanıma, itiraf, ilân (ikrar).
  31. taanuuluu tanıdık, tanınmış, bildik.
  32. taap ger. tap. VIIden.
  33. taar l. dağarcık, torba; 2. kajba yünlü kumaş.
  34. taarat — daarat.
  35. taarı- biçmek, testere ile biçmek (amudı veya boyuna olarak): ok cürögün taarıp öttü: kurşun kalbi delip geçti.
  36. taarıl- pas. taarı.'dan.
  37. taarın- darılmak; çok sözgö taarınat ehemmiyetsiz sözden darılıyor.
  38. taarınçak alıngan, çabuk darılan; kañanda taarınçak bolot ats. kocayan adam çabuk darılıyor.
  39. taarınçılık darılma, alınganlık.
  40. taarındı talaş.
  41. taarınıç = taarmçılık.
  42. taarınt- et. taarm-'dan.
  43. taarıntuu işs. taarıntjtan.
  44. taasır = taasir.
  45. taasırdüü = taasirdüü
  46. taasir a. 1. intiba; 2. tesir, etki; taasir çöyrösü: nüfuz bölgesi.
  47. taasirdüü l intiba veren; 2. tesirli, etkili.
  48. taasirlen- 1. intiba almak. 2. müteessir olmak, bir şeyim tesirini duymak.
  49. taasirlent ., et. taasiren-'den.
  50. taat a. itiaat boyun iğme (Allaha itaat); taat-iybadat: (Allaha) itaat, ibadet.
  51. taazım = taacım.
  52. taba I, başkasının felâketine sevinme; duşmaña taba, dosko külkü bolbo!: ats. düşmanı sevindirme, dostlar güldürme!; tabası kandı: birisinin belâ ve musibtini görerek svindi. II, tava, küçük tava.
  53. tabaağan 1. hazır cevap olan, çare bulan; 2. tedarik etmesini bilen (çok tedarik eden).
  54. tabak I, tahta çanak; ak tabak: mineli, emayye çanak; tabak tart-: sofraya yemek vermek, sunmak; tabağın özünö tartaibız yahut öz tabağın özünö tarttırabız: mec. ay. nı şeyle mukabele deceğiz; ala tabak bk. ala 2. II, yaprak (kâğıt); tabaka; basma tabak: tab. matbu kâğıt tabakası, forma.
  55. tabakta- : tabaktap: tabak-tasbak (almak, dökmek; dağıtmak, sunmak); tabaktap tart-: tabaklarla vermek, sunmak; kazanasın eline bölüp bergen tabaktap folk.: haznesini halka cömertlikle (harfiyen.: tabaklarla) dağıttı.
  56. tabaktaş kazan ortağı.
  57. tabala- başkasının felâketine sevinmek.
  58. tabaloo başkasının felâketine sevinme.
  59. taban = aça 2.
  60. tabar kon. 1. zr tovar; 2. bir nevi kumaş.
  61. tabarak = tabarik.
  62. tabarduu kon. = tovarduu.
  63. tabarduuluk kon. — tovarduuluk.
  64. tabarış r. kon. arkadaş, «yoldaş».
  65. tabarik a. mukaddes, mübarek, u-ğurlu; taalayluu taksir kedeykan, tabarik sizdin kebiñiz folk.: mesut kedeykan, söylediniz sözünüz mükemmeldir.
  66. tabarsık sidik kovuğu.
  67. tabel cetvel.
  68. tabii- bulunmak; tabılğan akıl: gayet makul,
  69. tabılğa 1. herhangi bir ele geçirilen şey (hediye kazanç, ganimet ve başkaları) 2. dostları yahut akrabaları ziyaret sırasında alman armağan; 3. bukunan şey. bulungu.
  70. tabılği . Lâtince adı spiraea olan bir
  71. ağaç .
  72. tabıluu işs. tabıl-'dan.
  73. tabın ., tapmak; tapınmak.
  74. tabınuu tapma, tapınma.
  75. tabip a. tabip,. mutatabbip.
  76. tabış I = dabış; tabış-tubuş bk. tubuş ; bir taibiştân: bir ağızdan. II, 1. buluş; tabış atooç grajn.
  77. akkuzatif ; 2. kazanç.
  78. tabış-III . 1. hep beraber bulmak; 2.hep birlikte kazanmak; 3. anlaşmak, barışmak
  79. tabışker k-f. iyi kazanan (tedarik etmesini, kazanmasını bilen)
  80. tabışmak bilmece.
  81. tabışmaktuu bilmecelik, muamma; tabışmaktuu sır: bir muamma olan sır.
  82. tabışta- seslenmek, batırmak.
  83. tabıştan- ., ses çıkarmak; tabıştağan çel: uluyan rüzgâr.
  84. tabıştır- 1. buluşturmak; 2. barıştırmak.
  85. tabışuu 1. buluşma; 2. barışma.
  86. tabıt l, a. ölü taşımak için sedye; 2. tabut. II, antreneman, temrin, talim; tabıtı katuu: talime gelmiyen, talim ve terbiyesi güç olan; tabıtına keltir-: talim ve terbiyesini yerine getirmek; atımdı, kaışumdu tabıtına keltir tim: atımın ve alıcı kuşumun antrenemanı tamdır.
  87. tabıyğat a. tabiat; tabıygat tanuu: tabiatı tetkik.
  88. tabıyğı a. tabiî; tabiyğı baylıktar: tabiî servetler.
  89. tabiyğat = tabıygat.
  90. tabitsa r. “tablitsa": cedvel.
  91. tabuu 1. bulma, meydana çıkarma; oylop tabuu: ihtira, icat; 2. kazanç, oylop tabuu: ihtira, icat; 3. kazanç, çalışmak suretiyle edjoıen nesne.
  92. tabuucu 1. bulucu;; oylop tabuuçu: ihtira eden, icat eden; 2. çalışıp kazanan
  93. taca- (karş. cada-) nefret hissetmek; ay tıp oturup, tacadım: söylemekten bıktım.
  94. tacaal . a. 1. deccâl; tacaal çığar mezgidi: 1) tacaal'ın çıktığı zaman; 2) mec. halkın başına gelen "felâket ve musibet günleri; 3. korkunç şey, gaddar..
  95. tacaaldık gaddarlık.
  96. tacat- et. taca-'dan.
  97. tacı f. 1. taç, çelenk; 2. ibik
  98. tacıdar . f. taç giymiş; başına iklil komjuş olan.
  99. tacırıyba a-.-tatbikat, tecrübe.
  100. tacırıybala ., tecrübe etmek, tatbikatını yapmak
  101. tacrıybaluu tecrübeli.
  102. tacırıypa = tacırıyba.
  103. taciriyba = tacırıyba
  104. tacoor (Rad), rakı saklamak için kullanılan deri tulum.
  105. tağa . dayı.
  106. tağdır a. takdir, kader, kısmt alın yazısı; teskerl tağdır; ters takdir; tağdırı bir uuç boldu: içinden çıkılmaz bir duruma düştü, helak yakasına geldi.
  107. tağın ., takınmak; bermet menen şurunu ayabay boyğo tağınıp: folk. birçok boncuklar ve gerdanlıklar takınarak; kılıçıñardı tağmıp, atıñarğa mingile: folk. kılıçlarınızı takınarak atlara bininiz!; orden tağın.: nişan takınmak.
  108. tağınış- muş. tağın-'dan; tağınıştı kılıçtı folk.: kılçları kusandılar.
  109. tağınt et. tağm-'dan.
  110. tağınuu işs. tağın-'dan.
  111. tak ı, f. 1. dürüst, derli toplu, muayyen; tak künü bugün: tam bugün; tak tüştö keldim: tam öğle zamanında geldim; Talastıñ tak boyunda: tam talaş kıyısında tili tak; dürüst ve açık ifade etmesini bilen; tak ayt: dosdoğru, açıkça söylemek; tak esep yahut talana tak esep: tam hesap; alasa beresege tak: alacak-verecek hususunda dikkatlidir; tapa tak = tapatak; tak bölüüçü mat.: tam, eksiksiz bölücü (kasım) 2. tek (çift olmıyan), biricik; cuppu tak? tek mi, çift mi? (oyun); tak öt-: hayatı yalnız (evlenmeksizin) geçirmek; tak san mat.: tek sayı. II, f. taht; altın tak: altın taht; tağınan tayğıldı, bk. tayğıl-. IIIf. yara izi, benek, leke; ak tak: onulan yaranın yerinde beyaz leke; cürökkö (yahut köñülgö) tak sal.: incitmek, müteessir eylemek; köngülünö tak salba folk: onu incitme, gönlünü kırma. IV: ak etkende tak etet: büyük sabırsızlıkla bekliyor; tak kat: dona kalmak, büsbütün dinmek; tak kattım, tak kattım: guguk kuşunun sesini taklittir, ki güya yazın bu kuş otların kuruyacağından haber veriyormuş; tak kötör- 1) (bir ağırlğı) yakarıya kolay ve çabuk kaldırmak; 2) mec. ifratla ve müba- lâğa ile övmek; tak sekir-: birden bire sıçramak; tak katır-: hiç bir şey vermemek, boş elle çevirmek; tak tuk: takırtı; tak teke. bk. teke 1. V, 1. takmak, asmak; orden tak .: nişan takmak; ükü tak-: (kalpağa) baykuş yahut puhu tüyünden süs takmak; topçu tak-: düğme takmak; 2. calğan material tak-: birisine yalan, kirletici mevad isnat etmek. VI, f. tüp (bk.)’ten bir parça yukarı eleçek (bk.) üzerine sarılmış olan bez parçası. ! VII. at üzerine bağırış = koş IV. ancak bu bir tek at için kullanılır; tak- tak: at ayak patırtısını taklit, tir.
  112. taka l 1. nal (at ve ona benzer hay. vanların tırnaklarına vurulan demir); taka kak-: nal takmak, nal vurmak; 2. ökçe II, top (başayı denilen kumaş topu. bk. başayı) III: taka. tak-tak: ölçülü takırtıyı (mes. vagon tekerlekleri takırtısı) taklittir.
  113. taka- IV, sımsıkı yaklaştırmak, ya. naştırmak; tamğa taka-: duvara yanaştırmak.
  114. takaat = takat.
  115. takal sımsıkı yanaşmak, dayanmak.
  116. takala- nal vurmak, nallamak; attı takalasa eşek butun kötöröt ats. at nallanırken eşek bacağını kal rır; eşek takala- yahut çoçko taka-la-: boşta gezmek, işsiz dolaşmak; tiliñîdi takalaba: saçmalama, boşuna övünme; meni takalap ketti: beni kafese koyup gitti, dolandırdı.
  117. takalat- et. takalardan; men baldaığa takalatıp iydim: çocuklar beni kafese koydular, çocukların tuzağına düştüm.
  118. takalatuu işs. takalardan.
  119. takaloo nallama, nal vurma.
  120. takaluu I, 1. naili; 2. mec. at; takaluudan tay kalbay keldi, tayluudan tay ak kalbay keldi: nallıdan tay geri kamadı, taylıdan da değnek geri kalmadı" (büyük küçük, derecesine, mevkiine bakmaksızın herkes geldi). işs. takal'dan
  121. takana : kam takanasız yahut kam takanası çok: gamsız, kaygısız ke- dersiz.
  122. takanasız bk. takana.
  123. takanç = takançik.
  124. takançık kendisine dayanılabilen nesne: dayanak.
  125. takancıkta .. dayamak; takançıktap bas-: bir ayakla yere adamakıllı basarak, ötekisinin ucunu hafifçe yere dokundurarak, sekerek yürümek (topallamak); butun takançıktap basa albadı: acıyan ayağına hafifçe dayandı ve yürüyemedi.
  126. takat a. sabır, tahammül, takat ber -; baskıya karşı komak, dayanmak, mukavemet etmek.
  127. takay- sımsıkı, çok yakın, israrla takay işte-r özenle (sebatlılıkla) çalışmak; işençilikti foolşevikterçe takay iştöö menen aktoonu özünün milde ti dep esepteyt: özenle çalışmak suretiyle itimadı hakketmeyi kendisinin bir borcu sayıyor; planların takay turup turmuşka aşınp kelişken: kendi plânlarını onlar ısrarla tatbik ettiler; takay otur-: sıkışarak oturmak; munu takay oturğan kişi kılat: bunu yalnız üzerinde özenle duran adam yapabilir.
  128. takay IIyahut eşektin takayı, sıpa.
  129. takdır = tağdır.
  130. takı- bıktırmak, takılmak, sırnaşmak; takıp ele surap kaldı: sualler ve soruşturmalarla canımı çıkardu
  131. takıbaa a. dn. perhizkârlık, takva muttaki.
  132. Takıbaala- Allahdan korku ve takva göstererek, .günahtan sakınarak bir iş yapmak.
  133. takıbaalık dn. takva, günahtan sakinlik, zühüt.
  134. talakta- I. acele ettirmek; 2. zorlamak ısrar etmek.
  135. takıl- sıkışık vaziyette, son derecede müşkülât içinde bulunmak; çöptön takıl-: kuruot ihtiyacı içinde bulun- mak.
  136. takılda- takırtı yapmak; takıldap ele süylöyt: beyhude yere çene çalıyor.
  137. takıldat- I. takırtı çıkartmak; 2. ağız: şapırdatmak;- takıldatı sor-: ağız şapırdatarak emmek; takıldatıp çatta-, bk. çatta 3.
  138. takım dizin iç yanı; takımğa bas— üzengi kayışı altına koyarak kıstırmak, (atlı hakkında); kuu takım: kurnaz,, sokulgan..
  139. takımda- 1. yakından takip etmek, geri kalmadan kovalamak; 2. peşi. ni bırakmamak, takılmak, kusur aramak.
  140. takımdaş- muş. takımda’dan.
  141. takır 1. çıplak, bitkisiz, otsuz; takır baş: matruş kafa, saçsız baş; 2. çıplak arazi, ot bitmiyen balçıklı toprak; 3. katiyen, büsbütün (menfi cümlede); takır kaltırbay cedi: hiç bir şey bırakmadan yedi; takır çok :katiyen yok; hiçbir şey yok; bizdiñ ölkabüzdö cumuşsuzduk takır çok: bizim memleketimizde işsizik katiyen yoktur.
  142. takıray- bitksiz kalmak, çıplak olmak.
  143. takırayt- bitkiden mahrum etmek, çıplak bir hale komak; baş takırayt-: matruş kafayı teşhir etmek.
  144. takırçak çıplak; tap takırçak: çır il çıplak, ter temiz olarak.
  145. takıya a. takke; kep takıya: kadınların eleçek (bk.) altından giydikleri beyaz takke; takıya saydı: kırgiz gençliğinin düğün oyunlarından biridir ( bu oyun sırasında gelinin takkesi değnekle düşürülürdü).
  146. takıyaluu 1. takkeli; takke giymiş; 2. mec. olgun kız.
  147. takkıç takıntı, takılan nesne; töbögö takkıç yahut eleçek takkıç: pamuktan yapılan, kumaşa sarılan ve eleçek’e (bk.) konulan küçük kürecik.
  148. takma takılmış, iğreti; takma çaç: takma saç, iğreti saç örgüsü.
  149. takmaktak = takma-tak bk. tak I, l.
  150. takmaza komuz için (bk.) bir melodinin adıdır.
  151. takmazala- istihza karışık paylamak, azaralmak (çok iyi, âlâ, bunun nasıl ya unuttururum 'ben sana; bakalım bu nasıl oluyormuş ve s. gibi).
  152. takool 1. kuvvet, gayret, enerji; 2- takviye, istinat, destek; değenime köngün dep, takool bölüp bergin, dep folk: benim sözlerime uy diyerek, bana destek ol,.diyerek.
  153. taksir a. es. efendi (kendisiyle konu. sulan kimseye tevcih edilen hürmet sözüdür).
  154. taksız I, lekesiz, lekelenmemiş olan. II, muayyen ve kat'î olmıyan.
  155. taksızdık muayyen ve dürüst olmamaklık.
  156. takşal 1. aynı eda (nota) üzeride kalmak (ses hakkında); 2. alışmak; itiyat edinmek, meleke kesbetmek: 3. sağlamlaşmak.
  157. takşalış ., muş. takşal-'dan.
  158. takşi dem çekmek (öten kuş hakkında).
  159. taksit- et. takşı-'dan.
  160. takta I = tak I.
  161. taktaII f. 1. tahta, kereste; kara takta: kara tahta; kızıl takta: kırmızı tahta; buuday takta boldu: buğday denk olarak yükseldi (başak çıkarmak üzere iken); 2. iki parçadan dikilmiş ve gocuk yapmak için hazırlanmış olan deri.
  162. takta- III, muayyeniyet vermek, ince ve noktası noktasına hesap yapmak; alasabereseñdi taktap cürgün;: alacak verecek hesaplarında temiz ol.
  163. taktala- bir şeyi bir şey üzerine sıra ile koymak.
  164. taktaş- hesaplaşmak.
  165. taktaşuu hesaplaşma; muayyeniyet verme.
  166. taktay = takta II.
  167. taklayla- tahta ile örtmek yahut süslemek; üstü astın taktaylap salğan uy: tavanı ve dabanı tahtalardan olan ev.
  168. taktaylan- tahta ile örtülmek yahut süslemek.
  169. taktaylat et. taktayla-'dan.
  170. taktı = tak II; azimkandıñ taktısı folk.: azimhanın tahtı.
  171. taktık muayyeniyet, muşahhasiyet; cüzdön bîr taktığı menen mat.: yüzde bir nisbetinde dürüstlük ile; cüzdön bir taktıktan kemi menen mat.: yüzde bir nisbetinden eksik dürüstlük ile; sözdön bir taktıktan artığı menen mat. yüzde bir nisbetinden daha fazla dürüstlük ile.
  172. taktır- et. tak-V'ten.
  173. taktika r tabiye.
  174. taktikaluu taktlı. ölçülü.
  175. takuur işs. takı-'dan.
  176. tal I, 1. badem söğüdü, söğüt, kürek söğüdü; kırcın tal. 'bilek tal, ecki t al: söğüdün nevileridir; sen anı tal karmaba: sen onu kendisine imtisal edilecek bir örnek sayma!; mac-rum tal: salkım söğüt; 2. çubuk, ince çubuk; 3. tane (uzunca şekilde olan şeyler hakkında); bir tal şi-reñke: bir tanekibrit. II: tapa tal = tapatal. III, yahut talı-, 1. donakalmak, yumuşak (uzuv hakında), bayılmak; kolıum talıdı: elim uyuştu;; közü talıytı: gözü yoruluyor; ölö-tala yahut ölgön.talğanda yahutöldüm- taldım değende bk. öl- II; 2. sar'adan muzdarip olmak.
  177. tala- soymak, yağma etmek.
  178. talaa 1. step. kır, sahra; ay talaa: çöl: kuu talaa: kuru sahra, çöl; pakta talaası: pamuk tarlası; talaağa ket- mec.: boşun, faydasız yere kaybol- mak; bizde emgek talaaağa ket. pey t: bizde emek boşuna kaybolup gitmez; kur talaanı süylöyt: boş ve faydasız sözler söylüyor; közünün caşı on talaa bölüp ıylap turat: iki gözü iki çeşme; talaada kalsañda: ne pahasına olursa-olsun; talaada kalsañ da; taap ber: nerede bulursan- bul; 2. vadi; alay talaası: alay vadisi; 3. tebeteydiñ talaası: kalpak dikmeye yarayan kumaş parçaları.
  179. talaala- : kan talaalap ağıp turğan: kan çeşme gibi aktı.
  180. talaalan- . havaya savrulmak, boşuna mahvolmk.
  181. talaalık . sahravî. sahralık.
  182. talan yağma, talan; talaaña tüşkön mal: yağma ile elde edilen hayvanlar, yağma mal; taaan-çaçın yahut talaan- bülün: nehbü garet; talaan sal-: yağma ettirmek.
  183. talak a. 1. boşama (nikâhı kaldırma bozma);kızı talak: mırdar, pis; 2. reddetme; ;kızı talak kuu maldı, talak kılıp taştaybı: folk. kahrolası servetten vazgeçer mi. hiç.; talak kılıp butumdu, taştap kıtay curtümdü folk. putlarımdan vazgeçerek, Çin yurdumu terkederek.
  184. talakay = talakey.
  185. talakey yağma, çapul; kan talakey: birçeşit aşık oyunudur.
  186. talam = talap; senin talamıñdı talaşam: senin menfaatlarını müdafaa ediyorum.
  187. talaman : talamandın tal tüşündö . = tapatal tüştö (bk. tapatal).
  188. talamay yağma (kan talakey oyunun safhalarından biridir, bk. ta-lagey).
  189. talan- yağma edilmek, soyulmak.
  190. talant- r. istidat, deha
  191. talantuu aşırı istidatlı.
  192. talanttuuluk aşırı istidat sahibi olmaklık.
  193. talanuu yağma edilme, soyulma.
  194. talap a. temayül, talep, iddia.
  195. talapker a.f. arzu eden, temayül e-den, iddiada bulunan, talip olan.
  196. talaptan- talebi olmak, tamayülü olmak, arzusu omak, iddida bulunmak.
  197. talaptaş aynı şeyi istiyenler, aynı maksada doğru yürüyenler.
  198. talaptuu arzulu, talepli, istekli.
  199. talaş l kavga niza; eç kimdiñ talaşı çok: kimse itiraz etmiyor; küz-talaş maalı ats. güz-mücadele (kışlık geçimini sağlamak için uğraşma) çağıdır; talaş- tartış kavga ve niza ., II münakaşa etmek, münazaa etmek, itiraz etmek, iddiada bu- lunmak; can talaş bk. can II; namısmğdı talaşam: senin şerefini, namusunu müdafaa ediyorum.
  200. talaşsız kavgasız, münazaasız, nizalı olmıyan; talaşsız nerse: nizalı olmıyan nesne.
  201. talaştır- et. talaş- h'den; çoku talaş-tıra berip kaldı: kafa tepesine bir iki defa indirdi (şiddetle vurdu); can talaştır bk. can II.
  202. talaşuu işs. talaş- ıfden; can talaşu-u: 1) ölümle mücadele, ihtizar, can çekişme; 2) mec. umutsuzca (nev- midane) gayret sarfetme.
  203. talat- yağma ettirmek; çöbön malğa talattı: otunu hayvanlara çiğnetti; talatıp kpydıu' eline altmış töö se- bimdi: folk. çeyizim olan altmış deveyi halka yağma ettirdi.
  204. talatuu ; işs. talat-'dan.
  205. talay = dalay.
  206. talda- 1. ayrı ayrı dallara ayırmak; 2. dikkatla seçmek, ayırtlamakr çeşitlemek; 3 tahlil etmek; taldap kara-: ayrı ayrı bakmak, inceden inceye tetkiki etmek.
  207. taldat- et. talda-'dan.
  208. taldırmaç : taldırmaç kızıl: sıhhat pembeliği (yanaklarda).
  209. taldoo 1. ayrı ayrı dallara, demetlere ayırma; 2. çeşiteme, tasnif; 3. tahlil etme.
  210. talğak 1. aş yerme (gebe kadınlarda); 2. hırçınlık, hoppalık; 3. mec. şiddetli arzu; şiddetle arzulayan.
  211. tali . = tal III
  212. talığuu 1. yorulma, uyuşukluk; 2. uyuklama, pinekleme.
  213. talık- yorulmak, takattan düşmek, bitkin bir hale gelmek; talıpkastan: yorulmaksızın.
  214. talıkşı- sölpümek, yorulmak.
  215. talıkşıt- et. talıkşı-'dan; uyku talik. şıtıp turat: uyku basıyor.
  216. talımsı- 1. donmak, hassasiyetini kaybetmek; talımsıp çat-: hareketsiz yatmak; 2. mec. kırıtmak (naz- lanmak); talımsığan: kırıtmasını seven.
  217. talıt- yormak; köz taht-: gözleri yormak; taman talıt.: tabanı yormak.
  218. talıtuu işs. talıt-'dan.
  219. talimsi- = talımsı-.
  220. takla- havanda dövemek, ufalamak, param-parça etlemek, tahrip etmek.
  221. taklan- ufalamak, dövülmek, param parça olmak.
  222. talkalanış işs. talkalan-'dan.
  223. taklalaş- müş. talkala-'dan.
  224. talkalat- et. talkala-'dan.
  225. talkaloo işs. talkala-'dan.
  226. talkan kavut; may talkan: yağlı kavut; taş talkanı çıktı: param parça oldu; taş- talkanın çığar yahut taşın talkan kıl-: kınp parça parça etmek; oozuna talkan kuyup mec.: ağzına kavut almış gibi (konuşmuyor).
  227. talkanda- 1. kavuta çevirerek; 2. kırıp parça parça etlemek.
  228. talkuu 1. deriyi ezip yumuşatmak için kullanıln tokmk; 2. mec. müzakere, mevzuu işleme, münakaşa; talkuua sal-: 1) deriyi tokmakla dövmek; 2) mec. müzakereye koymak; talkuu iretinde: müzakere usulü ile, münakaşa usulü ile.
  229. talkımla- 1. deriyi yumuşatmak; 2. müzakere etmek, bir konuyu gereği gibi işlemek, münakaşa etmek.
  230. talkuulan- pas. talkujuda-'dan.
  231. talkuuloo 1. deriyi yumuşatma: 2. müzakere, işleme.
  232. talma sar'a; talması karmağan: 1) sar'ay a tutulmuş, 2) mec. taşkınlık ağrıyor.
  233. talmalan- 1. saradan mudarip olmak; 2. mec.taşkınlık etmek, kudurmak.
  234. talmoorsu- bütkön boyum talmoorsup turat: bütün vücudum sızlıyor } ağrıyor.
  235. talon r. bono, talon.
  236. taloo yağma, talan.
  237. talooçuluk yağmagerlik.
  238. taloolon- kısmen kızarmak, pembe- leşmek; beti kızarıp taloolonup turat: yüzü yer yer kusardı; kün taloolonup kızarıp çıktı: güneş kırmızı şualar saçarak doğdu.
  239. taloon I, talan, yağma, çapul, saldı, rış;; taloon koy-: saldırmak; yağma etmek. II— talon.
  240. taloonçu yağmacı.
  241. talootuu kocaman bir efsanevî sert kanatlı böceğin adıdır.
  242. talp : talp etek: (kadın hakkında) hafif meşrep, bozuk.
  243. talpağay yayvan, basık; murdunun ucu talpağay: burnun ucu basıktır.
  244. talpak I. yün veya pamuk atarken sergi vazifesini gören, kurutulmuş tay derisi; talpağın taşka caydı mec.: onu soyup soğana çevirdi ve son nefesi kesilecek hale koydu; talpağı taşka cayıldı mec.: tarumar edilmiştir (pabucu dama atılmıştır); 2. biçimsiz.
  245. talpakta- 1. hacimsiz şekilde gezmek; 2. meç- kaygısız, halinden memnun olmak.
  246. talpañ biçimsiz, hantajl
  247. talpañda . = talpakta-.
  248. talpasa = dalbasa.
  249. talpüdat- et. talpılda-'dan.
  250. talpın- 1. çırpınmak, kurtulmıya ça- lışmak; kuş talpınat: (bağlanmış) kuş uçmak istiyerek çırpmıyor; talpmıp cañıdan basıp kele catkan bala: yeni yürümeye başlıyan çocuk; 2. ileriye atılmak; yeltenmek.
  251. talpınıl- pas. talpın.'dan; 'kanca talpınılğan menen da...: ne kadar çırpınılsa çırpınılsın...
  252. talpmş- muş. talpın-'dan.
  253. talpınt- et. talpın-'dan.
  254. talpınuu işs. talpın.'dan.
  255. taltak paytak, gerilerek ve bacakları açarak gezen.
  256. taltakta- 1. çarpık bacaklı kimsenin yürüyüşiyle yürümek; 2. mec. nazlanmak, kırıtarak şımarıklık göste- rerek istemek (rica etmek).
  257. taltaktaş- muş. taltakta-'dan.
  258. taltañ = taltak; erke-taltañ: fazla incelerek, rahata alışmış; erke taltañ sıdırım yahut erke taltañ çel: lâtif ruzgââr.
  259. taltañda- = taltakta-.
  260. taltay- ayaklarını açarak gerilip oturmak.
  261. taltayınkıra- hafifçe gerilmek.
  262. taluu donma, uyuşma (el, ayak hakkında.), baygınlık; taluu cer: hassas yer (öyle bir yerdir, ki oraya vurmak vücudun bir kısmının duygusuzlanmasını veya baygınlığı (mucip olur).
  263. tam I, (balçıktan, kerpiçten yapılan) duvar; tam uy: daimî (portatif olmıyan) mesken, ev (balçık sıvalı, kârgir ve s. gibi); cer-suu, tam taş: arazi ve meskân; teşik tam: (rad.) örekenin balçıktan yapılan yuvarlak başı. II: tam tam yahut tam tüm: (he. nüz yürümeye başlıyan çocuğun) korkak adımlan; tam tüm bas-: korka korka atılan adımlar (küçük çocuk hakkında).
  264. tam- III(girundifi taamp'tır) „ damlamak. IV, tutuşmak, yanmak; ot tama elek: ateş henüz tutuşmadı (odun daha ateş almadı).
  265. tamak 1. yiyecek; tamak iç-: ,gıda almak, yemek; bugün tamak içtiñ-bi?: bugün yemek yedin mi? ta-mak-aş önör çayları: erzak sanayi-i müesseseleri; 2. gırtlak;; tamak boo: hamut sırımı (bağı); ay tamak: beyaz gerdanlı (güzel kadının sıfatlarından biridir); kıl tamak: ince boyunlu; aram tamak: başkalarına yük olan, çalışmadan yiyen; tamak kır-: kesik kesik ok. sürmek; kaz tamak: geranium (bitki); çar tamak: guşa (hastalık).
  266. tamaksoo . obur, boğazına düşkün (bütün düşüncesi yiyeceğe yöneltilmiş olan kimse).
  267. tamaktan- birparça yemek; gıda almak, doymak, gereği gibi karın doyurmak.
  268. tamaktandır yedirmek içirmek
  269. tama a. l .herkes, hepsi; 2. tamam, son.
  270. tamamat a. tamamiyle, büsbütün, herkes, hepsi.
  271. taman 1. taban (ayağın ve ayakkabının); kara taman kon. es. baldırı çıplak; it taman: köpek pençesi (mimarî tezyinatın bir çeşididir); tamam cerge tiybet: 1) tabanı yere değmiyor (gayet hızlı koşuyor); 2) asın derecede seviniyor; çel taman: rahat oturmayan adam; taman tındır-: ayakları dinlendirmek; tamanıbızdı tındırbayt: bizi rahat bırakmıyor (daima şuraya buraya gönderiyor); tamaña ur- av.: alıcı kuşu avın peşine salıvermek; sarı taman = sartaman; 2. üzenginin dibi; altın taman üzöngü folk.: altın dipli üzengi
  272. tamanda- 1. tabanla koşmak, (mes bir ucuna basarak, öteki ucunu çekmek için taban altına koymak); bacakların arasını açarak, tabanlariyle dayanmak; 2. ötük tamanda-: çizmeye taban, pençe vurmak.
  273. taınandal- mut. tamanda.'dan.
  274. tamaşa a. l. zevk, eğlence, hoşlanarak bakılacak şey; tamaşaa bat.: tam olarak zevk almak; tamaşa kıl-: temaşa etmek; tañ tamaşa kaldır- taaccübü mucip olmak, hayrete düşürmek; 2. şaka; tama-şañdı koy-: şakanı bırak.; tamaşa kep: lâtife, ciddî olmıyan sohbet; tamaşası çok: şakası yak, ciddî
  275. tamaşçıl ., 1. eğlenceli temaşaları seven kimse; 2. şakacı; şen adam.
  276. tamaşakor a-f. eğlenceleri seven kimse.
  277. tamaşaköy a-f. şen, lâtifeci kimse.
  278. tamaşala ., 1. zevk duyarak bakmak; 2. alaya almak, eğlenmek,
  279. tamaşalaş- hep beraber şaka etmek, şakalaşmak.
  280. tamaşalat- et. tamaşala-'dan.
  281. tamaşluu alâka uyandırıcı, eğlenceli, can sıkmaz.
  282. tamçıloo damlama.
  283. tamçalat- et. tamçda-'dan; köz caşın tamçılatıp: gözyaşlarını damlata. rak.
  284. tameki tütün; tameki tart-: tütün içmek.
  285. tamekeçi 1. tütün içen; 2. tütün yetiştiren.
  286. tamekiçilik tütüncülük;
  287. tamğa 1. atın sağrısına yakmak suretiyle vurulan damga; tamğa ur* yahut tamğa bas-: damga vurmak yahut damga basmak; t aşka tamğa baskanday r çok vazııh, pek açık; 2: işaret, harf; arap tamğa: arap alfabesi; tınış tamğalan: noktalama (nokta, virgül ve buna benzer işaretler) ; koşuu tamğası mat.: zait işareti; teñdik tamğası mat.: mü- savi işareti.
  288. tamğala ., damgalamak,, damga vurmak.
  289. tamğalat- et. tamğala-'dan.
  290. tamğaloo damgalama, damga vurma.
  291. tamğaluu damgalı, imli, işaretli; bir tamğaluu san: mat. tek haneli sayı; eki tamğaiuaı san mat: iki haneli sayı.
  292. tamıl- mut. tam- IV'ten; öçüp ketip tamılıp, ölüp ketip tirilip folk.: söndü ve tutaştu, öldü ve dirildi.
  293. tamılçi- 1. kızarmak, pembeleşmek (şiddetli ısıdan yahut şaraptan); kımız içip tamılçıp: kımız içerek ve kızararak; 2. tam bir uyuşukluk ve rehavet dımımunda bulunmak (mes., çokça kımız içtikten sonra).
  294. tamır 1. kök; tamir cay-: kök salmak; tamir kırk- 1) kökünü kesmek, kökünden yok etmek; 2) tedip etmek: 2. kan daman; nabız; tamir karma- yahut tamir kör-: nabzı yoklamak; nabız tepmesine göre, hastalığı teşhis eylemek; tamir kar- mat.: nabzı yoklatmak; 3. dost, ahbap, dünür; soök-taanır; hısım ve dostlar.
  295. tamırcı nabza göre hastalığı teşhir eden mütetebbip; kıl tamırçı: usta tamırçı.
  296. tamırçılık tamirci (bk.) mesleği
  297. tamırla- : söök-tarmralp ketti: hısım akrabalarına (misfirliğe) gitti.
  298. tamırlaş- (armağanlar verişmek suretiyle) ahbap olmak.
  299. tamız I, a. sıcak, sıcaklık. II, damlatmak; düşmandın çırağına may tamız- mec. düşmanın değirmenine su akıtmak (harf.: düşmanın çırağına yağ damlatmak); oozğo suu tamız (ölüm halinde olan kimsenin) ağzına su damlatmak (tâki ıstırabı hafiflesin); oozuna suu tamızıp kaldı mec.: son dakikaları yaşıyor. III, tutuşturmak, yakmak; öşkön ottu tamızdıñ, ölgön candı tirgizdiñ fok.: sönmüş olan ateşi (yeniden) tutuşturdun, ölen canı dirilttin.
  300. tamızğı I, damlatma aygıtı, pipet, damlalık. II, ateş tutuşturmaya yarayan nesne (çıra, yonga, talaş ve s. gibi).
  301. tamızğılık = tamızğı II.
  302. tampañda ., biçimsizce hareket etmek.
  303. tampay- biçimsizce şişman omak.
  304. tamsil a. kısa, hikmetli söz, kinayeli söz.
  305. tamşan- 1. bir şeyin tadına -bakarken yahut hayert ederek dilini şakırdatmak ve dudaklarını şapır* datmak; 2. hoş bir şeyi hatırlamak; 3. taaccüp etmek.
  306. tamşandır tamşant-, et. tamşandan.
  307. tanışanuu 1. bir şeyin tadına bakarken yahut taaccüp ederek dili şaklatma ve dudakları şapırdatma; 2. hoş bir şeyi hatırlama; 3. taaccup etme.
  308. tamtañ : tamtañ bas- = tamtañda..
  309. tamtañda- 1. korka korka basarak yürümek, düşe kalka gezmek (çocuk hakkında); 2. mec. fakir düşmek.
  310. tamtañdat- et. tamtañda-'dan.
  311. tamtay- fakirce ve örselenmiş kılıkta bulunmak; tamtayğan:'büsbütün fakir.
  312. tamtık tamtığı çıkkan yahut tamtığı ketken: yırtlmış, pare-pare olmuş, örselenmiş; kiyiminde tamtık çok yahut kiyiminin tamtığı ketken yahut tayda tamtık çok: giyimi büsbütün parçalanmış, yırtık pırtık olmuş; betinde tamtık çok: yüzünde sağlam yeri kalmamış (tırmalanmış, yaralanmış); tamtıgına çeyin: son ipliğine kadar.
  313. tamtıksız adamakıllı yırtılmş, pare pare olmuş, örselenmiş.
  314. tan- inkâr etmek, kendine ait olduğunu veya kendisinin yaptığını tanımamak, imtina etmek; anı tanbayım: onu inkâr etmiyorum; mu. nü eç kim tana albayt: bunu kimse inkâr edemez; esten tan: histen mahrum olmak,'bayılmak; kişi başkanı tansa da, tokoçtu tanbayt:-insanı herşey bıktırıyorsa da, ekmek bıktırmıyor; etti tanıp kettim: etten nefret etmeye başladım, etten bıktım; akıldan tan-: aklını oynatmak.
  315. tana dana (iki yaşına basmış genç inek).
  316. tanaca küçük dana.
  317. tanap a. 1. ip, bağ, nâkil tel; 2. bir satıh ölçüsüdür, ki aşağı yukarı 1/6 hektara muadildir.
  318. tanaptaş müşterek bağlayıcı tellere malik olan.
  319. tanazar a.: tanazar albayt: on paralık kıymet vermiyor, yüksekten, küçümseyerek bakıyor.
  320. tanda- seçmek, iyisini ayırıp almak.
  321. tandalma = tandamal; tandalma pakta: yüksek evsaflı (seçme) pamuk.
  322. tandamal seçme.
  323. tandamaluu seçilmiş, seçme.
  324. tandat- et. tanda-,dan.
  325. tandır Ia. çörek ve börek pişirmek için soba, fırın.
  326. tandır- II, et. tan-'dan; akıldan tandır»: aklını oynatacak dereceye götürmek.
  327. tandoo seçme, ayırtlama.
  328. tañ I, şafak, tan; tañ attı: şafak söktü; tañ ağardı yahut tañ kılaydı yahut tañ sürdü: şafak söktü; tañ ağarıp atkanda yahut tañ sarğarıp atkanda: şafak sökerken; atar tañdın astman: şafak sökmeden biraz önce; tañ erteñ: sabah erkenden; tañ aşır yahut tañga aşır: (atı) sabalıa kadar yemsiz bırakmak suretiyle mukavemete hazırlamak; tañ künü: hergün; tañ atpay: sabaha kadar (şafak sökmeden önce); tañ attır yahut tañ atır-: geceyi sabaha kadar geçir mek; tañda künü bk. tañda. II, 1. taaccüp, hayret; tañ kal -yahut añ tañ kal-: hayret etmek taaccüp etmek, şaşa kalmak; tañ kauluuçu iş: şaşılacak iş; tañ kaldır-: hayerti mucip olmak, hayrete düşürmek; tañ- tamaşa bk. tamaşa 1; 2. bilmiyorum, kim bilsin (sualin cevabıdır); al kelet beken?. tañ!: gelecek mi, acaba? -kim bilir! III, kuyruk altındaki beyaz leke, benek (bazı hayvanlarda bulunur) ; bököndün tañınday, bk. bökön. IV: tañ bolğon söz: hayide (çiğnenmiş, bayağı, harcıalem) olmuş söz veya tabir; tañ bolğon kız: evde kalan kız; tañı çıkkan ötuk: örslenmiş çizme.
  329. tañ- V, bağlamak.
  330. tañat = tañ at (bk. tang I).
  331. tañattır- = tañ attır (bk. tañ I).
  332. tanda yahut tañda künü: yarın.
  333. tañdan- taaccüp etmek, hayret etmek şaşa kalmak.
  334. tañdandır- taaccübü mucip olmak, hayrete düşürmek; birdi kurbant-ti; birdi tañdandırdı: (bu) birisini sevindirdi, birisini de hayrete düşürdü.
  335. tañdanış ., muş. tañdan-'dan.
  336. tañdanuu taaccüp, hayret.
  337. tañday 1. (daha doğrusu üstüñkü tañday) damak; 2. (daha doğrusu: astmğkı tañday) dilaltı sülük-çügü ile birlikte dilaltı; kaz tañday: 1) civan perçemi: achillea millefolium; 2) birçeşit mimarî tezyiinatın adı.
  338. tañdayla- (Rad.) söylemek, demek.
  339. tañdaylaş- 1. mütenazır (syımimet-rique) ve güzel olmak (mimarî tezyinat hakkında); tañday laçkan sayma: güzel işleme (nakış); 2. uyuşmak, mutabık kalmak, konuşmak (ör. bk. mañdaylaş); 3. db. hanekileşmek , damaklılaşmak (sesler hakkında).
  340. tañdaylaştır- 1. (mimarî tezyinatı) mütenazır yapmak; 2. db. hânekl leştirmek.
  341. tañdaylaştıruu 1. mütenazır yapma; 2. db. hanekileştîrme.
  342. tañdaylaşuu işs. tañdaylaş-,tan.
  343. tañdı : tañdı künü: hergün.
  344. tañğak bağ, demet, tutam.
  345. tañğalarlık (tañ kalarlık), hayreti mıucip olan, taaccübü mucip olan.
  346. tañğalt- = tañdandır-; aalamdı but tañğaltıp, avanın colun salışkan folk.: (tayyareciler) alemi hayretler içinde bırakarak hava yolu açtılar.
  347. tañğıç yol (sefer) kayışları.
  348. tañık bağ (deste).
  349. tañıl- 1. bağlanmak; 2. tabi olmak.
  350. tañılçak . bağ. deste, tutam.
  351. tañıluu bağlanmış; kolu butuñ tañıluu folk.: elin ayağın bağlıdır.
  352. tañırakay ucu yukarıya çevrilmiş ve kanatları geniş olan burnuna malik olan.
  353. tañırık : tañınk murun: kanatları kabarık olan burun.
  354. tañırka- taaccüp etmek, hayret et mek; tañırakap karap kaldı: hayretle baka kaldı.
  355. tañırkat- hayreti, taaccübü mucip olmak.
  356. tañış bağ, ip; bosoğo tañışı: kapı pervazını (baş bosogo) kerege (bk.)'ye bağlıyan ip.
  357. tañk = tank.
  358. tañkığıy ucu yukarıya kıvrılmış kanatları geniş olan (burun).
  359. tañsık 1. taaccuuba değer, nadir olan; mağa bul tañsık emes: bu beni hayrete düşürecek şey değil; 2. şiddetlle arzu edilen; şiddetle arzu eden; tañsık emesmin: pek o kadar arzulu değilim.
  360. tañşı- muhtelif şekillere girmek; türlü türlü ahenklere dökülmek (ses, şada hakkında).
  361. tangşış- müş. tağşı-'dan.
  362. tañtıñda . = tantı-.
  363. tañuu 1. işs. tañ-V'ten; küyöö tañuu: bir düğün adetidir, ki şundan ibarettir: genç kadınlar güveyi -bağlarlar, o ise, onlara para vermek suretiyle kurtulmıya mecburdur; 2. bağ, köstek, bukağı; kolun çeçip tañuudan folk.: elinin bağlarını çözerek.
  364. tank r. tank (harp aletlerinden).
  365. tanka tanki = tank.
  366. tanker r. tankı idare eden. tank süren..
  367. tansa r. dans.
  368. tantı- çene çalmak, boşa sözler soylemek.
  369. tantık 1. söyleyişte kusur (çocuklarda olduuğ gibi, bazı sesleri gereği gibi telâffuz edememek); 2. boş sözler (ör. bk. çalçık); 3. herze söy-myen.
  370. tantıktık boş söz, dırlanma.
  371. tantır Kırğızçağa tantır- muntur: kırgızca çetrefil konuşuyor.
  372. tantra- = tantı-; tantırap oozuna kelgendi süylöyt: saçma sapan şeyler söylüyor
  373. tantıt- şaşırtmak.
  374. tanuu sözünden, vadinden cyama, inkâr etme.
  375. tap I, sınıf (muayyen bir içtimaî ta- baka); tap sayasatı: sınf politikasi; tap colu: muayyen bir içtimaî sınıfın menfaatlarını güderek tutulan yol; tap karakılığı: sınıf î uyanıklık; tap ciktelişi: sınıfı tabakalara ayrılma taazzi; sen maa ele tapsmğ: sen yalnız bana denksin, sen yalnız benimle boy ölçüşebilirsin. II. zaman, an, uşul tapta: şu zamanda, bu anda; aşık bölüp tös-tükkö, tozup turğan tabı eken folk.: (kadının) töştüğe aşık olarak, (onu) beklediği dakika idi. III, f. 1. sıcak, ılık; ottun tabına kızıp turğan kıskaç: ateşin sıcağında kızan maşa; 2. kuvvet, sıhhat; tabı çok: rahatsızdır, kendini fena- hissediyor. IV: tap ber- yahut tap koy-: vurmak için el kaldırmak; tap cıldır-bay alamın senden: senden almadıkça tek bir adım atmaya bile müsaade etmiyeceğim; tap ibilgizbey yahut tap aldırbay: sezdirmeden, gizlice. V, idman; tabına kelgen: idman görmüş, tavında; eti tabınan tömöndöp ketken: (koşu atı hakkın- da) lüzumlundan fazla arıklamış; kıl tabında: tam tavında, tam lüzumlu idmanı görmüş (ne arık, ne de semiz). VI(Rad.), orta, ortaca, şöyle böyle; tap ettü ( Rad.): oldukça zayii VII, ta hecesiyle başlıyan sözlere takviye için katılır: tap-taze: tertemiz; tap takır: dümdüz (pü- rüzsüz) .
  376. tap- VIII(girundifi taap'tır), 1. bulmak, ele geçirmek; taap ay t-: akıllıca ve ciddî söylemek; bir ayda kanca tabat?: ayda ne kadar kazanıyor?; tapkan taşığanıbız: bütün kazancımız; tapkan mal: kazanlan mülk; içimen tap kişi bk. iç I; teşik tap;: deliği bul; (kazanın deliğini su sızdıran yerini bul da, onu tıka; kazanda su sızdığında, onu su ile doldururlar ve içine bir parça kavut atarlar: akan su kavutu deliğe çeker, ve delik te bu suretle kapanır); 2. bala tap: çocuk do- ğurmak; uul taptı: oğlan doğurdu; 3. (bilmeceyi) halletmek.
  377. tapa ta hecesiyle başlıyan sözlere taviye için katılır;; tapa tal = ta-patal; tapa tak = tapatak; tapa takta = tapatakta.
  378. tapan I = taman; töö tapan: baharın ilk günlerinde açan bir beyaz çiçek; üç tapan: çocukların bir çeşit aşık oyununun adıdır. II, apan sözünün tekidir, III, 1. hem alçı'sı (bk.), hem taa'sı (bk.) aşınmış olan aşıktır„ ki daima 'kâh alçı yanile, kâh taa yanile durur; 2. meç çevik, kurnaz, hazırcevap, çaresaz; alçı, taañdı cep koyğon tapan ekenseiñ: kurnazarm elebaşısı imişsin; sen her zaman sudan kuru çıkmanın yolunu buluyorsun.
  379. tapança f. 1. talbanca, revolver; 2. birçeşit pide adıdır.
  380. tapındık çeviklik, atikliklik, kurnazlık.
  381. tapatak noktası notasına, vazıhan, açık; tapatak acırat-: vazıh olarak ayırmak (sınırlarını tayin etmek).
  382. tapatakta- : tapataktap = tapatak
  383. tapatal : tapatal tüştö: güpegündüz.
  384. tapçı idmancı, antrenör.
  385. tapçıl sınıf yöününden eksiksiz, sın-fî, kendi sınfına sadık olan; tapçıl tarbıya: sınfî terbiye.
  386. tapıl apıl sözünün tekidir.
  387. tapır : tapır tapır: şiddetli ayak patır- tısını taklittir.
  388. tapkıç 1. hazırcevap, çaresâz; 2. atik ve aramalarda usta.
  389. tapkıççıldık hazırcevaplık, çare-sâzlık.
  390. tappat a. dn. Kur'anın III (yüz onbi-rin) ci faslının (sûresinin) birinci kelimesidir, (ki bu sûreyi geçerken talebe hocaya bir tabak et getirirdi) .
  391. tapsır a. dn. Kur'an tefsiri.
  392. tapsız sınıfsız; tapsiz koom: sınıfsız topluluk, cemiyet.
  393. tapsızdık sınıfsızlık.
  394. tapsır- teslimi etmek, tevdi eylemek. elden ele vermek.
  395. tapşırık emir, buyruk.
  396. tapşırıl- teslim edilmek, tevdi olunmak, devrolunmak.
  397. tapşmluu işs. tapşırıl-'dan.
  398. tapşırma teslim, vazife; katuu tapşırma: vazife; tapşırma ber-: vazife yüklemek.
  399. tapşıruu 1. teslim, tevdi, vazife verme; 2. elden ele teslim, devretme; et teslim etme. : et teslim etme.
  400. tapşıruuçu teslim eden.
  401. tapta- antrenman yaptırmak; bür-kütün tülkü etine taptağan: karakuşunu, tilki eti yedirmek suretiyle antreneman yaptırmış; çay tapta-: (süt ve yatğ ile tertûyelemek sure- tiyle) çay hazırlamak; ketmen tap-ta: kazmayı bilemek; dalısın tapta-dı: (işini tasvip ederek) omuzlarını sıvazladı.
  402. taptak : taptak ırğı yahut taptak se-kir-: kesik kesik sıçramak; taptak kötör: hızlı hareket yaparak birden bire kaldırmak. taptal-, idman edilmek; antrenemangörmek.
  403. taptama kazanda pişirilen pide. taptan-, 1. kendi için antreneman yapmak; külük atın taptanıp folk.: kendi için koşu atını antreneman ederek; 2. tedhizatlı olmak. taptat-, et. tapta-'dan. taptık, sınıflık; taptık sezim: sınfî duygu.
  404. taptır- buldurmak (ör. bk. dayın).
  405. taptış a. teftiş.
  406. taptışta- teftiş etmek.
  407. taptuu : eti taptuurak: eti pek o kadar yağlı değil; taptuu ele malı bar : bir miktar hayvanı var.
  408. tar dar; tar cer: 1) dar yer; 2) mec. zor vaziyet, haller, müşkül daki-(ka; içi tar: hasis, cimri; terisi tar: çahu-k kızan çabuk sinirlenen.
  409. tara- 1. taramak; 2. (rad.) tarlada sürgü sürmek; tırmıkla çalışmak; 3. her tarafa dağılmak; 4. yayılmak.
  410. taraançı 1. serçe; 2. tarançı (yedisu ve iü havzası uygurlarının inkılâptan evvelki adı).
  411. tarak bir yandan yahut her iki yandan dişleri seyrek olan tarak (krş. süzgüç); tarak bas: andoropogon halepensis, bromos secalinus (bitki).
  412. taakta- gürlemek, takırtı yapmak.
  413. taraktat- gürültü, takırtı .çıkarmak.
  414. taral- 1. taranmak; 2. dağılmak, ya- yılmak.
  415. taralğı üzengi kayışı.
  416. taram : taram taram: yollar, iplikler, şeritler şeklinde dağılan; her yana dağılan.
  417. tarama dallanma, birçok kişinin muhtelif yollara sapması.
  418. taramış adalenin ucu, veter; karışkırdın taramışın otko saluu yahut karşkırdın taramşın otko tütötüü (halk inanışı): kurdun veterini ateşe yakma (bu, güya, hırsızın, veterin ateşte kıvrıması gibi kıvrılmasını mucip oluyormuş).
  419. taran I, taran (debagata yarayan bir köktür).
  420. taran- II, taranmak; şaşın taranıp saçını tarayıp.
  421. tarançı = taraançı.
  422. tarap a. taraf; tarabınan: onun tarafından.
  423. taraptar a-f. taraftar.
  424. taraptaş = taraptar.
  425. taraş muş. tara-'dan.
  426. taraşa f. sülün yavrusun (kanatlanarak uçmıya başladığı çağda).
  427. tarat- 1. tarattırmak, 2. dağıtmak, tevzi etmek.
  428. taratıl- dağıtılmak.
  429. taratış- muş. tarat-tan.
  430. taratut a. çalışma, uğraşma, meşgul olma; tam saldıruğa taratut kılıp atam: ev yapmak için uğraşıoy-rum.
  431. taratuu dağıtma.
  432. taratuuçu dağıtıcı, yayıcı.
  433. taraz şişman olmıyan, mütenasip vücutlu.
  434. taraza f. terazi; taraza cildiz: mizan topyıldızı; taraza tapkın; iyilik gör!
  435. tarbağay ayrılmış (açılmış), apışık,
  436. tarabay- açılmak, apışmak.
  437. tarbayt- et. tarbay'dan; kolun tarbaytıp: kollarını açarak.
  438. tarbaza = drabaza.
  439. tarbıya a. terbiye.
  440. tarbıyaçı terbiyeci, mürebbi.
  441. tarbıyala- terbiyeleınek, terbiye etmek.
  442. tarbıyalan- terbiyelenmek, terbiye edilmek.
  443. tarbıyalat- et. tarbıyala-'dan.
  444. tarbıyaloo terbiye etme.
  445. tarbıyaluu terbiyeli.
  446. tarbız karpuz.
  447. tarbiya = tarbıya.
  448. tarçılık darlık, sıkışıklık.
  449. tardık darlık; iç tardıgı: hasislik.
  450. tarğıl kara yolları bulunan kızıl (inek, öküz rengi).
  451. tarı- (manaca) tarıl-; terisi tarıp ketken: derisi daralmış (çabuk kızıyor, çabuk sinirleniyor).
  452. tarık I, a. târih; tabıyğat tariki: tarihi tabiî; madanıyat tariki: medeniyet tarihi. II, hasis, cimri. III, 1. sıkıntı, zorluk hissetmek; 2. kuvvetten düşmek, gevşemek.
  453. tarıkçı tarihçi, müverrih.
  454. tarıkı a. târihî; tarıkı kün: tarihî gün.
  455. tanktık hasislik.
  456. tarıl- 1. daralmak, kısılmak, dar ve sıkışk olmak; 2. hasis olmak.
  457. tanlt- daraltmak.
  458. tarın = taarm
  459. tarıt- = tarılt-.
  460. tarilke r. tabak.
  461. tariz a. nevi, çeşit, kılık, şekil,, tarz.
  462. Tarizdüü benziyen, -gibi.
  463. tark çatırtıyı, kesik ve keskin sesi taklittir.
  464. tarka- ayrılmak, saçılmak, dağılmak; bulut tarkadı: bulut dağıldı; ması tarkadı: ayıldı.
  465. tarkaş- müş. tarka-'dan; cay caylarına tarkaştı: yerli yerine dağıldılar.
  466. tarkat- dağıtmak, üleştirmek, yaymak; tarkatıp ciberüü: dağıtma.
  467. tarkılda- 1. ağır basmak; 2. mec. çene çalmak, sağma sapan şeyler söylemek.
  468. tarkıldak karatavuk (Turdus); boz tarkıldak, ala tarkıldak: karatavuğun nevileridir.
  469. tarlan yahut boz tarlan yahut tarlan boz: kır (at donu).
  470. tarmak şube, kol, dal.
  471. tarmal 1. kıvırcık; 2. kıvrımlı; ıbük- lümlü.
  472. tarnıaldan- kıvrılmak, kıvırcıklanmak.
  473. taroo 1. işs, tara “-“ dan; 2. dal budak salma.
  474. tarp ölü cesedin kalıntıları, leş; co-roluu çerde tarp kalbas ats.: com kuşunun buunduğu yerde leş kalmaz; ala tarp: eskimiş, örselenmiş, yırtık pırtık nesneler.
  475. tarpağay : tarpağay murun: kanatları geniş olan 'basık burun.
  476. tarpañ yürüyüşü kötü olan at.
  477. tarpañda- ağır ve biçimsizce hareket etmek, yürümek.
  478. tarpı- ön ayağile vurmak (deve hakknda); cer tarpı-: ayağile toprağı kazmak, (yabani hayvan hakktnda).
  479. Tars ! takırtı; tars et-: şiddetli takırtı yapmak; tars-tars yahut tarsa-tars: çatırtı; tars kat: dona kalmak.
  480. tarsa bk. tars.
  481. tarsay- = tasıray-: üylögön karınday tarsayıp turat: şişirilmiş işkembe gibi kabarmış.
  482. tarsılda- takırtı? gürültü yapmak (mes. tüfekten ateş edilirken).
  483. tarsıldak 1. cırcır denilen tahta alet, kaynana zırıltısı (oyuncak); kulaktıñ tarsaldağı: kulak zarı; 2. çatırtı; tarsıldakka al-: yaylım eteş (başlıca makineli veya adî tüfek ateşi) altına almak.
  484. tarsıldaş- muş. tarsılda-'dan.
  485. tarsıldat- çatırdatmak; tarsıldatıp ur-: şiddetlice vurmak, pataklamak.
  486. tart- 1. çekmek, sürüklemek; caa tart-: kirişi çekmek, yaydan atmak;, tart arabañdı mec.: çek a-râbanı; defol; başına tartsa ayağına, ayağına tartsa, başına cetpeyt ats.: başına çekerse, ayağına yetişmiyor, ayağına çekerse, başına yetişmiyor; at calin tartıp mingende 1) (ata), yelesine tutunup bindiğinde; 2) mec. (oğlan hakkında) bir parça büyüdüğünde; cip tart-: ip çekmek; tuzak tart-: tuzak kurmak; katar tart-: sıraya dizilmek; oñ közüm tartıp tarat: sağ gözüm seğiriyor; sür ö t tart-: tersim eylemek; fotoğraf çıkarmak; cay aylan ayaktap, küzgö tartkan u- bak: yaz günlerinin sonlarına doğru geliyor ve güzün yaklaşmakta olduğuı seziliyordu; şireñke tart-: kibrit çakmak; sırların tartıp kör sırlarını anlamaya bak; (sırlanını bir yokla,); tartıp al-: çekip almak; baş tart-: bk. baş ı; 2. sofraya yemek çekmek, yemek sunmak; aş tart- yahut tabak tart-: yemek çekmek, sofraya yemek sunmak; çapan çap, at tarttı: hırka ve at sundu (yahut bunları bir ceza olanak üzere ödedi); 3. mec. iğdiş etmek (hayalarını çıkarmak); seni tartıp taştağanbı?: sen hadım mısın yoksa?: sen erkek değil misin yoksa?; 4. tartmak (teraziye çekmek); tarazaa tart-: terazi ile tartmak; 5. (üflemek suretiyle ça- lınan musiki aletini) çalmak; coor tart-: düdük ve kaval çalmak; garmon tart-: akordeon çalmak; 6. öğütmek; tegirmenge barıp, un tartıp keldim: değirmene gittim ve un öğüttüm; 7. hareket etmek, yönelmek; coldon burulup, bizdi karay tarttı: yoldan saparak, ibize doğru yöneldi; 8. tütün içmek yahut tütünü ağza atmak; tameki tart-: tütün içmek; boporoz tart-: cigara içmek; asmay tart-: enfiye çekmek (dudak ardına, dil altına atmak); 9. sürmek, yapıştırmak (mes.. yakıyı); köö tart-: kunum sürmek; köö tartkay betime tanığa saldı: 1) yü- zümü, kurum sürmüş gibi. lekeledi; 2) mec. beni terzil etti; 10. muayyen bir renge girmek, muayyen bir kılık, şekil almak; sarğılt tart-: sarıya çalmak; kuba tart-: ağarmak; beyaza çalmak; kutoalcın tart -: bir parça ağarmak; ırkılcın tart-: şüphe ve tereddüt içinde bulunmak; kirgil tart-: bir parça kirlenmek, bulanmak; afoa keçke salkın tartıp turdu: akşama doğru hava birparça soğudu; kara kök tartıp: koyu maviye çalarak; seyrek tartıp kaldı: seyrekleşti; kıyın tart-: güçleşmek, - müşkül bir duruma girmek, fenalık hissetmek (hasta hakkında); ceñil tart-: hafiflik hissetmek; cımcırt tart-: sükut etmek; 11. katlanmak, yaşamak (baştan geçirmek); azap tart-: azap çekmek; ayıp tart-: para cezası ö-demek, para cezasına çarpmak; 12. birisine çekmek (benzemek); enesine tartkanbı,, atasınabı?: anasına mı çekmiş, babasına mı? Semetey) atası manastı tarıp baatır bolot: (Semetey) babası manasa çekerek, bahadır olacak; 13. (geçmiş zaman yahut hal zaman girundifi şeklinde ve önce gelen ablatifla birlikte)., den;... dan itibaren; altıncıdan tartıp, on cetinçi sentyabrege deyre: 6 eylülden 17 eylüle kadar; bir nece top cıldardan beri tarta: bir kaç yıllardan beri;... mından arı tarta: bundan böyle bugünden itibaren; oktyaibrden tartıp: ilkteşrinden beri; bir metreden tartıp beş metreye çeyin: bir metre- den beş metreye kadar; 14. arak tart-: rakı yapmak (başlıca, evde iptidaî usullerle).
  487. tartağay uzun bacaklı, ince uzun kimse.
  488. tartak = tartağay.
  489. tartakta- = tartalañda-.
  490. tartaktat- = tartalaniğdat-.
  491. tartalakta- = tartalañda-.
  492. tartalaktat- = tartalasğdat-.
  493. tartalañda- : biçimsizce hareket etmek, yürümek (ince ve uzun boylu kimse hakkında)
  494. tartalañdat- et. tartalañda -’ dan.
  495. tartañ = tartağay.
  496. tartañda- = tartalañda- .
  497. tartañdat- = tartalañdat- .
  498. tartar su tavuğu (Crex Pratensis) ; suu tartar: Rallus (kuş) .
  499. tartay- kuru ve uzun kılıkta bulunmak, uzamak, sivrilip yukarıya doğru çıkık durmak; tartayıp birin- serin terek öskön: şurada burada kavaklar sivrilip duruyordu.
  500. tartıl- pas. tart- ’dan; suu tartılıp kalıptır: su çekilmiş; tabak üç künü tartıldı: aşlar üç gün çekildi (ziyafet üç gün sürdü) ; sotko tartıl- : mahkemeye celbedilmek; et tartıldı: et sofraya verildi; kerney surnay tartılıp folk. : kerney ( bk. ) , zurna çalındı.
  501. tartılış- müş. tartıl- , dan; cazağa tartılışat: mes’ ûl olacaklardır.
  502. tartım (krş. tart ) : bir tartım asmay: bir defa çekilecek kadar enfiye; bir tartm buuday: bir miktar buğday ( değirmen susağına dökülebilcek kadar buğday ) ; tartımı cakşı: iyi evsafa malik olan; iyi neticeler veren; bıyıl maldıñ tartımı cakşı: bu sene hayvanlar iyidir (iyi beslenilmiştir, eksilişi yoktur ve s. ) çöptün tartımı cakşı: otlar iyidir; tartımı cok: iyi evsafı olmıyan, iyi neticeler vermiyen; tartımı cok cigit: iyi sıfatları olmıyan delikanlı.
  503. tartın- 1. kendi üzerine çekmek; ötük tartın- : çizmeleri çekmek (giymek) ; cılkının cılğıy terisin köçügünö tartınıp folk. : sepilenmemiş at derisini altına serdi; 2. iştiraktan imtina etmek, iştirak etmemek- çekinmek, sıyrılmak; uşunday iygiliktii işke kişi tartınıp kalabı? : bu gibi iyi bir işten insan imtina eder mi; 3. sıkılmak; tartınbay yahut tartınbastan: çeknmeden, korkmadan, cesaretle; tim ele bet aldınça kep aytıp, tartınbay handan süylödü folk. : aslâ çekinmeden, cesaretle hanın yüzüne söyledi.
  504. tartınçaak yedekte iyi yürümeyen, direnen ve ileri gitmiyen.
  505. tartış I, 1. işs. tart- ’ tan; arkan tartış: gençliğin ve büyük erkeklerin grup ha- linde urgan çekişme oyunu; 2. kapışma; tap tartışı: içtimaî sınıflar arasındaki mücadele; talaş- tartış, bk. talaş I; kitep tartış bolup turat: kitablar kapışılıyor, kitap yetişmiyor; tamaktıñ tartışınan: yiyecek kıtlığından.
  506. tartış- II, çekişmek.
  507. tartıştık aşırı derecede kıtlık, kifayetsizlik; üy tartştığı: mesken buhranı.
  508. tartıştır- et. tartış- II’ den.
  509. tartip a. sıra, nizam, kaide, tertip, intizam, disiplin, sistem; içki tartip: iç nizam, dahil düzene ait kaideler; öndürüş tertibi: üretim disiplini; emgek tartibi: emek disiplini; ün tartibi: ruzname; tartipke sal- : tanzim etmek, yoluna komak, sistemleştirmek; tartipke kel- : tertiplenmek, muntazam bir şekle gelmek sistemleşmek; tartipke çakır- : usul ve kaidelere riayet etmek için davet etmek.
  510. tartipte- tanzim eylemek, yoluna komak, tertiplemek, sistemleştirmek.
  511. tartiptel- tanzim edilmek, yoluna konmak, sistemleşmek, tertiplenmek.
  512. tartiptüü tertipli, muntazam, sistemli; Kızıl Armiyadan küçtüü. tertiptüü armiya cok: Kızıl Ordudan daha kuvvetli, daha disiplinli başka bir ordu yoktur.
  513. tartiptüülük intizam, sistemlilik.
  514. tartkı : üstöldüñ tartkısı: masanın çekmecesi.
  515. tartkıç : caa tartkıç nişancı.
  516. tartkın cezir, suyun çekilmesi.
  517. tartkınçak 1. ileri gitmek istemiyerek direnen kimse; 2. dik kafa, direngen.
  518. tartkınçakta- 1. ileri gitmek istemiyerek direnmek; 2. inat etmek.
  519. tartkınçık 1. = tartkınçak; 2. sürünceme, uzatma (meseleyi, işi) .
  520. tartkınçıkta- tartkınçakta- .
  521. tartma 1. çekmece (mes. , masa, dolap ve s. gözü) ; 2. kendine çeken yahut kendisinden geçiren; kün tatrtma: güneş şualarını geçiren; kara nesre ötö ele kün tartma bolot: kara şeyler güneşi (güneşin şualarını) geçirmeye son derece müsaittirler; 3. kadın « sarığı » nı (eleçek’ i) üst taraftan tutturmaya yarıyan kumaş şeritleri (dir, ki bunlar birden dörde kadar olurlar) ; 4. ker tartma: dik kafalı.
  522. tartmakta- işi uzatmak: sallamak, sürüncemede bırakmak.
  523. tarttır- et. tart-’ tan; kerney, surnay tarttırıp folk. : kerney (bk.) ve zurna çaldırarak.
  524. tarttırmay : aran tarttırmay. bk. arkan.
  525. tarttıruu işs. tart-’tan; sot coobuna tarttıruu: mahkemeye celbetme.
  526. tartuu 1. işs. tart-’tan; coopko tartuu: sorguya çekmek; 2. es. takdime hediye (daha ziyade âmire rüşvet kabilinden sunulan şey) ; 3. bir keyif verici maddeyi içmek; tameki tartuu: tütün içme; nasıbay tartuu: tütünü ağza atma.
  527. tartuuçu : işten baş tartuuçu: işten imtina eden, işten kaçan.
  528. taruu darı, yarması.
  529. tasıl = tazıl.
  530. tasır = ayak patırtısı.
  531. tasırakay şişkin, kabarık.
  532. tasırañda- hareketlerinde şişkine, kabarığa benzemek.
  533. tasırañdat- et. tasırañda-’ dan.
  534. tasıray- şişmek, abarmak; başı tasırayıp turat: (matruş kafası) dikilip duruyor; közü tasıraya tüştü: (hiddetten) gözü faltaşı gibi açıldı.
  535. tasırayt- şişirmek, kabartmak.
  536. tasırla- şiddetli ayak patırtısı çıkarmak.
  537. tasırlat- et. tasırla-’ dan; tasırlatıp çapkan tabıştar: koşanların ayak patırtısının sesi.
  538. taskak link (at yürüyüşü) ; taskak urup bara catışat: link yürüyüşle yarışmak.
  539. taskakta- link yürüyüşle yürüme.
  540. taskaktaş- müş. taskakta- ’ dan; taskaktaşıp carış: link yürüyüşle yarışmak.
  541. taskaktat- link yürüyüşle yürütmek.
  542. taskaktuu link yürüyen.
  543. tasma (kayış) şerit; tasma bel: 1) ince, zarif bel; 2) zarif, endamlı (kadın) .
  544. tasmal f. havlı.
  545. tastar yahut tastar cip: tündük’ ten (bk. tündük 3) baş bosoğo’ ya (bk. bosoğo) doğru uzanan ip.
  546. tasatrluu 1. tastarlı (bk. tastar) ; 2. mec. evli kadın.
  547. tastay- düm düz, pürüzsüz; tastayğan kız: vekarlı kız; tastayğan suluu kız alıp folk. : ağırbaşlı, temkinli bir kızla evlenerek; tastayıp karap turat: hiç şaşırmadan, çekinmeden bakıp duruyor.
  548. tastorkon f. sofra örtüsü.
  549. tastorkonduk 1. sofra örtüsü yapılacak olan kumaş; 2. sofra örtüsü üzerine konulan (yiyecek ve içecek) .
  550. taş 1. taş; kök taş: kibrititi nuhas; göztaşı; aki taş: kireç, kireç taşı; ottuk taş: çakmak taşı; asıl taş: kıymetli taş, tabi renk taşıyan taş; taş köpüröö: taş köprü; tegirmen taş; değirmen taşı; sözünün tübündö taşı bar: sözünde bir düzmelik var, bir hile ile konuşuyor; tilegi taş kabat: umutlar kırılacak mukavemet görecek; oozuña taş; yahut taş kapkır. söv. : ağzına taş tıkansın; koluñan kara taş kelbeyt: hiçbir iş yapamaz, hiçbir işe kabiliyeti yoktur; akçası tursun. kara taşı da cok: parası nerede. kara taşı bile yok; tayakçan taş kılabı? : sopa ile müsellâh olan ne yapabilir? ; dañkı taş carğan: geniş şöhrete maliktir. şöhreti afakı tutmuş; dañkı taş carıp dubaña ketti: birçok milletler arasında meşhur oldu, tanında; cay taş (halk inanışı) : güya koyun işkembesinde bulunan ve yağmur yağdırma hassasına malik olan küçük taş; tam- taş bk. tam I ; taş öbök bk. öbök; dambır taş, bk. dambır taş kordo bk. kordo I ; taş salışmay: bir oyunun adıdır; taş, salışmay oynoşup folk. : taş salışmay oynoşup folk. : taş salışmay oynayıp; taş calak. bk. calak I; 2. çeki taşı; taşı öödö kulap turat mec. : işleri mükemmel gidiyor; 3. paytak, dama taşı, satranç taşı; 4. yumurtalık (anat.)
  551. taşak haya torbası (hayalarla birlikte) .
  552. taşbaka kaplumabağa.
  553. taşbarañ k-f. tar. taşlama, recim (bir ceza şeklidir) .
  554. taşı- I, kıyılarında çıkmak, taşmak, kenarlarından taşmak; süt taşıp ketti: süt taştı; taşığan darıya: 1) taşmış ırmak; 2) dalgalı, köpüren ırmak. II, taşımak bir yerden diğer bir yere geçirme; bir satırdan o bir satıra geçirmek (yazıda) ; tapkantaşığanım: bütün bulduğum, bütün kazandığım, bütün kazancım; söz taşı- : (gizlice) haberler nakletme (hoş görmemek edasiyle söylenir) .
  555. taşığıç = taşuuçu; kat taşığıçı: mektup dağıtan, kavas.
  556. taşıl- I, koşul- I sözünün tekidir. IImut. taşı- II’ den.
  557. taşımal satırdan satıra geçirme işareti (yazıda).
  558. taşımalda- azar azar taşımak; taşımaldap köç- : eşyaları azar azar tamak suretiyle tedricî surette göç etmek.
  559. taşın- taşımak (eşyalarını taşımak) ; ilgerki cayıtınan taşınıp, kıştakka barıp koñon: eski otlağından eşyalarını taşıyarak, kışlağa yerleşmiş; tayınıp- taşnıp, bk. tayın- .
  560. taşınış- müş. taşın-’ dan.
  561. taşınuu işs. taşın-’ dan.
  562. taşırka- ayaklarını zedelemek: takasız at ayağınan taşırkayt: nalsız at ayağını zedeliyor.
  563. taşırkat- et. taşırka-’ dan; atın taşırkaktap salıptır: atının ayağını aksattı (ayağını zedeledi) .
  564. taşıt taşımak.
  565. taşıtış- müş. taşıt-’ tan.
  566. taşıtuu işs. taşıt-’ tan.
  567. taşkın su baskını, met, taşkın sel: feyezan.
  568. taşkında- kıyılarından çıkmak; kenarında taşarak dökülmek.
  569. taşkından- (manaca) = taşkında.
  570. taşkındat- et. taşkında-’ dan.
  571. taşta- I, 1. atmak; iş taşta- : grev yapmak; 2. yardımcı fiil rolünde iy- (bk. iy V) ve ciber- (bk.) fiilerine yakındır; 3. = cazda- I; cazıp iye taştadım: az kaldı yazacaktı; kıyayamattıñ kıstoosun körüp kala taştadıñ; ötüñ çığıp oozuñdan, ölüp kala taştadıñ folk. : az kaldı, cehennem azabına katlanacaktın, ağzından ödün akacak ve canın çıkacak bir duruma yaklaşmıştın; Elemandın sırttanı uçup kete taştadı folk. : Eleman’ ın yiğiti az kalsın uçacaktı. II, taşlardan ayıklamak; taruu taşta- : darıyı taşlardan ayıklamak.
  572. taştak taşlı yer, taşlık.
  573. taştal- atılmak.
  574. taştandı 1. döküntü; süprüntü; 2. sokağa atılan çocuk.
  575. taştandık atılmış, terkedilmiş.
  576. taştat et. taşta- I, II’den.
  577. taştattır- . et. taştat-’ tan.
  578. taştoo 1. atma, fırlatma; iş taştoo: grev; 2. terketme.
  579. taştuu taşlı.
  580. taşuu I, kıyılarından çıkma, taşma. II, taşıma (sırtta veye hayvan üzerinde) .
  581. taşuuçu taşıyan, muvezzi; kat taşuuçu: posta muvezzii; gazete taşuuçu: gazete muvezzii.
  582. tat- yemek, tadına bakmak; tamaktın daamın tatıp kör- : yiyeceğin tadına bak.
  583. tataal 1. ıstıraplı, güç; tataal col: geçilmesi güç olan berbat yol; 2. mürekkep tataal etiş: mürekkep fiil.
  584. tatar- : kızarat- tatarat: (hiddeten) kâh kızarıyor, kâh bozarıyor, hırslanıyor, kendinden geçiyor; emine kızarıp- tatarasıñ? : neden bunca hırslanarak kendinden geçiyorsun?
  585. tatay korku, dehşet ifade eden nida (başlıca kadınlar arasında) ; o, tatay; vay başıma gelenler.
  586. tatayla- tatay (bk.) diye bağırmak; fena halde korkmak.
  587. tataylat- tatay (bk.) diye bağırtmak, dehşet salmak; korkutmak.
  588. tatı- tada malik olmak, tadını vermek; tatığan kımız: tadı bozulmuş olan kımız; toyğondo toktunun eti topura tatyat ats. : insan tokken kuzu eti bile toprak tadı veriyor; sorponun tuzu tatıdı: çorbanın tuzu iyidir; şirin tatı- : tatlı olmak; ceke calğız eki kişige tatıdım: tek başıma iki kişiye muvaffakıyetle karşı koydum; tatıbay turğan üy: tatsız ev (iyi evsaftan mahrum olan ev) .
  589. tatık 1. tat; 2. liyakat.
  590. tatıksız tatsız; tatıksız turmuş: tatsız hayat.
  591. tatım : bir tatım tuz: tek bir yemeğe konulabilcek kadar tuz.
  592. tatınakay 1. küçücük ve musanna şey, zarif; tatınakay kol: nârin el; 2. hoş; tatınakay kalbar: iyi, hoş haber.
  593. tatır- tattırmak; daam tatırbay, kuup saldı: hiçbir şey tattırmadan koğdu.
  594. tatıran korkunç şey, ucube.
  595. tatış- müş. tat-’ tan; tuz tatış, bk. tuz.
  596. tatıt- tatlamak, tat vermek; tuz tatıt- : (yemeğe) tuz komak (harf. : tuz tadı katmak) .
  597. tatkan- dadanmak; bir kün menin üyümdö baloo cep, tatkanıp kalıptır: bir gün benim evimde pilâv yemişti, ondan beri benim evime dadandı.
  598. tatkant- . et. tatan-’ dan.
  599. tatkanuu işs. tatkan-’ dan.
  600. tattı = tatuu.
  601. tattılık tatlılık, tat.
  602. tattır- tadına baktırmak, tattırmak.
  603. tattuu tatlı, hoş.
  604. tatuu I, barışlık münasebetlerde bulunan, dostça; tatuubuz: dostuz, biz aramızda barış içinde yaşıyoruz. II, tatma, lezzetine bakma.
  605. tatuulaş- barışmak, dostlaşmak.
  606. tatuulaştır- barıştırmak, dostlaştırmak.
  607. tatuulaşuu barışma.
  608. tatuuluk barışlık, dostça münasebetler; tatuuluk menen tur- : barış içinde yaşamak.
  609. tay I, ana tarafından akrabalık; tay ece: ananın hemşiresi (ister büyük, ister küçük olsun) ; tay ene: ana tarafından nine, büyük anne, : taaceñe (tay ceñe yerine) ananın büyük kadın akrabasıdır yahut ananın büyük erkek akrabasının karışı; tay bas: inatçı, söz dinlemez (başlıca kadınlar hakkında) ; tay ekesi soğulup kaldı mec. büsbütün kırıştı, aşırı derecede buruştu. II, 1. bir yaşında olan iri hayvan; tay buka: ikinci yaşına basmış olan tosun; 2. iki yaşına basmış olan tay; tay taka = tay tuyak 2 (bk. tuyak 3) ; tay- tuylak: her hangi bir tay; 3. okşama sözüdür; erke tayım: sevgilim. III: tay-tay; yeni yürümeğe başlayan çocuğa teşvik nidasıdır; taytayla = taytayla.
  610. tay- IV, 1. kaymak; 2. mec. eksilmeye yüz tutmak; coldon tay- : yoldan çıkmak; aldan tay- yahut karundan tay- : kuvvetten düşmek; andan mal taydı: o, servetini kaybetti; ölör ögüz baltadan taybayt ats. : ölmeye mahkûm olan öküz baltadan korkmaz; özüñ barıp sura, öñdü körsö, cüz tayat: kendin bizzat giderek iste. senin yüzünü görürse sıkılır ve reddedemez.
  611. taya- dayanmak; kün beşimge tayap kalğan kez ele: gün öğleye yaklaşmıştı; aşuunu tayap barıp konduk: geçide ulaşarak geceledik.
  612. tayak 1. değnek, baston asa; tayak ce- : dayak yemek dövülmek; tayak cegiz- : işi dayağa kadar götürmek; añgeme muzoo emizer muzoo tayak cegizer ats. : sohbet (lakırdıya dalmak) buzağıya anasını emmek imkânı verir, bu hal ise, senin dayak yemene sebep olabilir; kara tayak es. al. münevverler zümresi; 2. kapı çerçivesinin uzun (amudî duran) süvesi; bosoğo- tayak bk. bosoğo.
  613. tayake = tay ake (bk. tay I).
  614. tayakta- dayakla dövmek, pataklamak.
  615. tayaktat- et, tayakta-’ dan.
  616. tayaktoo işs. tayakta-’ dan.
  617. tayan- daynamak; tayaktarın tayanıp: değneklerine (asalarına) dayanarak; too tayan- yahut töş tayan- : dağa çıkmak; too tayanıp kaç- : dağlara kaçmak; dağların arkasına saklanarak kaçmak; böyrök tayan- , bk. böyrök; toboğo tayan- bk. tobo.
  618. tayanç dayanç, istinat.
  619. tayandır- dayandırmak.
  620. tayanış- müş. tayan-’ dan.
  621. tayant- et. tayan-’ dan; töş tayant- yahut too tayant- : dağa çıkmaya zorlamak; maldı töş tayanıp cay! : hayvanları otlatmak için bir parça yukarılara çıkar! ; böyrök tayant- bk. böyrök; toboğo tayant- bk. tobo.
  622. tayanuu dayanma.
  623. tayda tamtık sözünün tekidir.
  624. taydır et. tay- IV’ ten.
  625. taydırmak çükö (bk.) oyununun adıdır.
  626. tayene = tay ene (bk. tay I).
  627. tayğak ayak kaydıran; taygak col. ayak kaydıran yol.
  628. tayğalan- kaymak, ayak kaymak.
  629. tayğalant- et. tayğalan-’ dan.
  630. tayğalanuuu kayma, kayış.
  631. tayğan tazı.
  632. tayğıl- kaymak, ayak kaymak; taktasınan (yahut tağınan yahut takınan) tayğılı mec. : hâkimiyetten mahrum oldu.
  633. tayğılt- et. tayğıl- ’ dan; köz tayğılt- : parlaklıgiyle gözü kamaştırmak; sın tayğılt- : herhangi bir tenkidi kaldırmak (ona dayanmak) .
  634. tayı- dn. kurban vermek; azır tayı (ölünün ruhuna) kurban vermek; cer- suu tayı: yer-su tanrısına kurban vermek (bk. cer 1) ; tük tayıbayt: hiçbir şeye kulak asmıyor; ona hiçbir türlü nasihat tesir etmiyor; taybas: anlaşmaya gelmiyen; albardan tayığan bk. albar.
  635. tayım I, buyum sözünün tekidir. II: caza tayım: tesadüfen yanlışlıkla.
  636. tayın- tapmak; tayınıp- taşınıp: yalvararak- yakararak.
  637. tayınuu tapma, tapınma.
  638. tayış- ’ münazaaya tutuşmak. münakaşaya girişmek, itiraz etmek, kabul etmek istememek.
  639. tayışuu münazaa. münakaşa.
  640. tayıt- et. tayı-’ dan.
  641. tayız sığ (derin olmayan) .
  642. tayızdık sığlık (derin olmamaklık) .
  643. taykel bir çocuk oyununun adıdır.
  644. taykı kısa (hav, tüy hakkında) ; cünü taykı: kısa tüylü; kolu taykı: kolları kısadır (gücü yetmez, elinden gelmiyor) ; tumuşugu taykı: talihsiz. betbaht; cürögü taykı: korkak; bilimi taykı: bilgisi kıt, malûmatı noksan olan; ırısı taykı: talihsiz. muvaffak olamıyor: aklı taykı: akılı kıt (ahmakça) .
  645. tayla- : tay tayla = taytayla.
  646. taylak . iki yaşına girmiş olan puduk (deve yavrusu) .
  647. taylaş- : teñ taylaş- : kendini daha kötü saymayıp, ötekisini öne geçirmemek.
  648. tayma . hep kayan. sebatsız; koldon tayma: elden kayan.
  649. tayman- kuşkulanmak, korkmak, mütereddit olmak; taymanbastan çekinmeden.
  650. taymaş- . 1. direnmek; 2. güreşmek, mücadele etmek, boy ölçüşmek, olanca kuvvetini sarfetmek; teñ taymaştı: kuvvetçe denk oldukları anlaşıldı, güreşte birbirinden aşağı kalmadılar.
  651. taymaşuu 1. direngelik, israr; 2. kuvvetleri germe, gayret etme.
  652. tayoo destek; mağa tayoo otur! : bana yakın otur!
  653. taypa I, muslin; taypa cooluk: muslin başörtüsü. II, geniş, yaygın. III, a. soy, kabile, taife.
  654. taypak = taypañ.
  655. taypala- bilmemezlikten gelmek, numara yapmak.
  656. taypalat- doğruca dememek, dürüst cevap vermemek, kaçamak yola sapmak, savsaklamak.
  657. taypañ . 1. yayvan, yassı, : 2. dağ yaylası.
  658. taypı a. zümre, grup, kütle, kalabalık.
  659. tayrak = tayrang; tayrak ur- = tayrañda- .
  660. tayrakta = tayrañda- .
  661. tayraktat = tayrañdat- .
  662. tayraktoo = tayrañdoo.
  663. tayralakta- = tayrañda- .
  664. tayrañ : tayrañ ur- = tayrañda- .
  665. tayrañda- 1. kıç atmak (deve hakkında) ; 2. mec. fazla serbestlik göstermek.
  666. tayrañdat- et. tayrañda-’ dan.
  667. tayrañdoo işs. tayrañda-’ dan.
  668. taysal- 1. bir yana sapmak, : 2. mec. tereddütle hareket etmek.
  669. taysalda- kaçamak yola sapmak. doğru- dürüst söylemekten çekinmek.
  670. taysaldat- et. taysalda-’ dan; sözün taysaldattı: sözü başka konuya çekiverdi. doğru - dürüst cevap vermekten çekindi.
  671. taysaldoo işs. taysalda-’ dan.
  672. taytak eğri bacaklı adam, paytak.
  673. taytakta- eğri bacaklı kimsenin yürüyüşile yürümek.
  674. taytaktat- et. taytakta-’ dan.
  675. taytaktoo eğri bacaklı adamın yürüyüşile yürüme.
  676. taytañ = taytak; taytañ - taytañ etip bas- : biçimsizce ve korka – korka basmak.
  677. taytañda- = taytakta- .
  678. taytañdat- = taytaktat- .
  679. taytayla- 1. çocuğu yürümeye alıştırmak için elinden tutarak yardım etmek: 2. mec. bakmak, beslemek, büyütmek.
  680. taytyalaş at başı beraber gitmek (ne geri kalmak, ne de ileri gitmek) ; eköö taytaylaş bolup kirdi: ikisi birden, aynı zamanda girdiler.
  681. tayuu işs. tay- IV’ ten.
  682. taz I, kel (hastalık) . kel adam; taz ardansa. börk alat ats. : kel hiddetlenirse kalpağını çıkarır (ve kafasını gösterir) ; taz kara = tazkara II, leğen (kap) .
  683. taza f. temiz, pâk: tap – taza: ter temiz.
  684. tazala- temizlemek.
  685. tazalğıç temizleme aygıtı: egin tazalağıç maşina: hububat ayıklıyan makine.
  686. tazalan- temizlenmek.
  687. tazalanuu temizlenme; üröön tazalanuuğa tiyiş: hububat ayıklanmalı.
  688. tazalat- et. tazala-’ dan.
  689. tazalık temizlik.
  690. tazaloo temizleme, ayıklama.
  691. tazart- temizlemek.
  692. tazartıl- temizlenmek.
  693. tazartılış- temizleme.
  694. tazartu temizleme, ayıklama.
  695. tazı f. = tayğan.
  696. tazıl kızıl I sözünün tekidir.
  697. tazım = taacım.
  698. tazkara siyah cuuru bk. kuşu, siyah griffon kuşu.
  699. te = tee.
  700. teart r. tiyatro; teatrğa koy- : Sahneye koymak, sahnede oynamak.
  701. tebeele- = tebele- .
  702. tebeelen- = tebelen- .
  703. tebeeleş- = tebeleş- .
  704. tebele- 1. çiğnemek; at tebelep ketti: at çiğnedi; 2. hububatını ayırmak için başakları çiğnemek.
  705. tebelen- ayağa dolanmak; oy, kurğur! emne tebelenesiñ? üygö kir! : vay, yaramaz ne ayağa dolanıp duruyorsun? eve gir!
  706. tebeleş- müş. tebele-’ den.
  707. tebelet- et. tebele-’ den; kee biröö cığılğan eldi atı menen tebeletip ketti: düşen bazı kimseleri atlariyle çiğneyip geçtiler.
  708. tebetay = tebetey.
  709. tebetey = kalpak.
  710. tebil- tekme yemek.
  711. tebindi otu hayvanlar tarafından çiğnenmiş olan mahal.
  712. tebirçile- ayak altında çiğnemek (mes. çimeni) .
  713. tebiş- müş. tep- II’ den.
  714. tebüü tepme, tekme atma.
  715. tecemel : tecemel bala: sun’ î usullerle beslenen çocuk.
  716. tee işte, öteki, işte orada: , tee tigi (yahut tee tetigi yahut tee bereki) cerde: tâ öteki yerde, tâ orada.
  717. teecik 1. ağlayık (çocuk hakkında); 2. anlaşmıya gelmiyen, dik kafalı, geçimsiz.
  718. teek 1. bir küçük değnektir, ki bununla küçük tayın boynuna çıkta (bk.) sıkıştırılır; 2. kapı sürgüsü.
  719. teekte- teek (bk.) yardımiyle sıkıştırmak; kol teekte- : kolu burup bağlamak.
  720. teele- = teyle- ; malın teeleyt: hayvanları toplıyor (onarı muntazam bir şekle koyuyor) .
  721. teeme = tema.
  722. teep tep- II’ den gerundif.
  723. tege : mal- tege: hayvan, hernevi hayvan.
  724. tegele = degele.
  725. tegerek muhit, daire; şaar tegeregindegi: şehir yöresindeki şehir civarındaki; tegerek baş: yabanî havuç.
  726. tegerekte- kuşatmak, etrafında dolaşmak.
  727. tegerekteş- bir şeyi hep beraber kuşatmak, bir şeyin çevresinde hep birlikte durmak.
  728. tegerektet- et. tegerekte-’ den.
  729. tegerektöö kuşatma; imperialçıl mamleketterdin tegerektöönde bolup turabız: emperyalist devletlerle kuşatımış bir vaziyetteyiz.
  730. tegeren- yuvarlanmak, dönmek.
  731. tegerent- yuvarlamak, döndürmek.
  732. tegerenüü yuvarlanma dönme, devir.
  733. tegeret- yuvarlamak, döndürmek, çevirmek.
  734. tegeretüü yuvarlama, döndürme, çevirme, devir.
  735. tegi 1. katiyen büsbütün (menfi cümlede) ; tegi carabayt: büsbütün yaramıyor; 2. takviye için kullanılan kelimedir; tegi sen süylöböçö! : söyleme, Allah aşkına! ; çıkçı tegi! ; çık rica ederim! ; tegi aytkanıñ kelsin! : senin dediğin yerine gelsin!
  736. tegin I, 1. bedeva, meccanî; ekseñ egin içersiñ tegin ats. : ekin ekersen, bedeva yersin; tegininen: bedava; 2. boşuna, boş yere. II: egin tegin: hernevi hububat ve bitkiler.
  737. tegiriç eni 10-12 verşok (bir varşok arşının 16- da biri kadar bir uzunluk ölçüsüdür, M.) tan ibaret olan bir dokuma kilimidir, ki keçe evin içinde uuk’ un (bk. uuk I) büklümünün (matto’ sunun) bir parça altından geçer; tegiriç şım: bu gibi kumaştan dikilen şalvar.
  738. tegirmen değirmen; tegirmen tart- : deiğrmende hububat övütmek; tegirmen taş: değirmen taşı.
  739. tegirmençi değirmenci.
  740. tegirmençilik değirmenci mevkii yahut mesleği.
  741. tegiz 1. düz; tegiz col: düz yol 2. müsavi, denk; baarı tegiz keldi hepsi geldiler.
  742. tegizçildik müsavat.
  743. tegizçilik = tegizçildik.
  744. tegizde- düzlemek, tesviye etmek.
  745. tegizdel- düzeltilmek, tesviye edilmek.
  746. tegizdik seviye; madanıy tegizdik: medeniyet seviyesi.
  747. tegizdöö düzeltme, tesviye bir seviyeye getirme.
  748. tehnik r. teknisyien.
  749. tehnika r. teknik; tehnika ösümdüktörü: sınaî bitkiler.
  750. tehnikalık teknikî, fennî.
  751. tehnikum r. fen mektebi.
  752. tek I, 1. alt, aşağı; 2. temel; 3. zemin: sahre, tekevvün: formation; 4. menşe (içtimaî) ; tek sostavı: içtimaî teşekkül; tek cağınan cet element: içtimaî yönden yabancı olan unsur; ata tegi yahut tek cay yahut sade tek: içtimaî menşe; ata tegin caşırıp: içtimaî menşeini gizliyerek; ata teginen beri manap: (babadan evlâda intikal etmek suretiyle) irsî manap. II, 1. sükûnetle, rahatça tek tur. : rahat dur, sus; tek cür: kendini sâkin, rahat mütevazi tutmak; 2. boşuna; tek turğuça tegin işte; ats. : boş durmaktan bedava olsa da çalış!
  753. tekbir a. ululama (Allahı)
  754. tekçe (obada) kumaştan yapılan asma raf, raf.
  755. tekçey- küçücük ve zarif olmak.
  756. tekçeyt- et. tekçey- ’ dan; tekçeyte baylañan böktörünçök: derli toplu bağlanmış çıkın.
  757. teke I, 1. (enenmemiş) teke ; too teke: yabanî teke, dağ tekesi; sokur teke bir oyunun adıdır; tak teke: 1) bir oyun ismidir; 2) iplik üzerindeki palyaço (çocuk oyuncağı) ; tekeñdi soyğon kim bar? : senin tekeni kım kesti (ne sumurtuyorsun, kızıyorsun, küsüyorsun? ) ; küzgü teke cıttanat: son bahar tekesi gibi fena kokuyor; teke mañday: tam karşıda; kız teke: 1) (halk inanışı) hakikî cinsini saklamak ve düşman ruhları aldatmak için kız elbisesi giydirilmiş oğlan; 2) hünsa; teke sarğıl: kızıl saçlı; 2. Kırgız halk takviminde bir ayın adıdır. II = takı- .
  758. tekeber a. 1. kibir, grur, kurum; 2. müşkülpesentlik, güçbeğenirlik.
  759. tekeberdüü 1. kibirli, kurumlu; 2. müşkülpesent, güçbeğenir.
  760. tekeçe bir yaşında olan erkek oğlak.
  761. tekeçer 1. üçüncü yaşına basmış olan teke; 2. tek husyalı teke (iğdiş etme ameliyesinin muvaffak olmamasından dolayı) .
  762. tekey : koy tekey: Anemone ranunculoides (ot) ; cılkı tekey: (bir otun adıdır) .
  763. tekireñ dört nala koşma, dörtleme, sekerek yürümek (meş. ayaklarına köstek vurulmuş at hakkında) ; tebireñ- taskak menen bara atabız: kâh dört nala koşturarak kâh link yürüyüşle gidiyoruz; tekireñim tügöndü: bıktırdı. kabak tadı vermeye başladı.
  764. tekireñde- dörtnal koşmak. sekerek koşmak.
  765. tekireñdeş- müş. tekireñde-’ den.
  766. tekireuñdet- dörtnala koşturmak , sekerek koşturmak.
  767. tekireñdetüü işs. teireñdet- ’ ten.
  768. tekireñdöö dörtnala. sekerek koşma.
  769. tekis = teket.
  770. tekke boşuna, beyhude; tekke ket- : boşuna gitmek. helâk olmak: kur tekke: büsbütün boşuna. büsbütün faydasız yere; tekke berseñ, albaym: bedava versen dahi almıyacağım.
  771. temkat f. : tekmat kur: tokalı kuşak. kemer.
  772. teknik = tehnik.
  773. teknike = tehnika.
  774. teknikelik = tehnikalık.
  775. tekniköm = tehnikum.
  776. teköör 1. (horoz) mahmızı: 2. (yırtıcı kuşlarda) art tırnak: 3. pençeleme.
  777. teköörlöş- 1. biri birini mahmızlarla vurmak ( horozlar hakkında ) ; 2. mec. tutuşma, dövüşmek.
  778. teköörlöşüü işs. teköörlöş- ’ ten.
  779. teksiz 1. soysuz; 2. es. adî, tanınmamış aileden neşet eden: kara halktan çıkmış olan.
  780. tekst r. metin.
  781. tekşer- 1. tetkik etmek (davayi) , tahkikat yapmak teftiş etmek; 2. tetkik etmek, araştırmak.
  782. tekşeril- 1. görülmek, teftiş edilmek (iş hakkında) ; 2. tetkik edilmek, araştırılmak.
  783. tekşerilüü işs. tekşeril-’ den.
  784. tekşert- et. tekşer-’ den.
  785. tekşerüü 1. görme (işi) , tetkik, etme tahkikat yapma, teftiş etme, yoklama; tekşerüü komissiyası: teftiş komisyonu; partiye dokumenttrin tekşerüü: Parti vesikalarını yoklama; 2. tetkik.
  786. tekşerüüçü 1. tahkiat yapan. müfettiş; 2. tetik eden.
  787. tekşi müsavi, denk, baştan başa; tamamiyle; baarı tekşi: hepsi baştan başa. hepsi tamamiyle.
  788. tekşöö = tekşerüü.
  789. tekte- yahut tegin tekte: (birisinin) menşeini araştırmak.
  790. tektir tepe. tümsek. yükseklik.
  791. tektirçe tepecik. küçük tümsek.
  792. tektüü asîl.
  793. tetüülük esalet.
  794. tel yabancı annenin yanına terkedilen genç hayvan; eki enege tel kozu: iki anayı emen kuzu.
  795. telçi- ilk adımları atmak, yürümeye başlamak (çocuk, yavru hakkında) bala telçip basıp kaldı: çocuk yürümeye başladı; kozu telçigende köçöbüz: kuzular yürümeye başladığında göçeceğiz.
  796. telçik = telçi- .
  797. telçiş- müş. telçi-’ den.
  798. telçit- yürümeye başlamak için yardım etmek (çocuğa, hayvan yavrusuna) .
  799. telçitüü işs. telçit-’ ten.
  800. telefon r. telefon.
  801. telefonistka r. telefoncu kız.
  802. telegey 1. muhit, dolay telegeyi tegiz yahut telegeyi teñiz yahut telegeyi teñ: her şeyi uygun gidiyor; hiçbir düşüncesi yok; 2. = telbegey; temir kiygen coobu dep. telegey kiygen kızbı dep folk. : bu, demir giymiş düşman değil mi? bu, keçe şapka giymiş kız değil mi?
  803. telegeylüü şümûllü. cihanşümûl.
  804. telegraf r. telgraf.
  805. telegrafist r. telgrafçı.
  806. telegramma r. telgraf, telyazı.
  807. telek : ala telek: karın erimesi neticesinde açılan toprak, yer yer bu gibi açıklıkları çok bulunan yer; cer beti ala telek bolup kaldı: yer yüzü ala teleklerle kapandı.
  808. teli I. 1. bu bir hastalıktır, ki bunun neticesinde göğde iğrilir ( başlıca atlarda) ; teli coru çaldıbı. emine boldung Maaniker? folk. : sana ne oldu Maniker (at) yoksa teli hastalığiyle mi hastalandın? ; 2. deli, aklını oynatmış;3. = temteñ.
  809. teli- II. hayvan yavrusunu başka bir anneye katmak.
  810. telilüü kuduz illetiyle musap omak (at hakkında) .
  811. telin- 1. yalvarmak; 2. tabi bir durumda bulunmak.
  812. telki 1. dağ tekesinin dişisi; 2. parça. hisse; altıdan bir telki: altıda biri.
  813. telmeç almaç sözünün tekidir.
  814. telmir- imrenmek intizarla bakmak.
  815. telmire = temir- .
  816. telmiriş- müş. telmir-’ den.
  817. telmirüü işs. telmir-’ den.
  818. telpegey bir çeşit geniş kenarlı keçe şapka.
  819. telpey- 1. = selpey- I ; 2. sarkmak, asılı halde sallanıp durmak; aldıñkı eegi telpeyip folk. : alt çenesi sarkarak.
  820. telpeyt- at. telpey-’ den.
  821. telpik üstü başı yırtık pırtık olan, perişan kıyafetli.
  822. teltek altek sözünün tekidir.
  823. teltirekte- ayakları dolanarak yürümek (pek fazla yorulmuş veya sarhoş adam hakkında) .
  824. tektirektöö işs. teltirekte-’ den.
  825. tema r. mevzu.
  826. tematika r. muayyen bir konu gurupu.
  827. tembr . r. perde (ses) .
  828. teme = tema.
  829. temene çuvaldız.
  830. temgek leke, işaret, im, benek.
  831. temegekte- . iz bırakmak. leke yapmak.
  832. temgil 1. benek; 2. benekli; temgil kök: benekli kır (at donlarından) .
  833. temin I: temin aydoo- : ekinlerin üzerinden hayvan sürmek süretiyle tanelerini ayırmak (harmancı ortada durarak, sıraya dizilmiş hayvanları sürer) .
  834. temin- II, 1. (atlı hakkında) : atı sürmek için ayaklariyle onun böğürlerine vurmak, tepinmek; atın öpköğö teminip: ayaklarıyla atının büğürlerini döverek (atlı hakkında) ; 2. mec. ileri gitmeye cehdetmek.
  835. temindir- et. temin- II’ den; temindirbey ırğağan folk.: mahmuzla- maksızın koşan (at) .
  836. temingi üzengi kayışının aşağı kısmı.
  837. teminiş- müş. temin- II’ den.
  838. teminöör eğer tepindirikleri.
  839. temir demir; bez temir- : trpanın tepesini pekiten demir parçası; temir-tezek bk. tezek 3; çiy temir : işlenmemiş demir parçası, çiğ demir.
  840. temirgen = tegirmen.
  841. temirötkü yahut temiretki : (tendeki) ekzema, temriye.
  842. temirten 1. elişi olan Kırgız bıçağı: 2. kazan kazımak için kullanılan aşınmış ve körleşmiş adî bıçak; 3. hernevi hurda demir.
  843. temp r. tempo.
  844. temperatura r. suhunet. ısı.
  845. temsele- elyardımiyle yürümek, emin olmaksızın korka korka gitmek, gayet yavaş yürümek.
  846. temteñ atlarda kuduz illeti.
  847. temteñde- 1. temteñ (bk.) illetiyle hastalanmak: 2. sendelemek, sallanarak yürümek, korka korka basarak gitmek.
  848. temteñdet- et. temteñde-’ den.
  849. temtengdetüü işs. temteñdet-’ ten.
  850. temtey = temteñde- 2; temteyip calğız kele cattım ele: tek başıma hazîn bir tavırla ağır ağır yürüdüm.
  851. temtire- = tentire- .
  852. ten f. beden. cisim; can-ten menen kiriş- : canla başla girişmek; bir işe özenle , gayretle, ciddiyetle başlamak; mağa ten: (bu) bana aittir; moynuna ten albay koydu: üstüne amaldı; albadım, dep, ten albadı: inkâr ederek, almadı diyor.
  853. tene f. beden, ten.
  854. teñ 1. denk; teñ şayloo: denk, müsavi seçimler; teñ carım: tam yarı; eki at teñ keldi: iki at (koşuda) aynı zamanda geldiler; teñ emes denk değil; teñi cok: dengi yok, eşi bulunmıyan; başkalardı teñine albayt: başkaları adam yerine koymuyor; teñme- teñ: denk olarak, aynı hisleri taşıyarak; meniñ teñim: benim yaşıtım, benim arkadaşım; 2. yarı; teñinen köp: yarıdan fazla; kozunuñ teñ pulu: kuzu değerinin yarısı; 3. karı kocadan biri, koca, karı, yavuklu, nişanlı ( delikanlı ve kız ) ; 4. hepsi; mecmuu; törtöö teñ: dördü birden; barı teñ: hepsi; hepsi birden; törtööbüz teñ: dördümüz birden.
  855. teñçil müsavata. adalete meyyâl olan.
  856. teñçilik müsavat, hukuk müsavatı.
  857. teñde- denk etmek, müvazeneli bir şekile koymak; kadırıñ tabar katın al, teñdep otun al folk. : kadrını bilecek karı al, hayvan üzerine odunu denkleştirerek yükle.
  858. teñdel- denk olmak, bir sıraya gelmek.
  859. teñdeme denkleştirme.
  860. teñdeş I, denk, müsavi.
  861. teñdeş- II, müş. tende-’ den; sen ağa teñdeşpe: sen onunla denk olma.
  862. teñdeşsiz eşsiz. misli bulunmıyan.
  863. teñdeştik denklik, müsavat; teñdeştik salmak: izafî sıklet.
  864. teñdeştir- denkleştirmek, bir seviyeye koymak.
  865. teñdet- bir hizaya koymak.
  866. teñdik 1. denklik, hukuk müsavatı; 2. es. yemin ederek şehadet, başkasının şehadetinin doğruluğunu tasdik ederek edilen yemin; kaalağan cerden teñdik alsın: benim şehadetimin doğruluğunu yahut suçsuzluğunu tasdik etmek için istediği adamı çağırsın (karş. can sal- : can II maddesinde) ; eyesi teñdikke könsö da, uuru könbeyt ats. : (çalınan) eşyanın sahibi ant içmeye muvafakat ediyorsa da, hırsız muvafakat etmiyor.
  867. teñdiksizdik denksizlik, müsavatsızlık.
  868. teñdöö 1. denkleştirme; 2. mat. muadele.
  869. teñdüü denkli, eşi bulunan, müsavi; özü teñdüü adam: kendisi gibi adam, kendisine denk gelen adam.
  870. teñe- denkleştirmek, müsavi kılmak; uzunu kırk metr teñegen: boyu kırk metreye muadil olan.
  871. teñel- denk gelmek, müsavi olmak; mağa teñelbe! : sen benimle boy ölçüşme! balağa teneğlbe! çocukça hareket etme!
  872. teñelt- denkleştirmek.
  873. teñeş- boy ölçüşmek.
  874. teñeştir 1. denkleştirmek, müsavi kılmak; 2. (uzunluk ve boy hususunda) mukayese etmek, karşılaştırmak.
  875. teñeştirüü 1. denkleştirme; 2. karşılaştırma, mükayese.
  876. teñet- et. teñe- ’ den.
  877. teñge 1. (Şimalî Kırgızlıkta) ruble. 2. (Şimalî Kırgızlıkta) bir ruble yahut 50 kapik kıymetinde olan gümüş sikke ; 3. (Cenubî Kırgızlıkta) 20 kapik; 4. çeç teñge: kadın saç örgüsüne takılan gümüş ( daha ziyade gümüş paradan olan ) zinet; 5. teñge çöp: bir çeşit yonca ( Medicago lupulina) .
  878. teñgeel denk, müsavi, boy ölçüşebilen,rekabete muktedir olan.
  879. teñirekey sivrilip duran.
  880. teñireñde- 1. hareketlerinde burun ucu yukarıya çevrilmiş olan kimseye benzemek; 2. mec. fena saldırmak.
  881. teñirey- ucu yukarıya doğru çevrilmiş olmak (burun hakkında)
  882. teñiri Tanrı.
  883. teñirsi- aşırı derecede caka satmak.
  884. teñiz I, deniz. II, iyi arkadaşlık edebilen, uysal (insan hakkında) ; telegeyi teñiz. bk. telegey.
  885. teñke = teñge.
  886. teñkey- kalın karınlı ve yürürken kıçını oynatır olmak.
  887. teñsel- mevzun ve ağır bir surette sallanmak; bir parça sallanmak.
  888. teñseldir- et. teñsel-’ den.
  889. teñselgiç saat rakkası.
  890. teñselt- mevzûn ve ağır bir surette sallamak; bir yandan o bir yana sallamak.
  891. tenseltüü işs. tenselt-’ ten.
  892. teñselüü mevzun ve ağır sallanma.
  893. teñsin- kendini denk, müsavi saymak.
  894. teñşer- = tekşer- .
  895. teñşeril- = tekşeril- .
  896. teñşerüü = tekşerüü.
  897. teñtayla- : teñtaylap aytış- : biri birinden geri kalmıyarak münakaşe etmek.
  898. teñtaylaş- müş. teñtayla-’ dan; tentayğlaşıp turat: (kuvvetçe ve biribirine karşı muamele v.s. itibariyle) biri birinden geri kalmıyorlar. biri birine denktirler.
  899. teñtuş 1. denk, müsavi; 2. yaşıt, çocukluk arkadaşı.
  900. teni- = tenti- .
  901. tentek 1. şuh, oynak, muzip; 2. delice.
  902. tentekten- şuhluk, yaramazlık etmek.
  903. tentektik 1. yaramazlık, şuhluk, muziplik; tentektik kılba! : yaramazlık etme! muziplik etme: 2. kaçıklık (şuur bozukluğu) .
  904. tenti- başı boş gezmek. serserice dolaşmak. yurdundan, kendi halkından ayrılıp gitmek; sen kayda tentip cürdüñ? sen nerelerde dolaştın? ; tentip tentip: serserice dolaşarak.
  905. tentimiş serseri.
  906. tentire- = tenti- .
  907. tentit- et. tenti-’ den.
  908. tentüü başı boş dolaşma. serserice gezme.
  909. teoriya r. nazariye.
  910. teoriyaçı nazariyatçı.
  911. tep I, te hecesiyle başlıyan kelimelere takviye için katılır; tep-tegerek: yuşyuvarlak; teptegiz: dümdüz. II, ( gerundifi teep’ tir ) tepmek. çifte atmak. ayakla vurmak; ayakla dürtmek; muz tep- : buz üzerinde kaymak (demiryakla, yani paten ile yahut düzce ayakla) ; kandıñ tepkeni: nabız tepmesi; selkinçek tep- : salıncakta sallanmak.
  912. tepçi- tegellemek; mık menen tepçip saldı: çivi ile tutturdu; suunu tepçip keç- : suyu sığ yerlerini bularak seçerek geçmek; terip- tepçip: derleyip toplayıp, teferruatına kadar dikkat ederek: terip- tepçip ayt- : mufassal bur surette inceden inceye söylemek, anlatmak.
  913. tepe = tepI; tepe-teñ yahut tep tepeteñ: büsbütün denk; tepe-tegiz: dümdüz; dünüyönü tepe- tegiz kıldırıp: dünyayı dolaşarak.
  914. tepek mantar.
  915. tepeñde- sık sık mahmuzlamak (atlı hakkında) .
  916. tepeñdet- et. tepeñde-’ den.
  917. tepeñdöö işs. tepeñde-’ den.
  918. tepeteñ = tepe- teñ (bk tepe ) .
  919. tepey- öne doğru çıkmak; çıkık durmak (küçük nesne hakkında) ; eki toonuñ arasındağı tepeygen alaçık: iki dağın arasında sivrilip duran kulübe.
  920. tepeyt- et. tepey-’ den arğımağın kekeytip, kök kepiçin tepeytip, colğo cürüp kalsın. de folk. : söyleyin ona, atını kızdırarak, mavi pabuçunu giyerek yola çıksın.
  921. tepireñde- hareket etmek (küçük ve sıska hakkında) .
  922. tepirey = tepey.
  923. tepke . tepkek, mus. keman köprüsü.
  924. tepki . tekme. tepme: tepki ce- : 1) tekme yemek; 2) mec. hakaretlere ve cebirlere maruz kalmak; tepkinin aldına al- : tekme atmak suretiyle dövmek; tepkiye cer: kısa mesafe, yakın (harf. : tekme atılacak kadar yakın yer ) .
  925. tepkiç 1. basamak; 2. merdiven; 3. ustalıkla ve şiddetlice tekme atmasını bilen; iyi kapan (alıcı kuş hakkında).
  926. tepkile- tekme atmak. tepmek dövmek.
  927. tepkilet- et. tepkile-’ den.
  928. tepkilöö işs. tepkile-’ den.
  929. tepse- 1. ayaklar altına almak çiğnemek, ezmek. at tepsegen: at çiğnemiş; araba tepsegen it: arabanın ezdiği köpek: 2. mec. zulmetmek; balçıktay tepse- : fena zulmetmek.
  930. tepseen = tepsöörün.
  931. tepsel- 1. ayak altında çiğnenme; tepselgen tema: çiğnenmiş konu; 2. mec. zulmedilmek.
  932. tepsendi = tepsöörün.
  933. tepset- et. tepse-’ den; çöptü malğa tepsetip ciberdi: hayvanlara otu çiğnemeye müsaade etti.
  934. tepsetil- müt. tepset-’ ten.
  935. tepsöörün : eliñ tepsöörünü: insanların gezdiği yer; tepsööründö kalğan: (kalabalığın. atlıların) ayakları altında çiğnendi kaldı.
  936. tepşi oymak suretiyle yapılmış küçük ağaç tekne.
  937. ter I, ter; kara terge tüş- : ter dökerek bitap düşme; seni kara ter kısıp turabı? : neden bunca üzülüyorsun? ne zorun var? ; aram ter. bk. aram; at teri kaypayt: uğraşmasına değmez; ter al- : atı yarışlara hazırlamak.
  938. ter- II, dermek toplamak; onun ter: odun toplamak; pakta ter- : pamuk dermek.
  939. terbey arbay sözünün tekidir.
  940. terçil çok terliyen.
  941. terde- terlemek; at calı köldöp terdegiçe tappadım: neticesiz araştırmalarla canım çıktı.
  942. terdel terlemek.
  943. terdeme humai racia.
  944. terdet- et. terde-’ den.
  945. terdetüü işs. terdet-’ ten.
  946. terdik teğelti; kuu terdik: at kullanmasını bilmiyen kimse.
  947. terdikte- teğelti sermek; cabdık salıp tertiktep folk. : teğelti sererek ve eğerliyerek.
  948. terdir- derletmek, toplatmak.
  949. terdirüü . derletme.
  950. terdöö terleme.
  951. terebel yahut tere bel: etraf.
  952. terek kavak; bay terek: titrek kavak: kara terek: karakavak; ak terek: akçakavak.
  953. tereñ . derin.
  954. tereñde- derinleşmek.
  955. tereñdet- derinleştirmek.
  956. tereñdetüü işs. tereñdet-’ ten.
  957. tereñdik derinlik.
  958. tereñdöö . işs. tereñde-’ den.
  959. tereze . f. pencere.
  960. terge- 1. tahkiat yapmak; bakmak, tetkik etmek (bir işi) ; 2. es. (kadınlar hakkında) ( o kadın için yasak olan) bir kelime yerine başkasını kullanmak.
  961. tergööçü sorgu hâkimi.
  962. teri deri; terisi tr. bk. tarı- : teri tersek. bk. tersek.
  963. teriçi 1. derici 2. es. deri ticareti yapan.
  964. terigüü incitme. tahkir.
  965. terik- gücenmek.
  966. teriktir- et. terik-’ ten.
  967. teril- derlenmek, toplanmak.
  968. terim . derleme, toplama, pakta terimi: pamuk toplaması; birinci terim pakta: birinci devşirmenin pamuğu.
  969. terimçi I. toplayıcı (mes. pamuğu) . II. örülmüş koşum takımları yapan saraç; koş aydağan eginçi, kamçı örüüçü terimçi folk. : çift süren çiftçi, kamçı ören saraç.
  970. teris = ters.
  971. terisken bir otun adıdır.
  972. teriş- müş. ter- II’ den.
  973. teriştir- soruşturmak, bütün tafsilâtiyle sormak.
  974. terki : arkı- terki, bk. arkı.
  975. terme derme.
  976. termeçik ufak-tefek yakacak (yonga çalı çırpı ve s.) .
  977. termel- deprenmek, sallanmak, dalgalanmak.
  978. termele it. ter- II’ den ; çöp termele- : (hayvanlar hakkında) otu koparmak.
  979. termet- depretmek, sallamak, dalgalandırmak.
  980. termetli- pas. termet-’ ten.
  981. termetüü depretme, sallama.
  982. termin r. terim, ıstılâh.
  983. terminologiya r. terminoloji.
  984. territoriya r. toprak, arazi.
  985. terror r. tedhiş.
  986. terrorçu tedhişçi.
  987. terrorduk tedhişe ait, teröre müteallik.
  988. ters aksine, içi dışa çevrilmiş; ters ket- : tersayak; ter eles: serap; ters bağıngkı gram. : tâbi ilzamî cümle.
  989. tersayak dik kafalı, inatçı.
  990. tersayaktık dik kafalılık, inatçılık.
  991. tersek : teri-tersek : hernevi deri, her çeşit ham deriler; arsak-tersek, bk. arsak.
  992. terseldey : tegele keptin terseldeyi oşo ğo: konuşmanın özü asıl bundan ibarettir.
  993. terşi karşı sözünün tekidir.
  994. terüü derleme, toplama; pakta terüü: pamuk derlemesi, toplaması.
  995. tes : tes talaş: kendi hissesini istemek, (bir şey hususunda) iddiada bulunmak.
  996. tesbe = tespe.
  997. tesirey- göz dikmek, dikkatle bakmak.
  998. tesireyüü işs. tesirey-’ den.
  999. teske- 1. yoklamak, incelemek (şu veya bu işi) ; 2. tanzim etmek, idare etmek.
  1000. teksel- müt. teske-’ den.
  1001. teskeri aksi tarafa; aksi; teskeri bata: bethahlık, betdua; teskeri tip: ed. menfi tip.
  1002. teskerilen- yüz çevirmek; ters tarafa dönmek.
  1003. teskerilet- ters tarafa çevirme, döndürmek.
  1004. teskeriletüü ters tarafa çevirme, döndürme.
  1005. teskeş- müş. teske-’ den.
  1006. teskey güneş görmeyen gölgeli yer, mañday teskey, bk. mañday.
  1007. tesköö 1. yoklama; 2. yoluna koma, tanzim etme.
  1008. teskööçü bir işi tertip ve tanzim eden.
  1009. tespe a. tesbih; tespe tart- : tesbih çekmek.
  1010. teste f. deste, tutam (ekin biçenin avucuna topladığı ekin ve s. tutamıdır, ki bunları toplayıp, sonradan demet şeklinde bağlarlar; bir kaç testeden bir tane ekin demeti çıkar) .
  1011. testeer = destiyer.
  1012. testele- teste şeklinde toplamak (bk. teste ).
  1013. testelen- teste (bk.) şeklinde toplanmak.
  1014. testelöö teste şeklinde toplama (bk. teste) .
  1015. teş- delmek, deşmek; ok teşe tiydi: kurşun delerek geçti; teşe tekşır- : inceden inceye tetkik etmek; teşe tikte, bk. tikte 2; közün teşip karayt: intizar vaziyetinde bakıyor.
  1016. teşe I = kerki. II, bir arazi ölçüsü (1,09 hektar kadar) .
  1017. teşik delik, delinmiş.
  1018. teşil- pas. teş-’ ten; karay berip közüm teşildi: bakmaktan gözüm delindi.
  1019. teşkiç demir delmek için dört kenarlı çelik zımba.
  1020. teşkile- mükerreren delmek, birkaç defa yahut birkaç yerden delik açmak.
  1021. teştir- et. teş-’ ten.
  1022. teşüü delme, delik açma.
  1023. tete müsavi; küçü mağa tete: güç yönünden bana denktir; caña tete: (o da) adamdır, (onun da) canı vardır.
  1024. teteleş kuvvetçe denk, musavi.
  1025. tetigi işte öteki; tetigi üydö: öteki evde; tetiginde: işte orda; tetiginden: işte oradan.
  1026. tetik 1. üzerinde bir şeyin döndüğü mil, mihver; 2. menteşe mili; 3. mekanizma 4. es. cihaz, organ (hakimiyet teşkilâtı, kurumu) ; tömönkü tetikte: aşağı cihaz, aşağı organlar (kurumlar) ; keñeş tetikteri: Sovyet kurumları; 5. hamarat, anlayışlı, çevik; köönü tetik: canlı; tişim ketik bolso da, köönüm tetik: ats. dişim gedik olsa, da, gönlüm canlıdır, gençtir: tetik ündüü: db. hanekileşmeye müstait olan sesli (voyel) .
  1027. tetir = tetiri.
  1028. tetiri bilâkis, tersine.
  1029. tetiriklik terslik; işterinin tetirigin körsötömün: işlerinin ters gittiğini göstereceğim.
  1030. tetirinçe bilâkis, aksine.
  1031. teyle- 1. tamamlamak, tanzim etmek; cumuştu teylep koyup barayın: işi bitireyim de öyle gideyim; 2. hizmet etmek; bakmak; mal teyle- : hayvanlara bakmak (onları intizama koymak) .
  1032. teylöö 1. bitirme, tamamlama, yoluna koyma; 2. bakma, hizmetini görme; zayım karmooçulardı ülgülüü teylöö: ellerinde istikraz tahvilleri bulunanlara örneklik bir tarzda hizmet etme.
  1033. teytey- biçimsiz, hantal olmak biçimsizce yürümek.
  1034. tez I, kerege (bk.) ve uuk (bk. uuk I ) yapmak için kullanılan aygıt, doğrultma aleti; tezge sal- : 1) tez’ e koyma; 2) mec. sıkıştırmak (dersini verme) . II, f. seri, çabuk, tez; tezinen: tezelden; tezinen çara körbösö: tezelden çarası görülmezse; köp bergenden, tez bergen: ats. çok vermekten çabuk vermek yeğdir.
  1035. tezdet- tacil etmek.
  1036. tezdetil- tacil edilmek.
  1037. tezdetüü tacil etme.
  1038. tezdik sür’ at, çabukluk, tezlik.
  1039. tezek 1. at tersi; mağa karağanda, al tezek terip kalat: benimle yarışa çıktığında tezek derip kalır (o, benimle boy ölçüşemez) ; 2. tezek (yakacak) ; 3. temir-tezek: her nevi demir; demir emtya.
  1040. tezis r. tez.
  1041. tıbır : tıbır-tıbır camgir tibirayt: tikir tıkır yağmur yağıyor.
  1042. tıbıra- tepinmek, çırpınmak (ağlayan çocuk hakkında) ; ayak patırtısı çıkarmak, daha bk. tıbır.
  1043. tıbırat- et. tıbıra- ’ dan.
  1044. tıbırçıla- = tıbıra- .
  1045. tıbırçılat- = tıbırat; butun tıbirçaltip: ayaklariyle tepinerek.
  1046. tıbış ses, seda; sozulma tıbış: db. uzayan ses; kıska tıbış: db. kısa ses: tıbış tüşüşü: db. sesin düşmesi.
  1047. tıbıt 1. tiftik; 2. = çöbögö.
  1048. tığılı- tıkılmak, sokulmak; cürük oozğo tığılağanda: mec. sıkışık bir zamanda.
  1049. tığılış itiş-kakış, izdiham.
  1050. tığın I, tıkaç, mantar, tıpa.
  1051. tığın- II, mut. tık- II’ den; (kendine) tıkamak, tıkmak; çapandı başıña tığın! : kaftanı baş altına koy! : baş ayağıña tığınıp atasıñ: (giyimi) hem baş altına, hem ayak altına sermişsin.
  1052. tığınçık = tığın I.
  1053. tığında- tıkamak, sıkı kapatmak.
  1054. tığındat- et. tığında-’ dan.
  1055. tığındoo tıkama, sım sıkı kapatma.
  1056. tığırçık kısa boylu, sağlam ve tıknaz (insan ve hayvan hakkında) .
  1057. tığız . 1. sağlam. sık. gergin. dar; tığız baylanış: sıkı rabıta sıkı temas; tığız baylanışkan: sıkı bağlanmışlar; sıkı temasta bulunanlar 2. acele, müstacel; tığız buyruk: sıkı emir, müstacel buyruk; tığız cumuş: müstacel iş.
  1058. tığızdık 1. sıklık, darlık; 2. müstaceliyat.
  1059. tığuu tıkma, sokma, tıkama.
  1060. tık I: tık ele turup kaldı: şıp diye duruverdi; tık tık etken = tıkıldağan (bk. tıkılda-) ; tık-tık cötöl- : kesik kesik öksürmek. II. tıkmak, tıkamak, sokmak.
  1061. tıkan derli toplu, çevik.
  1062. tıkandık derli topluluk, dikkat. meharet.
  1063. tıkçığıy bünyesi kuvvetli olan tıknaz.
  1064. tıkçıñda- hareketlerinde tıknaza benzemek.
  1065. tıkçıñdat- zorla tıkmak.
  1066. tıkçıy- küçük, şişmanca, sık. tıknaz olmak (insan hakkında) .
  1067. tıkılda- kesik kesik ve sık sık takırtı yapmak; tıkıldap cötölüp atat: kesik kesik ve sık sık öksürüyor; tıkıldağan: aceleci.
  1068. tıkıldat- et. tıkılda-’ dan; eşikti tıkıldattı: kapıyı vurdu ( sık sık ve kesik kesik) .
  1069. tıkır 1. kıtırtı, kıtırdama; 2. olağanüstü, müstacel; tıkır buyruk: müstacel emir; tıkır cumuş: müstacel iş.
  1070. tıkırla- . hızlandırmak, süratlendirmek.
  1071. tıkırlat- . hızlandırmak hususunda israr etmek, direnerek istemek; alasasın tıkırlatıp turat: alacağının acele ödenmesini istiyor. alacağının ödenmesi hususunda israr ediyor, sıkıştırıyor.
  1072. tıkıy- kısa biçimde olmak, kısa olmak.
  1073. tıkıyıt- et. tıkıy-’ dan; attı tıkıyta koyuptur: atı kısa bağlamıştır; sakalın tıkıytıp kırkıp koyğon: sakalını kısa (derli toplu) kırpmış.
  1074. tıkıyuu . işs. tıkıy- dan.
  1075. tıl r. as. cephegerisi.
  1076. tım I: tım-tırs = tımtırs, tım- tırakay = tımtırakay.
  1077. tım- II = içinen tımıp: içinde saklayarak.
  1078. tımısın = tımızın.
  1079. tımızın yavaşça, sessizce ihtiyatla, sezdirmeden, gizlice, etekaltından tımızın bol- : susmak, ağızdan tek bir kelime bile kaçırmamak, nefesini kısmak; tımızın süyünüp kaldı: içinden sevindi; tımızın coldor menen: gizli yollardan.
  1080. tımızındık sözsüzlük. sır; tımızındıkta kalıp kele catat: iş bir sır olarak kalıyor. ifşa edilmiyor.
  1081. tımpıy I, susma oyunu.
  1082. tımpıy- II, tam bir sükûtu muhafaza etmek. susmak, tek bir kelime bile ağızdan kaçırmamak; tımpıyıp, unçukpay kaldı: sustu, ağzını kapadı; tımpıyıp ooz açpay cüröt: susarak ağzını açmadan geziyor.
  1083. tımpıyuu işs. tımpıy-’ dan.
  1084. tımtırakay her biri bir yana dağılarak; tımtırakay çıktı: (panik içinde) her biri bir tarafa dağıldılar: kiyimdin tımtırakayın çığardı: bütün giyimi eskitip parça parça etti.
  1085. tımtırs sükûnet (sessizlik) . ara. kısa fasıla; dülöy tımtırs: tam sessizlik. çıt yok.
  1086. tın I, 1. nefes; 2. dinlenme. fasıla. teneffüs.
  1087. tın- II, dinlenmek, tevakkuf etmek, rahat etmek; eki tınıp keldim: yolda iki defa dinlendim; tındım kıl- : yok etmek; cooçuluğu bar bolso. tındım kılıp salayın folk. : düşmanlığı varsa, ben onu yok ederim.
  1088. tınar 1. kuş 1 (bk.) nevilerinden biri; 2. destek, dayanak, umut; ezilbey kantem, Bököy, men: elimdin ketti tınarı folk. : nasıl üzülmeyim, Bököy, halkım dayanağını kaybetti.
  1089. tınç rahat. sâkin. sükûnet; tınçımdı aldı: rahatımı kaçırdı; tüdüñ tınçın alıp: gecenin sükûnetini bozarak.
  1090. tınçı- 1. rahat etmek, sükûnet bulmak, sütliman olmak; 2. (et hakkında) bir parça bozulmak.
  1091. tınçıt- 1. teskin etmek, sütliman haline komak; 2. (et hakkında) bir parça bozmak; etti tınçıtıp ceyli: eti bir parça eskitip yiyelim.
  1092. tınçıtuu = tındıruu; özün özü tınçıtuu: kendi kendini teskin etme.
  1093. tınçıtal- . dinmek rahat etmek, sükûnet bulmak.
  1094. tınçtık sükûnet, rahatlık, huzur; ötügüñ tar bolso. üydün tınçtığınan ne payda! ats. çizmen dar olursa, evin rahatından sana ne fayda!
  1095. tındım . bk. tın II.
  1096. tındır- et. tın- II’ den işin tındır: işlerine bak da aralarını bul!
  1097. tındıruu teskin.
  1098. tıñ 1. canlı. çevik. dinç. sağlam, dayanıklı, kudretli; tıñırak cür! : (kanburunu çıkarmadan, gevşemeden) bir parça canlıca yürü! ; öz canına tıñ: ihtiyaç hissetmeksizin yaşıyor; tıñ ookat kılıp turam: başkalarından daha fena, daha aşağı yaşamıyorum; atım tıñ, cürböy kala elek: atım daha canlıdır, yorulmamıştır; kiyim başı tıñ: üst başı fena değil (oldukça iyi giyinmiş).
  1099. tıñ- II, dinlenmek, hastalıktan iyileşmek, kendine gelmek, canlanmak.
  1100. tıñçı 1. gizlice söz dinleyen, gözcü, hafiye. câsus; 2. folk. : basiretli, ilerisini gören.
  1101. tıñçılık câsusluk.
  1102. tıñda pekitmek, tanzim etmek, kiyimiñdi tıñdap al! : giyimine çeki düzen ver. zarurî olan elbise tedarik et!
  1103. tıñduu = tıñ I.
  1104. tıñduusun- kendini başkalarından kuvvetli, daha mahir saymak.
  1105. tıñğılık rehin, teminat.
  1106. tıñğılıktuu müsterih, memnun.
  1107. tıñı- kuvvetlenmek, iyileşmek, düzelmek.
  1108. tıñıt- et. tıñı-’ dan.
  1109. tıñkılda- çığlıkla gülmek.
  1110. tıñkıldat- et. tıñkılda-’ dan.
  1111. tıñkıldoo çığlıklı gülüş.
  1112. tıñkıy- kangallanmak, küçük, lâkin şişman olmak; tıñkıyıp ukta- : bacakları bükmek suretiyle uyumak (başlıca. kadınlar hakkında) .
  1113. tıñşa- dinlemek, kulak vermek, gizlice dinlemek.
  1114. tıñşoo dinleme, gizlice kulak verme.
  1115. tâınıç = tınç.
  1116. tınıççılık rahatlık, rahat ve sâkin zamanlar, refah, bolluk.
  1117. tınıçtal- = tınçtal.
  1118. tınıçtık = tınçtık.
  1119. tınığuu sükûnet bulma, dinlenme; tınığuu üyü: dinlenme evi.
  1120. tınık- sükûn bulmak, dinlenmek hastalıktan iyileşmek; tığınıp kele atasıñbı? : artık iyileşiyorsun, değil mi? kendini daha rahat hissediyorsun, değil mi?
  1121. tınım 1. soluma (bir nefes alma ve verme) ; tınım ubakıt ötkön soñ: birkaç lahzadan sonra; 2. sükûnet bulma, istirahat, huzur; tınım tap- : rahatlanmak; kündüz tınım, tündö uyku bilbeyt: gündüz rahat, gece uyku görmüyor; 3. sükûn, fasıla, pause; 4. teneffüs.
  1122. tınımsız duraksız, durmaksızın, fasılasız, arasız, nefes almaksızın; tınımsız iş cuması: fasılasız iş haftası.
  1123. tınımsızdık tevakkufsuzluk, fasılasızlık.
  1124. tınış I, 1. soluma; 2. ara, pause: tınış belgisi: noktalama işareti.
  1125. tınış- II, müş. tın II’ den.
  1126. tınoo 1. solurken çıkarılan buğu yahut hava; 2. sükûnet, rahatlık.
  1127. tıntık 1. küçük (insan hakkında) ; 2. küçük ve basık burunlu.
  1128. tıntıy- 1. küçük olmak (insan hakkında) ; 2. küçük ve basık burunlu olmak.
  1129. tıp I, tı hecesiyle başlayan sözlere takviye için katılır (ör. bk. tırmak) . II: tıp ele oltura kalasıñ, cürsöñçü! : tıp diye oturuveriyorsun; yürüsene!
  1130. tıpıldaş- şıp şıp etmek; camğırdın tamçıları tıpıldap cerge tüştü: yağmur damlaları şıp şıp yere düştüler.
  1131. tıpıldat- et. tıpılda-’ dan; tıpıldata baskan kaçırlar: ufak ufak adımlarla yürüyen katırlar.
  1132. tıpılıs r. kon. Tiflis bezi (bir nevi kaba bez) .
  1133. tıpın 1. kepek: başımda tıpın emes, mee: kafamdaki kepek değil, beyindir; 2. tıpın cün: kuş tüyü.
  1134. tıpır tıyın II ve ıpır sözlerinin tekidir.
  1135. tır : tırday cıñalaç: çırıl çıplak.
  1136. tırakay tım tırakay = tımtırakay.
  1137. tırakayla- her yana dağılarak kaçmak, koşmak.
  1138. tırakata- şataretli olmak, şen ve şuh bir surette yürümek, kıç atmak, tıraktap kül- : büyük bir şevk ve şataretle gülmek.
  1139. tırambay kon. = tramvay.
  1140. tırañda- ateş almak, alevlenmek, sövüp sayarak üzerine saldırmak, hiddetten kendini zaptedememek.
  1141. tırañdat- et. tırañda- .
  1142. tıray- apışmak, ayaklarını ve kollarını açmak; tırayıp catıp kaldı: bacaklarını ve kollarını açarak yahut bacaklarını ve kollarını kaldırarak yatıverdi.
  1143. tırayke = tırıyke.
  1144. tırayt- et. tıray-’ dan.
  1145. tırbalañda- kendini zorlamak, elinden gelmiyecek işlere teşebbüs etmek (zayıf ve kurumuş insan hakkında) .
  1146. tırbalañdat- et. tırbalañda-’ dan.
  1147. tırbığıy küçük ve zayıf, kurukemik (adam) .
  1148. tırbıñda- = tırtañda- .
  1149. tırbıy- küçük ve arık olmak; tırbıyğan = tıbığıy.
  1150. tırcıñda- = ırcıñda- .
  1151. tırçı I: tırçı arkan: çiyne (bk.) için kullanılan ip.
  1152. tırçı- II, alınmak, hırslanmak, kızmak.
  1153. tırçıy- = tıçı- II; kabağı tırçıya cazdap turat: kaşların çatarak gibi. hırslanacak gibi duruyor.
  1154. tırday bk. tır.
  1155. tırık bıçak, kılıç ve benzerlerinin yaptığı yaranın izi.
  1156. tırılda- çatırdamak, gürlemek, tıkırdamak (makineli tüfek hakkında).
  1157. tırış I, kırışık, buruşuk (sıfat olarak) ; közdörünün adına bir az tırış kirgen: gözlerinin altında bir parça buruşukluklar peyda olmuş.
  1158. tırış- II, 1. büzülmek, kırışmak; 2. mec. çalışmak, çabalamak.
  1159. tırışış- müş. tırış- II’ den.
  1160. tırıştık çalışkanlık, gayret.
  1161. tırıştır et. tırış- II’ den; kol tırıştır- : kolları burmak.
  1162. tırışuu çalıma, çabalama.
  1163. tırıyke r. kon. 1. triko; 2. yünlü (kumaş) .
  1164. tırkıra- = dırkıra- .
  1165. tırma kaşımak, tırmalamak.
  1166. tırmak 1. tırnak, pençe; tırmaktay yahut tıptırmaktay: küçük, tırnak kadar; tıp- tırmaktay bala: küçücük çocuk; kan tırmak: hunhar, kana susamış, yırtıcı; capa tırmak: hepsi birlikte, toptan, kütle halinde; cez tırmak (harfiyen: bakır pençe) = cez tumşuk (bk. tumşuk I) ; karğa tırmak: Kırgız tezyinatından bir çeşididir; 2. = tırmook.
  1167. tırmakça (gramerde) tırnak işareti.
  1168. tırmaktuu 1. pençeli; 2. mec. yırtıcı hayvan; barmaktuular batabı? tırmaktuular tiyebi? folk. : parmaklılar batıyor mu? pençeliler dokunuyor mu? (insanlar cür’ et edebilir mi, yırtıcı hayvanlar ilişebilir mi? )
  1169. tırmala- 1. tırmalamak, kaşımak; ser tırmala- : tarla sürgüsü geçirmek; 2. tırmanmak.
  1170. tırmalañdat- et. tırmalañda-’ dan.
  1171. tırmalañdoo tırmanma. tırmanıp yukarı çıkma.
  1172. tırmalat- et. tırmala-’ dan.
  1173. tırmaloo tırmalama, kaşıma.
  1174. tırman- kaşınmak (kendi kendini kaşımak) .
  1175. tırmanış- müş. tırman-’ dan.
  1176. tırmat- et. tırma-’ dan.
  1177. tırmış- çabalamak, olanca gayreti sarfetmek. ileriye atılmaya çalışmak.
  1178. tırmıştık çabalama, gayret sarfetme.
  1179. tırmışuu çabalama, cehdetme, ileriye atılmaya çalışma.
  1180. tırmoo I, tırmalama, kaşıma. II, tırmık.
  1181. tırmook tarla sürgüsü.
  1182. tırp I: tırp et- : kımıldamak; tırp eterge küçü (yahut darmanı) cok: kımıldayacak hali yok. II: tırp kalbadı: hiçbir şeyi kalmadı; tırpın çığarbay (yahut kaltrbay) coğottu: izini bile bırakmaksızın imha etti.
  1183. tırpıra- çırpınmak, titremek; tırpırap ıyla- : titreyerek ağlamak.
  1184. tırpırat . et. tırpıra-’ dan.
  1185. tırs çatırtı, kıtırtı, gıcırtı; tırs-tırs bas- : gıcırtı çıkararak yürümek: tırs ettirip çert- : ses çokarmak suretiyle fiske vurmak; tırs etken can cok: çıt yok; tım-tırs = tımtırs.
  1186. tırsılda- çatırdamak, kıtırdamak.
  1187. tırsıldat- et. tırsılda-’ dan; tırsıldatıp bastır- : hızlı gitmek (başlıca, tay üzerinde) .
  1188. tırsıy . kabarık ve gergin olmak (mes. çok yemiş çocuğun karnı yahut iyi dolmuş tane hakkında) : şişmek.
  1189. tırtañda- . 1. hareketlerinde zayıfa benzemek; 2. mec. boşuna çabalamak; elinden gelmiyeceği belli olan iş için uğraşmak (başlıca, zayıf ve kurumuş adam hakkında) .
  1190. tırtañdat- . boşuna, elinden gelmiyecek ve faydasız iş ile uğraşmaya zorlamak; arık atıñdı tırtañdatıp çappa: arık atını boşuna sürme, koşturma!
  1191. tırtay- arık, kurumuş görünmek; tırtayğan arık at: zayıf, kurumuş at.
  1192. tırtayt- et. tırtay-’ dan.
  1193. tırtık 1. çiçek bozuğu; beti tırtık: yüzü çiçekten bozulmuş kimse; 2. = tırık.
  1194. tısıray- = tırsıy- .
  1195. tış dış; tışta: dışarıda; tışka: dışarıya; tış kiyim: dış elbise.
  1196. tışkarı 1. dışarı; 2. dış taraf; 3. evde dış taraf (yani erkekler kısmı; Özbek, Tacik yahut Uygur evlerinde) .
  1197. tışkartın dışarıdan.
  1198. tışkı dış taraftaki. haricî; Tışkı işter el komissariatı: Dış işler Halk komiserliği (Hariciye Vekâleti) ; tışkı sooda: dış (haricî) ticaret.
  1199. tışta- dışlamak (zarf. gömlek geçirmek) . kapakla kaplamak; kitep tışta- : kitap ciltlemek; çapan tışta- : çapana yüz geçirmek.
  1200. tıştal- pas. tışta-’ dan; barkıt menen tıştağan: kadife ile kaplanmış (meş. gocuk. kürk elbise v. s. ) .
  1201. tıştat- et. tışta-’ dan; tışın buulum tıştatıp folk. : kürke buulum’ dan (bk. ) yüz geçirterek.
  1202. tıştattır- et. tıştat-’ dan.
  1203. tıştattırğız- = tıştattır.
  1204. tıştattuu işs. tıştat-’ tan.
  1205. tıt I = tut I. II, yonga; tıt-mıtın çığardı: perişan etti; taş üstünde taş bırakmadı.
  1206. tıt- III, ditmek, atmak. perişan etmek; el, boorun tıtıp. külüp kaldı halk gülmekten katıldı.
  1207. tıtakay = kan talakey (bk. talakay) : tıtakayğa tüştü: o herkesin hücumuna uğramış.
  1208. tıtala- tırmalamak.
  1209. tıtalan- . pas. tıtala-’ dan.
  1210. tıtık yırtık, örselenmiş; tıtık çapanduu: perişan kıyafetli.
  1211. tıtır tıtır-patır yahut tıtır-tatır yahut tıtır çatır yahut tıtır çıtır: çatırtı-patırtı.
  1212. tıtıra- takırdamak, gürültü yapmak, çatırdamak; pulemyottor tıtırayt: makineli tüfekler takırdıyorlar.
  1213. tıtış- müş. tıt- III’ den.
  1214. tıtkı üzerine varma; elden tıtkı cep kelgen: onu herkes cebrediyordu. onu herkes tahkir ediyordu ( başlıca. sözle).
  1215. tıtkın = tıtakay.
  1216. tıtmalaş- = tıtış- .
  1217. tıttır- et. tıt- III’ den; butun tikenge tıttırdı: bacağını dikene yırttırdı; tonun tıttırıp, tokmok cep çıktı: onu patakladılar ve kürkünü yırttılar.
  1218. tıy- menetmek, tutmak; közüñ oorsa koluñdu tıy, içiñ oorsa, tamagıñdı tıy! : ats. gözün ağırırsa, elini tut (gözlerini oğma!) , karnın ağırırsa, boğazını tut (çok yeme!) .
  1219. tıyala . r. kon. ( «dyelo» ) iş; emine tıyalañ bar yahut tıyalañ emine? : sana ne?
  1220. tıyanak fezleke, sonuç, netice; ayıptoo tıyanağı: ithamname; sözünün tıyanağı cok: sözünün rabıtası yok; şöyleki ondan bir netice çıkarmak kabil değil.
  1221. tıyanaktuu tahkik edilmiş, sağlam (güvenilebilen) ; tıyanaktuu kabar: güvenilebilen, tahkik edilmiş olan haber; tıyanaktuu türdö: kat’ î şekilde.
  1222. tıydır- et. tıy-’ dan.
  1223. tıyıl- menedilmek; coopsuzduk tyılsın: mes’ uliyetsizliğe son vermeli; içi tıyıldı: iç sürmesi (ameli) durdu.
  1224. tıyılış imtina (kendi kendine menetme) , kendini zaptetme; camandıktan tıyılış: fenalıktan, kötü hareketlerden imtina.
  1225. tıyılt- et. tıyıl-’ dan.
  1226. tıyılıuu işs. tıyıl-’ dan.
  1227. tıyın I, yahut tıyın çıçkan: sıncap. II, kopik (para: rublenin yüzde biri) , cez tıyın (yahut düzce tıyın) : bakır para, bakır sikke; tıyın tıpır: para pul; sokur tyında da keregi cok: «kör paraya bile lüzumu yok» : on paraya bile almam; tıyın çöp: bot. çayır yoncası.
  1228. tıyındık kapiklik; eki tıyındık: iki kapiklik.
  1229. tıykı ıykı sözünün tekidir.
  1230. tıyl = tıl.
  1231. tıypıl : tıp tıypıl talap ketti: soyup soğana çevirdi.
  1232. tıytakta- inat etmek, direnmek, müşkülât çıkarmak.
  1233. tıytañda- = tırtañda- .
  1234. tıytay- = tırtay- .
  1235. tıytık . kuvvet: tıytığım kurudu yahut tıytığım tügöndü: büsbütün kuvvetten düştüm; tıytığı kalğan cok: hiçbir şey (damlası, parçası bile) kalmadı.
  1236. tıytıy- alınmak, mugber olmak.
  1237. tıyuu . menetme. yasak; tıyuusal- menetmek, hükmünü kaldırmak.
  1238. tız tız et- : yakmak sancımak (diyelim şiddetli ağrıdan, bir hamızî maddeden ve s. ) ; sol közüm tız ete tüştü: sol gözüm hafifçe sancı yaptı.
  1239. tızılda- 1. ıslık çalmak, zırıldamak, yaygara etmek; 2. mec. hızlı hare ket etmek. atı şiddetle koşturmak; tızıldap cügür- : hızlı koşmak; 3. şiddetlice ağırmak; içim tızıldap, küyüp atat: 1) içim dayanılmaz derecede yanıyor; 2) mec. dayanılmaz derecede âr, keder ve pişmanlık duyuyorum.
  1240. tızıldat- et. tızılda-’ dan; menin koluma tızıldatıp birdemsi çığıp kele catat: elime, yakıcı bir ağrı veren bir şey çıkıyor.
  1241. tızıldatuu işs. tızıldat-’ tan.
  1242. tızıldoo işs. tızılda-’ dan.
  1243. tibirtki bir dil hastalığının adıdır.
  1244. tigi öteki; tigi ce bul masele: şu veya bu mesele; tiginisi: onlardan ötekisi; tigindeyse: işte orada; tigi cay: mec. öteki dünya (ahret) ; tigi caylık dos bolup : folk. ahretlik dost olarak.
  1245. tigil I = tigi.
  1246. tigil- II, 1. dikilmek, nasbedilmek 2. dikilmek (iğne ve iplikle) ; 3. aşırı derecede dikkatle bakmak; tigilip kara- yahut tigile kara- : dikkatle bakmak: göz dikmek.
  1247. tiginçe 1. filânça; mınçası mında, tiginçesi anda barat: onlardan filân mikdarı buraya, filân mikdarı da oraya yünelecektir; 2. öteki gibi.
  1248. tigindey öteki gibi; tigindeyde: ötede.
  1249. tigine işte orada; tigine-tigine: işte-işte, bakın-bakın!
  1250. tigint- böyle yapmak, tigintip: böylece.
  1251. tigiş I, dikiş; dikiş yeri.
  1252. tigiş- II, müş. tik III’ ten.
  1253. tigüü 1. dikme (rekzetme, dikine koyma) ; 2. dikiş; tigüü fabrikası: dikiş fabrikası.
  1254. tik I, r. bir çeşit keten bezi (tokbez) . II, dik, amûdî: tik tıldıy: aşağıya doğru dik; conu şorğolop tik ıldıy tüştü: coru kuşu kanatlarını kısarak, aşağıya doğru atıldı; közü tik: dik küstah gözlü; tik aykındooç gram. : mef’ ul (complement direct) .
  1255. tik- III, 1. dikmek (rekzetmek) ; köz tik- : göz dikmek (dimdik gözü ayırmadan bakmak) ; üy tik- : keçe evi kurmak; 2. dikmek (iğne, iplik ile) ; 3. (Cenubî Kırgızlık’ ta) kökü ile beraber dikmek.
  1256. tikçigit patlak gözlü.
  1257. tikçiñde- = tikireñde.
  1258. tikçiy- = tikirey- .
  1259. tike I. amuden, şakulî tarzda, doğruca; tike şayloo bir dereceli seçim; tike kara- : dik bakmak; bitine karay albayt: yüzüne doğruca bakamıyor; tikesinen turat: dim-dik duruyor; tikeñden turgun! : dik dur! II, 1. (menfi ibarede) aslâ, katiyen, büsbütün; 2. (bu manayla daha ziyade bir tike yahut birtike) bir parça, azacık; bir tikesi: onlardan az bir kısmı (yahut bazıları) .
  1260. tike- III, dikmek, köz tike- : göz dikmek, gözü ayırmadan bakmak.
  1261. tikelen- dim-dik, dikilip durmak.
  1262. tiken diken (nebat; ak baş tiken: bir nevi dikenli bitki; töö tiken: deve dikeni, Circium, Carduus; mık tiken yahut temir tiken: Tribulus terrester otu.
  1263. tikendüü dikeni mebzul veya dikenle örtülü olan; tikendüü cer: dikeni çok olan yer.
  1264. tikenek diken; tikenekke bölöp saboo (yahut tayaktoo) tar. gayet ağır ve ıstıraplı cismanî cazaların bir çeşididir.
  1265. tikenetüü dikenli.
  1266. tikiled- canlıca hareket etmek; ti kildegen: tetik, atik .
  1267. tikireñde- gözlerin faltaşı gibi açarak, hiddetle saldırmak.
  1268. tikirey- 1. dim-dik durmak, örper- mek; tikireygen uzun kaş: uzun örpermiş kaşlar 2. dik-dik bakmak, dikkatle bakmak.
  1269. tikireyiş- müş. tikirey-‘ den.
  1270. tikireyt- dim-dik koymak; kulak kabartmak.
  1271. tikiy- = tikirey-.
  1272. tikiyiş = tikireyiş-.
  1273. tikiyt = tikireyt-; kulağın karışkırday tikiytken ağrımak: kurt gibi dik kulaklı olan at.
  1274. tikşe (Rad.. V), dikiş yeri.
  1275. tikte- 1. dim-dik koymak. dikmek; tiktep tura kaldı: dim-dik durdu; 2. dim-dik; asmandı tikeyt: göğe, yuarıya bakıyor: teşe tikte: delercesine dim-dik bakmak.
  1276. tiktir et. tik- III’ten; ötük tiktir-: çizme diktirmek, ısmarlamak; bak tiktir-: bahçe diktirmek; üy tiktir-: ev kurdurmak.
  1277. tiktiril- pas. tiktir-‘den altımış üy tiktirilet:atmış tane oba kurulacak.
  1278. til I, 1. dil; uñku tilder: cezrî diler; calğanma tilder: iltisakî diller; Sam tilderi: samî diller; Yafas tilderi: Yafesî diller; ene til: ana dili: önör aldı- kızıl til ats.. en yüksek hüner belagattir (tildir) *) ; til al-: söz dinlemek; söze kulak asmak; aytkan tildi albayt: söylenen sözü dinlemiyor; til algıç yahut til alçak: söz dinleyen, anlaşmaya gelen; tilime könbödü: sözümü dinlemedi, sözlerime muvafakat etmedi;tili oozuna cukpayt: gayet çabuk, hızlı konuşuyor; til suut-: bir parça teskin etmek: tili çığıp kele catat: (çocuğun) dili açılmaya başladı; til azar: söz dinlemiyen: kuş tilindey: küçücük (diyelim, kumaş parçası); kuş tilindey kat: kuşun dili kadar küçücük mektup; tilin tartpay süylödü folk. cesaretle, çekinmeden söyledi 2. sövme hakaret; til uk-: sövmeyi dinlemek. (sözle) hakarete uğramak; mağa tili tiydi: bana sövüp-saydı; 3. haber, sağlık; 4. as. düşmanının halerini söyletmek için tutulan esir, haberci. istihbaratçı; til al- yahut til sura-: malûmat almak, soruşturmak; tildi karmap alalı. tilden tildi suraylı folk.: dil yakalayalım ve ondan gerekli malûmatı alalım; 5. matbu organ (fikir yayan); 6. dilim,parça; 7. ağız tanburasının dili. til- II. dilmek taktay til- tahtayı testere ile biçmek; apiyim til- (tarlada) haşhaş toplamak.
  1279. tilde I. sövmek, sövüp- saymak.
  1280. tilde- II: börü tildep (mızark hak kında): iyice sivrilterek. bileyerek (harfiyen: kurt dili şekli verecek) .
  1281. tildeş- biri-birini sövmek sövüş mek.
  1282. tildeşüü sövüşme.
  1283. tildir et. til-‘ II’den.
  1284. tildüü 1. dilli; bal dildüü: tatlı dilli catık tildü bk. catık I: 2. belîğ, söz ustası.
  1285. tile- dilemek. istemek; duşmanlığa ölüm tilegençe. özüñö ömür tile ats.: düşmana ölüm dilemektense. kendine ömür dile! (düşmanın kendiliginden helâk olacağını umma da, onunla mücadeleye hazırlan!) kayır tile-: dinleme.
  1286. tilek dilek. arzu, niyet,maksat; tilegim:arzum. benim emelim; aktilek: 1) temiz iyi niyet; 2)hayır- hah; tilegiñe cet-: muradına er! tilegi koluna tiydi: istediği yerine geldi; tilekterin taşka tiydirdi: umutlarını dağıttı.
  1287. tilekteş fikirdeş, hayirhah. mütesa- nit; tilekteşter toptoru sis.: hayır-hahlar grupu.
  1288. tilekteşlik fikir birliği. hayırhahlık. muvafakat. dayanışma. tesanüt.
  1289. tilemçi = tilençi
  1290. tilen- 1. arzu etmek. cehdetmek; 2.dilenmek; 3. iltimas etmek.
  1291. tilençi dilenci. boyuna bir şeyler isteyen.
  1292. tilenüü 1. arzu. dilek 2. dilenme ; 3. iltimas.
  1293. tilet- istetmek. istemelerini beklemek. arzu uyandırmak; kayır tilet-: dilenci durumuna düşürmek.
  1294. tilgiç . 1. afyon haşhaşını kesmek için kullanılan bıçak; 2. sapan demiri.
  1295. tilik 1. kesik. kesilen yer ; 2. kulağı yarmak suretiyle yapılan damğa, im.
  1296. tilim 1. dilme; apiyim tilimi: (tarlada) afyon toplama; 2. dilim
  1297. tiliş I işs. til- II’ den; apiyim tiliş: (tarlada) afyon toplama.
  1298. tiliş- I müş. til- II’den
  1299. tileke parça; tilke-tilke: parça parça edilmiş; tilke kagaz: kâğıt parçası.
  1300. tilme 1. dilim şeklinde kesilmiş; tilme taş: birçok tabakalardan teşekkül eden kaya; 2. kasık nahiyesi bezlerinin iltihabı. lymphadenit.
  1301. tilmeç dilmaç. Tercüman.
  1302. tilmer 1. gûya kuş dilinden anlayan adam; 2. belîğ. söz ustası.
  1303. tilöö dilek.arzu.
  1304. tilsim a. tılsım, büyü, sihirbazlık; tilsim kıl-: büyü yapmak.
  1305. tilsiz dilsiz. dili olmayan; tilsiz coo
  1306. mec .: su.
  1307. tilsizdik dilsizlik; tilsizlik kıl-: söylemek imkânından mahrum olmak.
  1308. tilüü dilim- dilim kesme.
  1309. tilüülüü kesik. yarık.
  1310. tim 1. sükût. sükûnet; sözsüzlük; tim otur-rahat oturmak; tim cat-:rahat yatmak; tim koy-: rahat bırakmak, iltifatsız bırakmak, kendi haline terketmek; iş tim-tim bolot: iş örtbas edilecek; 2. sebepsiz. boşuna; tim ele keldim: hiç bir maksadım olmadan geldim.
  1311. tiñse (Destanda) (çin memurlarının) kalpakalrındaki kürecik. yumru.
  1312. tint- taharriyat yapmak: araştırmak.
  1313. tinte . (Destanda) bıçak. hançer.
  1314. tintil- üzeri araştırılmak; hakkında tahkikat yapılmak.
  1315. tinttir araştırmaya. tahkikat yapmaya emretmek.
  1316. tintüü araştırma yapma. taharriyat, tahkikat; tintüü bölümü: cürümleri araştırma şubesi.
  1317. tintüüçü taharriyat yapan, tahkikat nyapan.
  1318. tip r. tip. cins.
  1319. tipe : tepe-tik: dim-dik. dik duran.
  1320. tirac = tiraj.
  1321. tiraj r. çekiliş. akçanı kaytaruu tirajı: amorti tirajı.
  1322. tirajduu : köp tirajduu: çok tirajlı.
  1323. tirçilik = tiriçilik.
  1324. tirdik = tirilik.
  1325. tire- dayamak, diremek; asman tiregen too: tepesi göklere çıkan dağ.
  1326. tirel- yükselmek, dayanmak.
  1327. tires = trest.
  1328. tireş- . dayanışmak (mes. Birbirine tezyik eden pehlivanlar hakkınkında).
  1329. tireştir- müş. tireş-‘ten.
  1330. tiret- et. tire-‘den.
  1331. tirgiz- . diriltmek. öldükten sonra diriltmek.
  1332. tirgizüü . diriltme. öldükten sonra tekrar diriltme.
  1333. tiri . = tirüü; 2. tiride çok: müstesna. nâdir. ileri gelen; tiri ukmuştuu: eğlenceli. can sıkmayan, taacuba değer: tiri ukmuştuu kişi: fettan adam; tiri ukmuşuu kabar: heyecan uyandırıcı haber.
  1334. tiriçilik . hayat, dirim. yaşama. yaşamak için lâzım olan şeyleri kazanma; üy tiriçiliği: ev işleri; balıktın tiriçiliği suu menen ats. balığın hayatı su iledir.
  1335. tiril . dirilmek. öldükten sonra te rar hayat bulmak.
  1336. tirilik . hayat, dirim; tiriliktin küçü birlikte ats.: hayatın kuvveti birliktedir.
  1337. tirilt- . et. tiril-‘den.
  1338. tirilüü dirilme; öldükten sonra yeniden hayat bulma.
  1339. tirke- 1. takmak; 2. tescil etmek, kaydetmek; kinegene tirke- yahut depterge tirke-: kitaba. deftere. kayıt defterine kaydetmek.
  1340. tirkel- pas. tirke-‘den.
  1341. tirket- et. tirke-‘den.
  1342. tirkire- = dirkire.
  1343. tirköö 1. takma; 2. tescil. kayıt.
  1344. tirmey- dikkatla bakmak; tirmeyip ele uktaybay otura beret: gözünü dört açarak bakıyor ve uyumuyor.
  1345. tiröö 1. dayama; 2. (arabada) arka çatal, kırlangıç ağaçları.
  1346. tirööç destek.
  1347. tirsek . 1. Ruptura tendinis Achilis; 2. (gözde) arpacık.
  1348. tirsiy- = tırsıy.
  1349. tirüü diri (karş. tiri)
  1350. tirüüçülük = tiriçilik.
  1351. tirüülöttür- diri-diriye yemek.
  1352. tirüülöy diri-diriye. diri halde; tirüülöy kömülgön: diri-diriye gömülmüş.
  1353. tirüülük hayat, dirim.
  1354. tis ! geri baş! (ata bağırıştır).
  1355. tiser- geriye basmak (at hakkında); ürkünçök attay tiserip: ürkek at gibi geri basarak.
  1356. tisirey- = tırsıy-
  1357. tiskiç = tizgiç.
  1358. tiş . diş; kaşka tiş yahut mañday tiş: ön dişler (incisivas); kan tiş: hunhar: tişin eti: diş etleri; tişi batbayt: dişi batmıyor ( gücü yetmiyor); tişi çıktı: dişleri çıktı; tişi çıkan balağa çaynap bergen aş bolboyt ats. dişi çıkmış çocuğa çiğ- neyip verilen yiyecek gıda olamaz; nat tiş: kesme kerpeteni.
  1359. tişe- . süt dişlerini dökmek; at tişedi: (genç) at dişlerini döktü
  1360. tişte- 1. ısırmak, dişlemek; barma tişt:1) parmak ısırmak; 2) mec.: pışma olmak, nedamet göstermek; istegen tişteyt ats.: çalışan yer; iştebegen tiştebeyt: çalışmıyan yemez; 2. (dişlerle) ısırılmış tezyinat yapmak (başlıca, kumaştan yüzü olmayan kürke ve deri şalvara).
  1361. tişteek . ısırgan.
  1362. tiştegile- . ara-sıra ısırmak.
  1363. tiştem : bir tiştem et: bir lokma et (bir ısırımda koparılan parça).
  1364. tişten- : 1. dişleri sıkmak; 2. mec.hırslanmak, ateş püskürtmek.
  1365. tiştet- ısırtmak, dişletmek.
  1366. tiştetüü . işs. tiştet-‘ten.
  1367. tiştik- . sıkılmış olmak (dişleler hakkında).
  1368. tiştöö . ısırma, ısırıp koparma.
  1369. titin- tereddüt etmek, korkmak, şaşırmak; titinip. kiyimin çeçe albay folk.: şaşırıp giyimini çıkaramıyor; titinbey: 1) azimle. cesaret-le. atılganlıkla; titinbey barıp sayıştı folk.: cesaretle savaşa tutuştu; titinbey coop kaytardı: cesaretle cevap verdi; 2) tiksinmeden. iğrenmeden; titinbey ele bakanı karmap aldı: iğrenmeden kurbağayı eliyle aldı.
  1370. tirtire- titremek.
  1371. titireş- müş. titire-‘ den.
  1372. titiret- . titretmek. sarsmak.
  1373. tirtiretüü işs. titiret-‘ten.
  1374. titirken- iğrenmek, tikisnmek.
  1375. titirkenüü işs. titirken-‘den.
  1376. titiröö titreme, titreyiş; cer titiröö: zelzele.
  1377. tiy- . 1. değmek, dokunmak, düşmek(hissesine isabet etmek); kol tiy-bes mülk: el ilişmiyen mülk; tiybe!: ilişme! it (mışık) tiyip ketti: köpek (kedi) yaladı; it tiygen süt: köpeğin yaladığı süt; maa beş som tiydi: benim hisseme beş ruble düştü; ooz tiy-tadına bakmak, tatmak; gazete öz ubağın ola tiyet: gazete vaktı- zamanında alınıyor.ele geçiyor; kereği tiyer: lâzım olur; sağa biröö tiydibi? sana birisi ilişti mi; seni birisi incitti mi? kol tiybeyt: el değmiyor, vakit yok; kol tiygende: el değdiği zaman, müsait bir fırsatta; tiye ket- yahut tiye öt-: (mahsus gelmek suretiyle değil de, yol düşerken) uğramak; tiyip etme sınçı: üstün körü tenkitçi, erge tiy-: kocaya varmak; aldım. tiydimeden başkası bütkön: nbütün ön hazırlıklar tamam; caña tiy-: canına okumak; kököygö tiy-: bk. kököy; cürökkö tiy- bk. cürök; 2. hucum etmek; çılkı tiy-: atlara hücum etmek; anan adırdan cılkı tiyemin: folk.: sonra dağ yamacında ben atlar sürmeye atılıyorum; uyğa sayğak tiydi: ineklere öküzsineği musallat oldu.tiyak, öteki taraf. öteki; tiyakısı: öetik tarafı, onlardan ötekisi; tiyakka: ona, oraya.
  1378. tiydir- = tiygiz; darı tiydir-, bk. darı.
  1379. tiyeşe 1. temas. ilişme. münasebet, munuñ sağa da ilişiği var; tiyeşesinçe: uygunça, uygun bir tarzda; 2. (birisine isabet etmesi gerekli olan) hisse.
  1380. tiygiz 1. et. tiy-‘den; cardım tiygiz yahut kol kabış tiygiz-: yardım etmek; payda tiygiz-: fayda getirmek; yardımda bulunmak; kol tiygiz-: fırsat bulmak, münasip bir zaman seçmek; daam ooz tiygiz-:tadına bakmak; bayda tiygiz-: fayda dokundurmak. faydalı olmak;akımdı tiygiz!: hissemi. Hakkımı ver!; 2. sözle iğnelemek alay etmek; söz tiygiz- bk. söz.
  1381. tiygiziş- . müş. tiygiz-‘den.
  1382. tiygizüü . işs. tiygiz-‘den.
  1383. tiyimdüü kârlı, kazançlı.
  1384. tiyir (Rad). = tiygiz-.
  1385. tiyiş I, lâzım; zarurî; berüü tiyiş: vermek lâzım; baruu tiyiş: gitmek lâzım; tiyişbiz : mecburuz. Bize lâzımdır.
  1386. tiyiş- II. müş. tiy-‘ den.
  1387. tiyiştüü . lüzumlu, zarurî; tiyiştüü daracada: lâzım olan derecede.
  1388. tiyüü işs. tiy-‘den.
  1389. tiz dizmek; katar tiz-: sıraya dizmek. Saf saf dizmek; sözdük tiz- sözlük düzmek.
  1390. tizdet- : töö tizdet-: devenin dizi bükülen ön ayağını boynuna bağlamak; uuk tizdet-: bir uuk’u (bk.uuk) öteki uuk’a “tizgiç cip” (bk. tizgiç) vasıtasiyle bağlamak.
  1391. tizdir- et. tiz-‘den :tizme tizdir-: liste düzdürmek.
  1392. tize diz; tize kap: dizlik; tize kuçaktap: ellerini kavuşturarak (har- fiyen: dizlerini kucaklayarak); tize cılıt mec.: genç kadınla evlenmek (yaşlı erkek hakkında).
  1393. tizele- . diz üstünde durmak; dizle basmak, ezmek; sıñar tizelep oltur-: bir tek diz üzerine oturmak; (yani dizi bükülmüş olan bir bacağını altına alarak, ötekisini dik tutarak oturmak).
  1394. tizelet- diz çöktürmek. dizleri üzerine bastırmak.
  1395. tizgiç yahut tizgiç cip: dizmek, sıraya dizmek için hizmet eden nesne; uuk tizgiç: uuk (bk.)’un büklümünün üstünden geçen ince şerit.
  1396. tizgin 1. dizgin, terbiye (arabaya koşulan atın uzun dizgini); tizginin tartuu kerek: ipimi bir parça çekmek lâzım; curt tizginin ber: yurt idaresini vermek; 2. Kırgız dokuma tezgâhının bir kısmıdır (arıs pekiten ipliktir): 3. es. dümen.
  1397. tizginde- dizginden tutmak, dizgini kapmak.
  1398. tizgindeş- birinin atlarının dizginlerini tutmak (atlılar hakkında).
  1399. tizil- dizilmek. sıralanmak.
  1400. tizilt- et. tizil-‘den.
  1401. tizilüü işs. tizil-’den.
  1402. tizim 1. dizim, sıra; söz tizimi gram.: söz düzülüşü; 2. liste; içki tartip tizimi: iç intizam kaideleri.
  1403. tiziş- hep beraber sıraya dizilmek.
  1404. tizme 1. dizme. dizilmiş, sıralanmış. saf; 2. liste.
  1405. tizmeçi liste düzen.
  1406. tizmek 1. sıra; 2. liste, cetvel.
  1407. tizmekte- dizmek; sıralamak.
  1408. tizmektel- dizilmek, sıralanmak.
  1409. tizmektöö işs. tizmekte-‘den.
  1410. tizmele- listeye ithal etmek. sıra ile kaydetmek.
  1411. tizmelen- listeye kaydedilmek. sıra ile kaydedilmek.
  1412. tizüü . dizme, sıraya dizme; masele tizüü: mesele düzme; plan tizüü plân tanzim etme.
  1413. tobo a. pışmanlık. nedamet. töbe; tobo ketli-: töbe etmek; tobo kıldım: 1) töbe ediyorum; 2) şaşılacak şey!; tobosuna tayanıp kılıptır: gururu kırılmış, “yelkenleri suya indirmiş”; tobosuna tayant- burnunu kırmak (kibrini gidermek)
  1414. tobokel a. tevekkül; tobokel. barayın!: ne olur- ne olmaz gideyim!
  1415. tobokelçil tevekkülle iş görmeyi seven adam.
  1416. toborsu- kurumak.
  1417. toborsuğansı- hafifçe kurumak; cer urğabay ele, toborsuğansıp kalıptır: yer büsbütün kurumamış da. birparça kurumuş.
  1418. toborsut- et. toborsu-‘dan.
  1419. tobot- = toot-,
  1420. tobur obur II sözünün tekidir.
  1421. toburçak 1. iyi ve iri at, savaş atı; 2. karağaydın toburçağı: çam kozalağı.
  1422. tobuş = dobuş.
  1423. toçka . r. nokta; toçka koy-: nokta koymak; radio toçkası: radyo noktası.
  1424. toçke = toçka.
  1425. toğo- . 1.saymak. hesabına saymak, mahsup etmek; mıktı küyöö catkanın kalıñğa toğoyt ats. es.: zengon damat (kız yanında) gecelemesini kalına mahsup ediyor; 2. şu veya bu şeye güvenmek; 3. ay toğodu: av ürkör’e yaklaştı (bk.ürkör: ayın seyrindeki safhalardan biri).
  1426. toğolo- yuvarlamak.
  1427. toğolok 1. yuvarlak. ala toğolok = ala toğonok (bk. togonok). 2. tar. bilye, kürecik (seçimler zamanında kullanılan): 3. isimsiz. anonim.
  1428. toğolon- . yuvarlanmak.
  1429. toğolot- . yuvarlanmaya zorlamak. yuvarlatmak.
  1430. toğolotmo = sekirtme.
  1431. toğolotuu işs. toğolot-‘tan.
  1432. toğonçor torun çocuğu. kız tarafından torunun kızı.
  1433. toğonok : ala toğonok: küçük saksagan kuşu Lanius.
  1434. toğoo 1. = töñölük; 2. zincirin halkası.
  1435. toğool 1. yanlaşma. çarpışma; 2. ayla ürkör’ün (bk.) birbirinden uzakta ve birbirinin karşısında bulundukları çağ; beş toğool : ilbahar ayının adıdır: beş toğool bolboy, bel çeçpeyt ats. beş toğool olmadan kuşak çözülmez (hafif elbiseye geçilmez).
  1436. toğooluu halkaları bulunan. halkalı; otuz toğooluu çınçır: otuz hakalı zincir.
  1437. toğoş- karşı-karşıya çarpışmak. tokuşmak. mübareze etmek.
  1438. toğot- (karş. toot-) dikkat ettirmek. iltifata lâyık görmek; kün murun kültügöndör kıştı toğotkon cok: vaktı-zamanında hazırlık görenler için kış korkunç değildi.
  1439. toğuz 1. dokuz; 2. tar. dokuzluk (dokuz baş hayvandan ibaret hediye yahut ceza ); töö baştağan toğuz: başında: bir deve bulunan dokuzluk; töö baştağan toğuzdan alıñ bergen: başında deve bulunan dokuzluktan mihir vermiş; at baştağan toğuz: başında bir at bulunan dokuzluk.
  1440. toğuzda- (karş. toğuz 2); toğuzdap: dokuzar-dokuzar, dokuzardan; toguzday ayıp bergen: dokuzar baş hayvanla ceza ödemiş.
  1441. toğuzduk . dokuzluk.
  1442. toğuzunçu . dokuzuncu.
  1443. tok 1. tok (aç olmayan): 2. vaktı hali yerinde olan ; tok turmuş: mü reffeh hayat; özünö tok: orta halli olarak yaşıyor.
  1444. tokmok tokmak. kaldırım tokmağı; kol tokmok: küçük tokmak; küçük kaldırım tokmağı.
  1445. tokmokto- dayak atmak pataklamak.
  1446. tokmoktoo . işs. tokmokto-‘dan.
  1447. tokmoktoş müş. tokmokto-‘dan.
  1448. tokmoktot- t. tokmokto-‘dan.
  1449. toko : toko- naalat yahut tokonalat: ânet, şiddetli tevbin; biröönün toko- naalatına kalbasın!: herhangi bir kimsenin tevbih ve lânetine çarpmasın.
  1450. tokoç . ekmek; kömkörmö tokoç: mayalı hamurdan yapılan ve kazanda pişirilen kalın pide; cupka tokoç: ince bazlama; capkan tokoç:küçük, kalın bazlama (bunu kazanın iç tarafına yapıştırırlar ve korları kazanla örtmek suretiyle pişirirler); kattama tokoç: sütte. yumurta ile yoğurulan hamurdan yapılan ve üzeri nakışlı çörek; kuy- mak tokoç: kaygana; bölkö tokoç:kömöçtön’de (bk.)pişirilen ekmek, mayalı ekmek; çoymo tokoç: irnevi gevrek ve yağlı hamur işi; ay tokoç: yağda kızartılan yufka; tokoç bet mec. yuvarlak yüzlü; oğuz tokoç dn. Buharanın hâmisi lan Behaeddinin ruhuna tesadduk edilen dokuz tane küçük ek-mek.
  1451. tooçton- kangallaşmak.
  1452. tokol 1. boynuzsuz 2. es. ikinci karı;tokol eleçek. bk. eleçek.
  1453. tokolduk . es. ikinci karı vazyieti ; tokoldukka al-: ikinci karı olarak almak.
  1454. tokonalat bk. too.
  1455. tokooru- . dinlemek, sükûnet kasbetmek (mes. ağrı hakkında).
  1456. tokoorut- . et.: tokooru-‘dan; tokoorutup süylö-: teskin edici ve kandırıcı tarzda söylemek; bu meseleni ömönkküdöy tokooruttu: bu meseleyi aşağıdaki gibi (teskin edici ir tarzda ) izah etti.
  1457. tokoorutuu işs. tokooru-‘dan.
  1458. tokoy orman. fondalık. çalılık.
  1459. tokoylo- . ormanda dolaşmak. ormanda kalmak.
  1460. tokoyluu ormanla örtülmüş. ormanlı; tokoyluu cer añsız bolbos ats.:ormanlı yer yabanî hayvansız olmaz.
  1461. tokson . doksan.
  1462. tokto- durmak. kesilmek. dinmek.duraklamak;; toktoğon koy: büyük yaşını-başını almış) koyun; toktoğon bee: aygır kabul etmiş olan kısrak.
  1463. totkol- . 1. durma; emi madaniyat kuruluşu maselelerine toktoloyun: şimdi medenî kuruluş meseleleriüzerinde duracağım; 2. akıllanmak. ağır başlı olmak.
  1464. toktoluş- . hep beraber dinmek, durmak.
  1465. toktoluu müsavi, kıymetçe denk olan; baları kalpaktın kaymal töögö toktoluu folk.: kalpağın değeri bir genç devenin kıymetine muadildir.
  1466. toktom karar; toktom çığar- yahut toktom kıl-: karar çıkarmak. Karar vermek; toktom kılındı: karar verildi.
  1467. tokton- . durmak. duraklamak. kendini tutmak; toktono albay: kendini durduramıyarak.
  1468. toktonol- (toktono-al); kendini durdurabilmek.
  1469. toktoo 1. durma;arağa toktoo kılbastan. çalğızıñ cetip kalıptır folk. yolda duraklamadan senin biricik oğlun gelmiştir: 2.mutedil tabiatlı, mütevazi. ciddi. makul aklı başında olan; akşan zeyrek. Toktoo bolo turğan bala : bu çocuk zeki ve ciddî adam olur; 3. rahat-rahat, acele etmeksizin.
  1470. toktoosuz durmadan. duraklamadan. gecikdirmeksizin, derhal. hemen.
  1471. totoş- hep birlikte durmak.
  1472. toktot I, duraklama.
  1473. toktot- IIdurdurmak, kesmek;uğranın toktotu: vurmayı durdurdu.
  1474. toktotul- durdurulmak.
  1475. toktotuş- müş. toktot- II’den; keñeş toktotuşup: sözleşerek.
  1476. toktotuu durdurma.
  1477. toktu henüz doğurmayan genç koyun. toklu.
  1478. toku- 1.dokumak; 2. eyerlemek: at toku-: atı eğerlemek; conuñğa taş tokurmun! canına okurum!
  1479. tokul- pas. toku-‘dan; karşı adlımda sar ala turğan eken tokulup folk.: önümde srı-benekli (at) eyerlenmiş halde duruyordu.
  1480. tokulda- boğuk takırtı çıkarmak (mes. bir ağaç nesneyle diğer bir ağaç nesneye vururken).
  1481. tokuldat- et. tokulda-‘dan.
  1482. tokulğa eyer takımı.
  1483. tokum 1. teğelti, eğre 2. süvari takımı; eer tokum: eğer bütün takımlariyle birlikte.
  1484. tokuma dokuma.
  1485. tokumdu : eer tokumdu: eyerlenmiş.
  1486. tokun- 1. kendi için eyerlemek; at tokun-: atı kendi için eğerlemek; teke sañıl tulpardı emi Töştük tokundu folk.: işte Töştük al yürük atı eyerledi; 2. mandaş tokun-, bk. mandaş.
  1487. tokunt- et. tokun-‘dan; at tokunttum: kendim için at eyerlettim.
  1488. tokuş- 1. hep beraber dokumak 2. hep birlikte eyerlemek.
  1489. tokut- 1.dokutmak; 2. eyerletmek; cerde kaşka corğonu asem menen tokutup folk.: akıtmalı al yorga batı mükellef bir surette eyereterek.
  1490. tokuttur- et. tokut-‘tan.
  1491. tokutuu . işs. tokut-‘tan.
  1492. tokuu dokuma (işi) ; toku fabrikası: mensucat fabrikası.
  1493. tokuuçu çulha. mensucatçı dokumacı.
  1494. tokuuçuluk dokumacılık.
  1495. tokuur : at tokuurbu? mec. oğlan mı? (yeni doğan çocuğun cinsi hakkında sualdir); at tokuur emes kırk cılkı mec.: oğlan değil, kızdır (harfiyen: at eğerleyici değil.kırk attır).
  1496. tol- . dolmak. olgunlaşmak; suuğa toldu: su ile doldu: tolup tuğran kız: olgun, gelinlik kız; bıyıl on ekige tolot: bu sene oniki yaşını dolduruyor; beş butka toldu: beş pud çekti; çımcık semirip, bat- maña tolbot ats.: serçe semirmekte batman çekmez (bk. batman 1); köñülgö tol-, bk. köñül; közüm tolo körbödüm, kuçağım tolo süybödüm folk.: kana- kana görmedim, geregi gibi kucağıma alarak sevmedim.
  1497. tolğo- burmak çevirmek döndürmek, musiki aleti kulağını burmak.
  1498. tolğok doğum sancıları.
  1499. tolgon- 1. dönmek burulmak, kıvrılmak; 2. okşamak, mülâyemet göstermek.
  1500. tolğoo 1. kıvrılma, çevirme; ker tolğoo: bir melodinin adıdır;2. burmak için kullanılan aygıt; 3. = tolğok; tolğoosu cetken mec.: geciktirilemez, mübrem günlük mesele, aktüel.
  1501. tolğot- 1. et. tolğo-‘dan; 2. doğum sancılarından ıstırap çekmek; tol- ğotup catkanda: doğum sancıları geçirirken.
  1502. tolku- dalgalanmak; suu tolkuyt-: su dalgalanıyor.
  1503. tolkuma dalgalı; tolkuma sızık:dalgalı çizgi.
  1504. tolkun dalga.
  1505. tolkunda- = tolku-.
  1506. tolkundan- dalgalar yükseltmek, dalgalarla örtülmek dalgalanmak.
  1507. tolkunduu dalgalarla kaplanmış olan, dalgaları olan.
  1508. tolkunt- dalgalar yapmak, dalgalandırmak.
  1509. tolkut- et. tolku-‘dan.
  1510. tolmoç dolgun, dolgun yüzlü, şişman kimse.
  1511. tolo dolu.
  1512. toloğoy 1. dizle topuk kemiği arasında bacağın iç yanı; 2. dağın karlı tepesiyle işlenmiş (sürülmüş)kısmının arası; 3. tologoy boyu = tulku boyu (bk. boy).
  1513. tolorsuk çükö (bk.) ile şıyrak (bk.) ‘ı birleştiren kemikçik.
  1514. tolto bıçağı sapına pekiten halkacık yahut tokacık; cüröktün toltosu:şiryani ehberin, kalple birleştiği yer; cüröğümdün toltosu: sevgiliciğim.
  1515. toltoluu toltu’su (bk.) bulunan: tol toluu cürök: kalbin sıfatıdır.
  1516. toltur- 1. doldurmak; üydün içi toltura el:. obanın içi insan dolu; 2. yerine getirmek; tilek toltur-: arzuyu yerine getirmek.
  1517. tolturt- et. toltur-‘dan.
  1518. tolturul- 1. doldurulmak 2. yerine getirilmek.
  1519. tolturuş- 1. hep birlikte doldurmak; 2. hep beraber yerine getirmek.
  1520. tolturuu- 1. doldurma 2. yerine getirme.
  1521. tolu dolu; tolu ay: dolun ay; tolubuz: hepimiz.
  1522. toluk dolu, tamamile; plandı toluk onundattık: plânı yerine getirdik; bişke toluk aştı: tam oarak tatbik edildi; büt cana toluk boydon bütün ve tam olarak; toluk ukuktuu bökül: tam salahiyetli vekil; toluk emes orto mektep: tam öğretimli olmıyan orta mektep: toluksüylöm gram.: tam cümle.
  1523. tolukşu- tam kuvvetinde, tam özünde bulunmak.
  1524. tolukşut- et. tolukşu-‘dan .
  1525. tolukşuu- işs. tolukşu-‘dan.
  1526. tolukta- 1. doldurmak (tamamlamak. ikmal etmek); 2. yerine getirmek; 3. doldurmak; toluktap ayt-: tam olarak anlatmak.
  1527. toluktağıç gram. mef’ûl; sebep toluktagıç: cümlede sebep ifade eden kelime; maksat toluktagıç: cümlede maksat ifade eden söz.
  1528. toluktal- 1. yerine getirmek; 2. doldurulmak, ikmal edimek.
  1529. toluktoo 1. doldurma, ikmal etme; 2. yerine getirme.
  1530. toluktur- ikmal etmek.
  1531. tolukturuu ikmal etme-.
  1532. tolumduu : közgö tolumduu: görünüşü hoş, nazarı okşayan.
  1533. toluş- hep beraber olmak.
  1534. toluu işs. tol-‘dan.
  1535. tom r. cilt.
  1536. tomat r. domates.
  1537. tomayak baldırı çıplak; itke mingen tomayaktar: köpeğe binmiş baldırı çıplaklar.
  1538. tomayaktık son derece fakirlik, züğürtlük.
  1539. tomkor- = tomur.
  1540. tomkorul- = tomurul.
  1541. tomocnay r. kon. 1. gümrük dairesi; 2. gümrük dairesinde çalışan memur.
  1542. tomolu- yuvarlamak; yukarıdan aşağıya doğru yuvarlamak.
  1543. tomolok 1. toparlak, küre; 2. top, parça; bir tomolok et: bir parçacık et.
  1544. tomolon- yuvarlanmak; yukarıdan aşağıya doğru yuvarlanmak; tomoloñon bala mec.: küçük çocuk; toksondoğu can kalbay, tomoloñon baladan takır kalbay büp bütün uşul toyğo çıyıldı folk.: doksan yaşında olan ihtiyarlarla küçük çocukların kâffesi bu şölene toplandılar.
  1545. tomolonuş- beraber yuvarlanmak.
  1546. tomolot- et. tomolo-‘dan; sayıpsıñ tübün ön kektüü kişiñdi folk.: öteden beri düşmanın olan adamı kargı ile öyle vurdun , ki o, yuvarlanıp düştü.
  1547. tomoo güç hal ile gözüken iz; colduñ tomosu: eski bir yolun izi.
  1548. tomoolo- hayalmeyal hatırlamak.
  1549. tomooloğonsu- .:eles-bulas tomooloğonsuym: sanki düşte imiş gibi hayalmeyal hatırıyorum.
  1550. tomor bir bitkinin kökünün adıdır, ki bu kökten açık sarı bir boya yapılır.
  1551. tomp : tomp etip tüştü: pat diye düştü.
  1552. tompok 1. tombul; tompok bet: kalın suratlı; 2. kabarık, muhaddep.
  1553. tompoktuk 1. tombulluk; 2. kabarıklık, muhaddeplik.
  1554. tompoñ : tompoñ et-: pat diye düşmek.
  1555. tompoñdo- ağır ve biçimsiz yürümek.
  1556. tompoy sığır hayvanının aşığı; tompoy ooz: kaln dudaklı ağız.
  1557. tompulda- : tompuldağan celiş: biçimsiz, çirkin link yürüyüş.
  1558. tompuldat- et. tompulda-‘dan; tompuldatıp celdir-: biçimsiz ve çir kin link yürüyüşle gitmek.
  1559. tomsor- yüzde hiddet ve gazap eseri belirmek, somurtmak, surat asmak, muzlim bir çehre ile gözükmek; tomsorup açuusu keldi: aşırı derecede kızdı hiddetlendi.
  1560. tomsort- sumurtmaya zorlamak, kızdırmak, kederlendirmek; tomsortup taştap ketti: beni müteessir ederek ve kaygı içinde bırakıp gitti.
  1561. tomuğuu işs. tomuk- II’den.
  1562. tomuk I, 1. dizkapağı; tomuk eti tolğon: sağlam ve erkeklik çağına ermiş (insan hakkında); tomaok etiñ tolo elek, torolğon künüñ bolo elek folk.: sen henüz pekimedin, senin erkeklik çağın henüz gelmedi; tomuk eti tolğonço folk.: erkeklik çağına erinceye kadar; tomuk katmay: “lades” oynunu anran oyundur; 2. beygir ayağının köstek yeri; koyun tomuk: bir çalının adıdır.
  1563. tomuk- II, soğuktan şişmek (ten hakkında), pek fazla üşümek.
  1564. tomuktur- et. tomuk- II’den.
  1565. tomur- kökü ile çıkarmak (ağacı, çimi) ; çım tomur-: çimden kesek kesmek.
  1566. tomurt- köküyle çıkarmak (ağacı).
  1567. tomurul- köküyle çıkarılmak.
  1568. tomuyt- vurarak kabartmak; men anı tomuyta muştadım: ben onu vücudunda şişler peyda oluncıya kadar dövdüm; al cağılıp, başıntomuytup aldı: düştü ve kafasını şişirdi.
  1569. ton I, kürk, geniş yakalı gocuk; çolok ton: kısa çocuk; özüñe karapton bıçap! kendine göre hükmetme yalnız kendini düşünme!; balanın tonu (krş. çöp 2) son, döl eşi, çocuk yatağı. II = tonna.
  1570. tonduk kürklük malzeme; tonduk teri: kürklük deri.
  1571. tonduu 1. kürklü, kürk sahibi; ak tonduu mec. : zengin (harfiyen: be- yaz kürklü) ; calañ tondu mec.: züğürt; 2. iyi giyinmiş şık giyinmiş; aş attuunuku . toy tonduunuku ats. es.: yoğ aşı atlıya ait olup, düğün- de iyi giyinmiş olana aittir (yanioralarda yalnız onlara hürmet edilir.
  1572. toñ I. 1. don, soğuk, donmuş; 2. çiğ, ham; toñ alma: ham elma ; toñ moyunduk: hantallık, çolpalık; müynözü toñ: dikkafalı.
  1573. toñ- II, donmak, üşümek; soğuktan katılaşmak; murutuna muz toñ- du: bıyığına buz peyda oldu.
  1574. toñdur- dondurmak.
  1575. toñdurma 1. dondurulmuş; toñdurma kımız bk. kımız; 2. ilkbaharda ekmek üzere güzün sürülen toprak; toñdurma köp tüşüm beret: güzün sürülen toprak çok mahsul veriyor; toñdurma aydoo:güzün toprak sürme.
  1576. toñğolok donmuş; toñğolok tezek: donmuş tezek; kara toñğolok: eri- dikten sonra tekrar şiddetli ayazın neticesinde varlığa gelen don.
  1577. toñkoçuk taklak; toñkoçuk at-: taklak atmak; başı menen toñko- çu attı: başı ile taklak attı.
  1578. toñkoçukta- 1. = toñkoçuk at- (bk. toñkoçuk) ; 2. (hayvanlar hakkında) burnunu toprağa sokarak ve kıçını yukarı kaldırarak aşağiya doğru kaymak.
  1579. toñkoñdo- baş aşağı, kıç yukarı yürümek.
  1580. tonkoñdot- baş aşağı kıç yukarı yürütmek.
  1581. tongkoñdotuu işs toñkoñdottan.
  1582. toñkoy- kıçını yukarı kaldırarak iğilip durmak; dizleri üzerinde durarak; ellerle yere dayanrak başla yere kadar iğilmek; toñkoyup çığıl-: baş aşağı, bacaklar yukarı düşmek.
  1583. toñkoymo bir yana iğrilmiş olan, yamık.
  1584. toñkoytur- et. tongkoy-‘dan.
  1585. tongkoyturuu- işs. tongkoytur-‘dan.
  1586. tongkoyuu işs. tnoğkoy-‘dan.
  1587. tongkuldak ağaçkakan (kuş).
  1588. toñtoosun nâhoş, menfûr; közgö toñtoosun körünöt: göze nâhoş görünüyor; kulakka toñtoosun uğulat: dinlemesi nefret uyandırıyor.
  1589. toñurañsa- hareketlerinde şişmana bezemek (mes. emekliyen gürbüz, çıplak çocuk hakkında ).
  1590. tonna r. tonilâto, ton..
  1591. tono- 1. soymak (yağma etmek); 2. çıplak bırakmak.
  1592. tonol- pas. tono-‘dan
  1593. tonoo yağma , soyma.
  1594. tonot- et. tono-‘dan.
  1595. tonotuu işs. tonot-‘tan.
  1596. too dağ; too tayan, bk. tayan; teşken too yahut teşik too: tonel; canar too: yanar dağ; opoldun toosuñay: dağ gibi kocaman, muazzam.
  1597. tooba = tobo.
  1598. tooçul dağları seven.
  1599. toodak toy kuşu. otis tarda; corğo toodak: ufak toy kuşu.
  1600. toodakçı toykuşu avcısı; toodakçı toru ala: Falco Feregrinus denilen doğan nevilerinden biridir.
  1601. toodok = toodak.
  1602. took 1. tavuk; 2. on iki senelik hayvan devri takviminde onuncu yılın adıdır.
  1603. tooluu dağlı, dağlık; tooluu cer karsız bolbos ats.: dağlık yer karsız olmaz.
  1604. toom 1. uzatkandın coldoştukka toomu çok ats.: yolcuyu geçirenler yoldaş sayılmazlar; toğuz coldun toomu: yolların kavuşak yeri. Dokuz yol ağzı; sokur toom bildim: bir parça farkına vardım gibi; calgızattın sokur toom colu: çok az beliren patika, keçiyolu; 2. es. Başka şekil, şık, bir kitabın nüshaları arasındaki tehâlüf.
  1605. toomat töhmet.
  1606. toomduu düğüm noktası, kavuşak yeri.
  1607. toop a. dn. tavaf.
  1608. toorak kara kavak.
  1609. toorat a. Tevrat.
  1610. tooru I, ordo (bk. ordo 3) oyunun safhalarından biridir.
  1611. tooru- II, gözetlemek, keşifle uğraşmak, bir şeyin etrafında dolaşmak, gözle nişan almak (mes. aşık oynarken vurmak için); tündö ayıldı uuru toorudu : geceleyin hırsız köyü şöyle bir yokladı;bödönönü toorup çaap aldık: bıldırcını birkaç defa kuşatarka vurduk; sen meni köp tooruba!: seni benim başımı fazla ağırtma; ayıktıñbı, can boorum, toorugan kesel-oorudan. folk.: seni rahatsız eden hastalktan iyileştin mi, can-ciğerim!
  1612. tooruk r. 1. mezat; 2. mezat tertip etmek suretiyle satış; malıñ tooruk bolot: emlâkin mezatta satılacak; tooruk kılıp sat-: mezat tertip etmek suretiyle satmak.
  1613. toorul- gözetlenmiş, kuşatılmış olmak.
  1614. toorunkay sığır hayvanları hastalığının adıdır.
  1615. tooruş- bibirini takip etmek. birbirinin hareketin dikkatle gözetlemek ( mes. güreşe hazırlanan boğalar hakkında); balbandar ortoğo tooruştu: pehlivanlar meydana çıktıla, birbirne göz attılar.
  1616. toos a. tavus kuşu.
  1617. tooş ses.
  1618. toot- (karş. toğot-): meni tootpoy koydu: o beni adam yerine koy- muyor, o bana asla iltifat etmiyor;sözün tootpoy koydu: sözüne kulak asmadı, sözünü dinlemedi; caşbalanı al tootmok bele, özüñ bar: küçük çocuğun sözünü dinler mi hiç. sen kendin git!; kişini tootup uyalıp da koyboyt: insanlardan zerre kadar utanmıyor; aylımdı tootpoy aralap, bu kelişi caman, dep folk.: benim köyümde korkmadan dolaşması- çok kötüdür.
  1619. tootpostuk ihmal.
  1620. top I. küre, top; top tep-: fubol oynamak; top segmenti mat..: kürevî segment. II. top (silâh); top at-: top atmak. III, boza süzerken kalan posa. IVzümre, küme, yığın, toplantı; şaydoot top, bk. şaydoot 2; bir top künü: mühimce bir zaman çok vakit; bir topton kiyin: bir müddet sonra; al menden bir top ulu da, çoñ da: o. benden oldukça yaşlıda büyük de; bir top arı barğanımda: hayli ileri gittiğimde; bir top söz bulup ötsö kerek: birçok lâf geçmiş olsa gerekir; balam bar dep maktanba, topto biröö cok bolso ats.: eğer çocuklarından hiçbiri halk toplatısına iştirak etmezse, çocuğun var diye övünme! V, to hecesile başlayan sözlere takviye için katılır: top- toluk.: tepeleme dolu, dopdolu.
  1621. topçu I, topçu. II. düğme; müyüz topçu: kemik düğme; sedep topçu: sedef düğme.: keregenin topçusu: kerege (bk.) ‘nin değneklerinin birleştiği bnoktalarda onları birbirine pekitmeye yarayan sırım düğümü; topçu baş Cnicus benedictus otu; bostanlarda biten Carduus-Cirsiumotu.
  1622. topçula- düğmelemek.
  1623. topçulan- düğmelenmek.
  1624. topçuluk (karş. közönök): düğmeleri iliklemek için) giyim üzerine dikilen ilmik.
  1625. topli = tupli.
  1626. topo I: topo tonop: soyup-soğana çevirerek. II = topurak.
  1627. topol = tokol I; tüpöksüz toopl nayza alıp folk.: kısa ve gündersiz mızrağı alarak.
  1628. topoloñ 1. bir koyun salgın hastalığının adıdır; 2. karışıklık. panik, isyan, kargaşalık; topolañun tozduru: darma-dağınık etti. Tarumar eyledi; çañ -topoloñ kıl-: tam karışıklık meydana getrimek. Her şeyi alt-üst etmek.
  1629. topoloñçu âsi. baş kaldıran.
  1630. topoloñdo- telâş etmek, paniğe kapılmak.
  1631. topoloñdot- telâşa vermek. Panik yaratmak.
  1632. topon I. 1. toz;boztopon: boz toz; 2. kepek; oor topon; (başakların kaba parçalariyle birlikte) iri kepek. II. f. 1. tufan; 2. (Tevratta anlatılan) bütün yer yüzünü kaplamış olan tufan.
  1633. topondo- (kalburla elerken) kepeği, çöpü atmak; oor topondo-: iri kepeği, iri çöpü bir yana atmak.
  1634. topoñdo- kâh iğilerek kâh doğrularak, hızlı yürümek.
  1635. topor 1. baldıeı çıplak; 2. kötü at, lagar.
  1636. topos = topoz.
  1637. topot helâk; toyuñ menen topot tüş! folk.: düğününle cehememe bgit!; toyğo barbay, topot bol! folk.: düğüne gitme de canın cehenneme gitsin!
  1638. topoy hafifçe yukarıya doğru çıkık durmak; topoyğon too: küçük ve bkayasız dağ, topoyğon bala: küçü- bcük çocuk.
  1639. topoz 1. Çin mandası. kaytaz; 2.mec. bkalın kafalı; 3. mec. kaba biçimsiz.
  1640. topto- 1. yığın şeklinde yığmak, kü- bme şeklinde toplamak, 2. grup yapmak. toplamak, toplayıp tamamlamak, koleksiyon yapmak.
  1641. toptol- pas. topto-‘dan; ürön toptolsun! tohumlar toplanmalı!!
  1642. toptom icmal. düstur, kanunlar mecmuası. külliyat.
  1643. toptomo es. antoloji, seçme edebî parçalar mecmuası. kitabı.
  1644. topton- 1. toplanmak,yığın şeklinde yığılmak. küme şeklinde toplanmak; 2. gurup gurup toplanmak.
  1645. toptont- et. topton-‘dan.
  1646. toptoo 1. toplamak. yığmak; ürön toptoo: hububat toplama.hububatı anbara dökme; 2. guruplar halin-de toplama. birleştirme. Toplayıp tamamlama.
  1647. toptoş- guruplar halinde birleşmek. gruplar teşkil etmek.
  1648. toptuu toplu. takım halinde olan.
  1649. topu . f. takke.
  1650. topuk (Rad.. V) = tomuk I.
  1651. topulda- şakırdayan boğuk ses çıkarmak; töönün korğulu cerge topuldap tüştö: devenin tezeği yere şakırtı ile düşüyor.
  1652. topuldat- et.topulda-‘dan.
  1653. topur : topur-topur: bir çok ayak patırtısının taklidi.
  1654. topura- 1. rahatsızlanarak hareket etmek; rahat durmayıp yeri çiğnemek (mes. heyecan içinde bulunan kalabalık hakkında); 2. bir yığın veya küme halinde toplanmak.
  1655. topurak 1. toprak; topurak sal- (kabre, ölü ile vedalaşmak üzere) toprak atmak; son vazifeyi ödemek; topurak salıp keleli: gidelim son borcumuzu ödeyelim; topuraktan tışkarı bolsok mec.: sağ olursak 2. arazi, toprak; Kırgızstan respulikası topurağında: Kırgızıstan cumhuriyeti topraklarında.
  1656. topurat- et. topura-‘dan; maldı topuratıp aydayt: hayvanları öyle sürüyor ki, ayak patırtısı çıkıyor.
  1657. topurla- = topura-.
  1658. topuyçe = topu.
  1659. tor ağ, tor; takya tor: tuzak.
  1660. tordo- 1. ipliği tura ve çile yapmak; btopçuluk tordo-: ilmikler yapmak; 2. ağ kurmak.
  1661. tordol- örselenmek, delik-deşik olmak.
  1662. tordomo ağ şeklinde olan.
  1663. torğo- (karş. toro) engel olmak, yolu kapatmak, alıkoymak; söz torğo-: sözü kesmek; sözümdü torğobo: sözümü kesme; söylememe mani olma!; torğoy çalma: çelme atma (güreşte).
  1664. torğol- mut. torğo-‘dan.
  1665. torğoo yolu kapatma, engel, mania.
  1666. torgoy tarla kuşu; col torgoy: dağlarda yaşayan tarlakuşu; moldo torgoy. sopu torğoy: tarlakuşunun çeşitleridir.
  1667. torgun bir çeşit ipekli kumaş.
  1668. torko bir çeşit ipekli umaş; torko ele: ipek elek; kıl torko: bir ipekli kumaşın adı.
  1669. torlo- = tordo-.
  1670. toro- (arş. torğo) mani olmak, alı- komak; col-: yolu kesmek, yolu kapatmak; toroy çal-: (güreşirken) çelme takmak; adımdı tobobo: bana mani olma, bana engel olma!; aldınan toroy çaptım: yolunu keserek koşturdum.
  1671. torol- erkeklik çağına ermek, büyümek; toğuz caşta toroldum; folk. dokuz yaşında kendimi büyümüş hissettim; daha ör. bk. tomuk I.torom, (karş. toom): toğuz coldun toromu: dokuz yol ağzı; yolların kavuştuğu yer. düğüm noktası.
  1672. toromol set engel, mania, dolambaç; dolaşık yol.
  1673. toroo = torğoo.
  1674. toropoy domuz yavrusu; toropoyun toz kılıp folk.: tarumar ederek; her yana püskürterek.
  1675. toroy- yan gelip yatmak, bir yana yatarak uzanmak (hayvanlar hakkında).
  1676. toroyt- et. toroy-‘dan; attan toroyto çaptım: öyle vurdum’ki o, attan yuvarlandı.
  1677. torpok yahut tay torpok: ikinci ya- şına basmış olan tosun; torpoktun meesin ceptirminbi?: deli miyim ben? deli yok burada; buka cokto torpok biy ats. koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdürrahman çelebi derler (harfiyen.; buganın bulunmadığında tosun hâkimlik eder).
  1678. tors ses talididir; tors ettire çaptı: (atlı) hızlı koşturdu.
  1679. torsoğoy şişko (tombul adam).
  1680. torsoñdo- = torsoy-.
  1681. torsoy- kabarmak, şişmek.
  1682. torsuk tulum.
  1683. torsun çatıdaki kirişler.
  1684. toru doru; arça toru; toru et: sertleşmiş, (kuvvetlenmiş) adale (olgun adamda); toru etke kel- yahut toru etke tol-: erkeklik çağına ermek. bedence kuvvetlenmek, çocukluktan çıkmak.
  1685. toruk I = tooruk.
  1686. toruk- II, yorulmak, dermansız düşmek (başlıca maneviyatı kırılmış adam hakk.), kederlenmek.
  1687. toruu (Rad, V) ilâveten, ilâve olarak.
  1688. toruul (Rad, V), tırıs yürüyüşü süratli olan at.
  1689. tos- = toz- IV; tostum!: (kâğıt oynarken) ortada duran paranı hepsini oynamaya razı olduğunu bildiren kelime.
  1690. toskoğoy muhaddep, kabarık, şişkin.
  1691. toskok undan ibaret toz (mes. değirmende).
  1692. toskool mania, engel.
  1693. toskoolduk = toskool; toskoolduk kılat: engel çıkarıyor. Mümanaat gösteriyor.
  1694. tosmo = tozmo.
  1695. tosto patlak gözlü.
  1696. tostongdo- = tostoy-.
  1697. tostoy- 1. kabarık. şişkin olmak; 2. mec. aşırı kızgınlıkla üzerine atilmak.
  1698. tostur- I. et. tos-‘tan. II = tozdur-.
  1699. tosul- = tozul-.
  1700. tosuray- 1. kabarmak, şişmek; 2. şişmanca, tombul olmak; tosurayıp kiyin-: tombul gözükür gibi giyin- mek; tosurayğan bala: tombul çocuk; tosurayğan köökör: küçük ve derli toplu tulum.
  1701. totu f. papagan; totu kuştay kooz: papagan gibi güzel, sülün gibi dilber: totu cünü menen. bulbul ünü menen ats.: papagan tüyü ile, bülbül, sesi ile (meşhurdur).
  1702. totuk kararmak, esmerlenmek; güneşte yanmak (yüz hakkında).
  1703. tovar r. ik. mal, emtaa.
  1704. tovarduu ik. mallı, metalı, emtaalık.
  1705. tovarduuluk ilk. emtaalı olmaklık.
  1706. toy I, zyafet, işret, düğün şöleni; şenlik; toy-soy: hernevi ziyafet-şölen; kız toyu: düğün ziyafeti; uul toyu es. sünnet düğünü; toyğo toy ulansın!: ziyafet ardınca ziyafet olsun! ziyafetler boyuna devam etsin! (ziyafette hazır bulunanların iyi dileğidir); toy cedir-: ziyafet vermek; emi kaçan bizge toy cediresiñ!: ne zaman bize ziyafet bçekeceksin!; toygon barsañ, toyup bar ats.: ziyafete giderken tok karınla git!
  1707. toy- II. doymak, bıkmak; etke toydum: ete doydum; senden toydum: senden bıktım; toy soy-: düğün veya ziyafet için hayvan kesmek.
  1708. toydur- doyurmak. bıktırmak.
  1709. toyduruu doyurma.
  1710. toyğus doymaz; köz toyğus körköm: görüp doyulamıyacak derecede güzel.
  1711. toyğuz- = toydur-.
  1712. toyğuzuu = toyduruu.
  1713. toylo- cümbüş etmek. ziyafetten- ziyafete dolaşmak; ayıl sayıldap, toytoylop: avullarda dolaşarak ziyafetlerde ağılanarak; it üyüñdü toylop: atpasın: (sakın) köpek evinde bir şeyler yapmasın (bir şeyler yemesin!).
  1714. toylondur- evlendirmek.
  1715. toypoñ : toypoñ cügür: (çocuklar hakkında) tıpış tıpış koşmak.
  1716. toypoñdo- neşeli ve canlı hareketlerde bulunmak.
  1717. toypoñdos- müş. toypoñdo-‘dan; baldar toypoñdoşup oynop atışat: çocuklar büyük bir hararetle oynuyorlar.
  1718. toytoy- örselenmek ve iğrilmek (mes. ayakkabı hakkında).
  1719. toytoyt- et. toytoy-‘dan.
  1720. toyun- doymak, karın doyurmak; arık semirer, aç toyunar ats.: zayıf semirir acın karnı doyar; köönü toyundu: tatmin edildi.
  1721. toyundur- doyurmak, yedirmek.
  1722. toyunt- yedirmek, beslemek; akçan kursak toyunttum, arık eleñ semirttim folk.: aç karnı doyurdum, sen zayıftın, (seni) semirttim.
  1723. toyunuu- işs. toyun-‘dan.
  1724. toyuş- hep birlikte doymak.
  1725. toyut gıda, aş, yem; tülkü toyut boldum: safrayı bastırdım, nefsimi körlettim; çala toyut boldu: yarım-yamalak doydu; toyut çöptörü: yemlik bitkiler; toyut koru: yem ihtiyadı; maldıñ toyutu: hayvan otlağı, hayvan yemi.
  1726. toyuttandır- yedirmek, beslemek.
  1727. toyuttadurıl- pas. toyuttadır-‘dan.
  1728. toz II, 1. toz; topoloñun toz kıldı: tozbuz etti, tarumar etti; topoloñu toz boldu: (korkudan) çil yavrusu gibi dağıldılar; 2. un tozu.
  1729. toz- III, 1. dağılıp toz olmak; azıptozup ketti: her yana dağılıp gittiler; 2. büsbütün eskimek, örselenmek (elbise hakkında). IV. 1. yolu kapatmak; tozup çık-: karşıya çıkmak; konok toz- misafir (konuk) kabul etmek; 2. beklemek, intizar etmek; 3. tutmak; murduñdu toz! Burnunu öne doğru uzat! (oyunda; daha ör. bk. tos); bala toz: çocuğu oturak üzerinde tutmak.
  1730. tozdur- 1. toz halinde komak; 2. büsbütün eskitmek, yıpratmak (elbiseyi).
  1731. tozğool = toskool.
  1732. tozğunçu tar. (işlek yollar üzerindeki) kolcu, tutkavul.
  1733. tozmo (karş. tos. toz IV) yolu kapatan. karşıya gelen; tozmo suu: bentle durdurulmuş su; tozmo suuday memiregen keç: durgun (hafiyen. setle kapatılmış) su gibi sâkin gece.
  1734. tozmoçu- yolu kesen, yoldan geçenleri durduran. muhafaza eden.
  1735. tozmolo- yolu kesmek. yoldan geçenleri durdurmak. alıkoymak.
  1736. tozmoloo yolu kesme, yoldan geçenleri durdurma, alıkoyma.
  1737. tozoğo : tozoğo toñse (Rad.): Çin memurlarının kalpaklarındaki boncuk.
  1738. tozok I. 1. cehennem; 2. mec. azap, ıstırap; azap-tozok: tahammül edilmez azap; seni tabuu-tiriniñ tozoğu: seni bulmak—hayatın azabıdır (seni bulmak aşırı derecede güçtür); tozok tart-: azap çekmek; toburçak minbey, cöölöylü, tozok tartıp, cönöylü folk.: yürük atlara binmiyeceğiz azap çekerek yaya gideceğiz.
  1739. tozokto- azaplamak. azap vermek.
  1740. tozoktol- azaplanmak, ıstırap çekmek.
  1741. tozoktoo işs. tozokto-‘dan.
  1742. tozoku k-f. cehennemlik, cehennemde oturan.
  1743. tozong : tozoñ-tozoñ çañ çıkat (rad., V): muram-buram toz yükseliyor.
  1744. tozoon : arka tozoon es. 1) kocasının köyüne gittiğinde gelinin yolunu kesme; 2) bu sırada kurtulma bedeli olmak üzere verilen hediye.
  1745. tozuk eskime, örselenme; alda kaçan tozuğu cetip, kepiçtin tarpı catat: çoktan eskimiş pabuçun parçaları yatıyor.
  1746. tozul- pas.. toz- IV-‘ten;tozulağn tor: kurulmuş ağ.
  1747. töbö 1. tepe; 2. zirve töbösü kökkö cetip kaldı: tepesi göğe erdi (gayet sevindi; saadetin en yüksek derecesine çıktı); töböm menen cer (yahut kuduk) azsam da. taap berem: tepemle toprak kazsam dahi bulup vereceğim (ne pahasına olursa-olsun, bulacağım); 3. kalpağın tepesi.
  1748. töböl . 1. (hayvanın aınındaki) yıldız, akıtma; 2. tepe; biylööçü töböl: rical, idare başında bulunanlar, (üst tabaka).
  1749. töbölöş- dövüşmek. tepeleşmek.
  1750. töböt I = döböt. II = topot.
  1751. töcügür (kadınlar hakkında) evinde oturmayan (boyuna dışarıda gezen, dolaşan).
  1752. tögörök (karş. tegerek): 1. tögöröktün tört burçu: dünyanın dört ciheti. bütün dünya; tögöröktün tört burçun kıdırdı: yer küresinin dört köşesini dolaştı (her yere gitmiş); tögöröktün tört burçun tört kurçağan malım bar folk.: o kadar çok hayvanlarım vardır. ki onlar yer küresini dört kere kuşatabilirler; 2. tögörök koy: beşinci yaşına basmış olan enenmiş koç.
  1753. tögöröktö- = tegerekte-.
  1754. tögül- dökülmek (mavi,hububat gibi şeyler kabından veya yerinden çıkıp akmak) üyüñdö sütüñ tögülsö. taladamuzooñ emip kelet ats.: felâketler hep birden geliyor (harfiyen.: evde sütün dökülürse, kırda buzağın anasının sütünü emmiş olur). abiyiri tögüldü bk. abiyir 1. kuyruk-calı tögülgön at: uzun kuyruklu ve bol yeleli at; tögülgön sakal: uzun sakal kaba sakal.
  1755. tögült- et. tögül-‘den; közünön caşın tögültüp: gözyaşlarını dökerek.
  1756. tögün yalan; çınbı.tögünbö?: doğru mu. yalan mı!; tögün cerden ört çıkmak bele? ats.: ateşsiz duman olmaz.
  1757. tögündöö yalanlama. tekzip.
  1758. tögüü dökme. döküş; nalog töğüü: (aynî) vergiyi ödeme; egin tögüü 1) ekini anbara dökme; 2) ekini hükûmete teslim etme; tögüü punktu: ekin teslim etme yeri. töh!. vah! (teessüf ifadesi için kullanılır).
  1759. tök- dökmek; nalog tök-: (aynî) vergiyi ödemek; akça tök-: para yatırmak; tökpey-çaçpay aytıp keldi: (işitiğini yahut kendisini tevdi edileni) dökmeden- saçmadan gelip söyledi; caan tögü turat: yağmur dökülüyor. şiddeti yağmur yağıyor;karın tök-: içini çıkarmak, temizlemek.
  1760. tokmö : tökmö akın: irticalen şiir söyliyen şâir; tökmö ırçı: irticalci ozan.
  1761. tökmölüü : tömölüü zamana: değişken, kararsız zamanlar.
  1762. tökö- kaba-saba işlemek, üstünkörü dövmek (demiri).
  1763. tökök kaba-saba yapılmış olan, işlenmemiş.
  1764. tökör sakat, topal, malûl.
  1765. töktür- et. tök-‘ten.
  1766. töktürüü işs. töktür-‘den.
  1767. töl 1. döl; tölü yahut tölüsü: dölü; tölü menen kança malıñ bar?: bu yıl dölü ile birlikte ne kadar hayvanın var?; töl ençilep çığar-: hayvan dölünden (oğluna) hisse ayırmak; 2. töl at gram.: has isim.
  1768. töldöö işs. töldö-‘den.
  1769. töldöt- . et. töldö-‘den; uşak töldöt-: dedikodu yapmak, dedikodu yaymak.
  1770. töldötüü işs. töldöt-‘ten; erte töldöy turğan koylordu töldötüü tacrıy bası cürgüzülüp olturat: koyunları erken kuzulatma tecrübesi yapılıyor.
  1771. tölgö es. falaçma; 41 tane taşla fal açma (üçer taşın bir arya serilmesi muvaffakıyetten haber verir); tölgö sal- yahut tölgö tart-:fal açmak. fala bakmak (balıca. sefere çıkarken) ; tölgösü üçtön. tülösü tüştön: her yerde ve her hususta muvaffak oluyor.
  1772. tölgöçü . falcı.
  1773. tölö I. kulübe.
  1774. tölö- IIödemek.
  1775. tölön- ödenmek.
  1776. tölöngüt tar. hanın uşağı.
  1777. tölöö ödeme, tediye; kirişi tölöösü: duhuliye. giriş ücreti; kayğırba, ata. kayğırba-kayğı tölöö bolobu: folk.:üzülme. baba, üzülme, kederden fayda çıkmaz.
  1778. tölöösüz bedava. meccânen.
  1779. tölöt- ödetmek.
  1780. tölöttür- et. tölöt-‘ten.
  1781. tölötüü ödetme.
  1782. tömön aşağı, aşağıya; tömöntön:
  1783. aşağıdan .
  1784. tömöndö- aşağıya doğru yürümek. hareket etmek.alçalmak. tedenni etmek; tömöndöp ak-: aşağıya doğru akmak.
  1785. tömöndöt- et. tömöndö-‘den.
  1786. tömöndöttür- et. tömöndöt-‘ten.
  1787. tömönkü alttaki, aşağıda bulunan; tömönkünü bildiret: aşağıdakini bidiiryor; tömönkülör aytılğan: aşağıdakiler söylenilmiştir.
  1788. tömöntön bk. tömön.
  1789. tömpöy- kabarmak. şişmek (her hangi bir küçük nesne hakkında).
  1790. tömpöyt- et. tömpöy-‘den.
  1791. tömpöyüü . işs. tömpöy-‘den.
  1792. töndür- yoluna koymak, yöneltmek.
  1793. töñ (Rad., V) = döñ.
  1794. töñkör- devirmek, altını üste çevirmek.
  1795. töñkörül- devrilmek. alatı üste gelmek.
  1796. töñkörüş devrim. inkılâp mânasında da kullanılıyordu.
  1797. töñölük halka, yüzük.
  1798. töö deve; bee deseñ, töögö ketet ats. ben ne söylüyorum, tamburum ne çalıyır (harfiyen.: sen kısrak dersin. o deveye gider); tööñ (tösü, fakat tööm değil) ak tuudu: işlerin (yahut işleri) mükemmel gidiyor. işlerin tıkırında; ak töönüñ kardı carıldı: iyilik rahmet gibi yağdı; töödöy mildet: gayet büyük vazife, muazzam iş; töö bastı: (bir oyundur); töö bastıdan aman:genel karışıklıktan mutazarrır olmadı; töö çeçken tar.: yere çıkılan kısa kazığa bağlanmış olan deveyi çıplak kadına çözdür- mekten ibaret olan, kabile dere-beylerinin bir eğlencesidir, deve, onu böylece çözen kadına verilirdi; töö çeçkendey kıl-: rezil etmek, kepaze etmek; töö kuş: devekuşu; töö kuyruk, bk. kuyruk 1; töö uy- ğak, bk. uyğak; töö tiken, bk. tiken.
  1799. töökeç k-f. deveci, devekeş (deve ile yük taşıyan mekkâreci).
  1800. töölük gece ve gündüz , 24 saat.
  1801. töömantek töömetek, çocuk oyunlarındaki cezaların bir şeklidir (cezaya mahkûm olan oyuncunun başına dirsek konur, sonra kuvvetle basılarak geri çekilir, ki bunun neticesinde yumruğun art kısmı şiddete kafaya düşer).
  1802. töönö- sivri şeyle delmek, şişlemek, (toplu iğneyle) raptetmek, inelemek.
  1803. töönögüç 1. çengelli iğne; 2. süs iğnesi, broş.
  1804. töp I, 1. kaideye uygun, doğru, gerçek, muhakkak. nihâî surette; töp süylö-: doğru kaideye uygun söylemek; töp emes: yaramaz, muvafık olmayan. uymıyan; 2. namuslu, dürüst (adam); töp cigit : namuslu delikanlı. II: töp etip tüştü: töp sesi çıkararak düştü (hafif bir nesne hakkında).
  1805. töpö : töpö başı: bir topluluğun (aile şebeke v.s.) büyüğü, başı; bir üydün töpö başı: evin büyüğü.
  1806. töptö- bir işi iyi ve dikkatle yapmak; tögörötö çaldı ele. töptöy körüp aldı ele folk.: etrafı tetkik etti, her şeyi dikkatle baktı; tört tülük maldın barısına töptöp cıyıp aldı ele folk.: bütün hayvanları özenle topladı.
  1807. tör 1. obanın giremecine karşı olan yer, başköşe; tör ağa es.: reis (toplantı başkanı) ; tör ağalık es. riyaset; atasının törün taanıp alar!: ala cağı olsun!; tördön atmay: bir oyunun adıdır; 2. yüksek dağ otlağı, yayla; ısık körböy, tördö öskön; şamaldap salınbelde öskön folk.: dağlarda sıcak görmeden büyümüş; rüzgârda, serin dağ geçidinde büyümüş.
  1808. törağa = tör ağa (bk. tör: I).
  1809. törağalık = tör ağalık (bk. tör I).
  1810. törçül (karş. tör) 1. başköşe heveslisi; 2. db. Kırgızca sözlerin sonlarında bulunmayan c. d, ğ. g sesleri ve harfleri böyle tesmiye olunuyorlardı.
  1811. törkülö = törkündö-.
  1812. törkün . zevcenin akrabaları; törkün tözün: zevcenin hısım-akrabası..
  1813. törkündö- akrabasının yahut babasının evine gitmek (evli kadın hakkında).
  1814. törkündöt- et. törkündö-‘den; katının törkündötüp cibergen: karısını balasının evine göndermiş.
  1815. törkünsöök babasının evini sık-sık ziyaret etmesini seven (evli kadın hakkında).
  1816. törkünsü- evli kadının hısım- akrabasına münasebette bulunması gibi münasebetlerde bulunmak; caman katın çıkkan cerin törkünsüyt ats.: kötü karı kocasının ailesine karşı. kendi ailesine gibi muamele eder (yani kendisi bir misafir imiş gibi hareket eder).
  1817. törö I, 1. efendi. devlet memuru, rifat sahibi, derebeyi; törölörçö: bey gibi, bürokratça: 2. es. bürokrat.
  1818. törö- II, doğurmak; eneñ erkek törögöndöy: (sen öyle memnunsun ki) sanki annen erkek çocuk doğurmuş.
  1819. töröçül es. bürokart.
  1820. töröçülük 1. beylik, bey tavırları; 2. es. bürokratizm.
  1821. törölö- törö gibi muamele veya hareket etmek (bk. törö I).
  1822. törölöş- bürökratlaşma. törölük. beylik. bey tavırları.
  1823. töröön eröön sözünün tekidir.
  1824. törösü- beylik taslamak, azamet satmak.
  1825. töröt doum, doğurma; töröt üyü: doğum evi.
  1826. törsögöy = torsoğoy.
  1827. törsöñdö- = torsoñdo.
  1828. törsöy = torsoy.
  1829. tört dört.
  1830. törtkül 1. dört köşeli. murabba: buruş törtkül mat.: bozuk murabba: 2. kale. hisar; törtkülün tört kat uruptur folk.: kendisine dört sıra kale inşa etti.: 3. şehir yeri (eski bir meskun mahallin haberleri); buzulğan eski törtküldöy atañdın şaar-kalası folk. babanın şehri bir harabeye benziyor.
  1831. törtöö dört tane.
  1832. törtültük (karş. ekiltik) dört adet yerine geçen.
  1833. törtülük dörtlük.
  1834. törtünçü dördüncü.
  1835. töş 1. göğüs. döş; calañ töş: yaman, şiddetli; töş carı: bir metre kadar uzunluk ölçüsü (uzatılmış kolun parmak uçlarından göğüsün yarısına kadar); 2. dağın eteğinden birparça yukarı kısmı; yamaçın aşağı kısmı; töş tayan, bk. tayan.
  1836. töşö- döşemek, sermek; taş töşö-: taş döşemek (mes.. sokağa); may töşö mec.: kandırmaya çalışmak. töşök, yatak; töşök cañırt-: 1) yatağı yenilemek; 2) mec. tekrar evlenmek; töşök salar es.: yeni evlilere yatak düzmek mukabilinde verilen hediye; töşök talaş: toprağa adamakıllı gömülen ipi çekip çıkarmak (bir düğün adetidir); töşök tart-: yatakta yatmak (hasta hakkında); hastalanmak; bir ay töşök tartıp cattım: bir ay yatakta kaldım (hasta yattım).
  1837. töşöl- 1. döşelmek, serilmek (teğelti hakkında) taş töşölgön köçö: taş döşelmiş sokak; 2. meleke kesbetmek; töşölgön cazuuçu: tecrübeli muharrir töşölgön corğo: çok koşarak meleke kesbetmiş olan yorga.
  1838. töşön- bir nesneyi, döşek, sergi olarak kullanmak.
  1839. töşönçü döşek: yatak; töşöngön töşönçüñ barbı?: serecek bir şeyin var mı? töşönçü-orunçu bk. orunçu.
  1840. tötö doğru, düz; tötö col: doğru yol; tötö bar-: doğru. kestirme gitmek.
  1841. tötögö kırmızı ve beyaz keçe parçalarından dikilen, obanın dış tarafından tuurduk (bk. tuurduk I) ile üzük’ün (bk. üzük I) birleştiği yerin birparça yukarısından geçerek. obayı kuşatan şerit şeklindeki süs; tötögö baştık es.: beyaz ve kırmızı keçe parçalarından küçük torbalar şeklinde dikilen ve obaya uuk (bk.)’ların uçlarına asılan tezyinat.
  1842. tötölö- doğru yönde hareket etmek; tötölöp ayt-: uzatmadan söylemek doğru söylemek.
  1843. tötön hayranlık ve taaccup ifade eden kelimedir; tötön cakşı: gayet iyi; tötön oşondoy kılsa eken!: böyle yaparsa ne iyi olurdu!; tötön alardın kiçinekey baldarın kötsöñ!: sen onların küçük çocuklarını görseydin (ne şeker şeylerdi onlar)!.
  1844. tötöp teselli. avunma, rahatlanma; köñülgö tötöp emespi? kalbe ferahlık değil midir?; anı köönümö tötöp kılıp alıp cürömün: kalbimde onun hakkında çok iyi hatıralar taşıyorum.
  1845. tözün törkün sözünün tekidir.
  1846. traktor r. traktör.
  1847. traktorlo- traktörle çalışmak.
  1848. tratorloşturuu traktörleştirme
  1849. tramvay r. tramvay.
  1850. transkriptsiya r.transkripsiyon.
  1851. transport r. nakliyat.
  1852. transportir r. minkale.
  1853. transporttuk r. nakliyata ait; transporttuk bölüm: nakliyat şubesi.
  1854. trap r. gemilere girmek ve çıkarmak için kullanılan iskele veya merdiven.
  1855. trapetsiya r. jimnastik trapezi.
  1856. trest r. tröst.
  1857. trevoga r. as. tehlike işareti. alârm.
  1858. tribuna r. kürsü.
  1859. tseh r. lonca.
  1860. tsentner . r. kental (50 veya 100 kilo)
  1861. tsentr r. merkez.
  1862. tsentralizm r. merkeziyet.
  1863. tsenzura . r. sansür.
  1864. tsilindr r. silindir.
  1865. tsirk r. canbazhane.
  1866. tsirkul r. pergel.
  1867. tsirkulyar r. tamim.
  1868. tsitata r. başka bir eserden naklolunan cümle.
  1869. tsitatta- bir müellifin sözlerini nakletmek.
  1870. tuayt ! tut şunu! (köpeği kışkırtma).
  1871. tubağan sık-sık (her sene) doğuran, doğurgan, velûd (başlıca, kısrak hakkında) , çok yumurtlıyan (tavuk hakkında).
  1872. tubar I, bir nevi Çin ipeği; tubardan tuumu cayıltıp folk.: ipek bayrağımı açarak. II, doğurabilecek çağına gelmiş hayvan dişisi.
  1873. tubasa öz (kardeş) , hilkî, fıtrî; tubasat il: ana dili; tubasa öñ; tabiî renk tabiî görünüş (manzara); sandardın tubasa ireti mat.: sayıların tabiî sırası.
  1874. tuberkulyoz r. verem hastalığı.
  1875. tubuş : tabış-tubuş: bağırtı, gürültü- patırtı.
  1876. tucerke r. kon. yakası kapalı ceket.
  1877. tuğurtakta- = tugurukta-.
  1878. tuğurukta- tumar yapmak. katlamak; tuguruktap kiyiz koy-.: keçeyi katlayıp koymak.
  1879. tuğuruktal- mut. tuğurukta-‘dan.
  1880. tuk : tak-tuk; taktuk; tuk et-: uyuklamak; ımızganmak.
  1881. tukaba = dukaba.
  1882. tukul ( herhangi bir) kör uçlu nesne.
  1883. tukulcu = tukulcura-.
  1884. tukulcura- büsbütün kuvvetten düşmek, takattan düşmek, büsbütün mafrum olmak; 16-nçı cılı kırğız kiyimden tugulçuradı: 16-cı (1916) senede Kırgızlar giyimsiz kaldılar.
  1885. tukum tohum, hububat. zürriyet, nesil, soy, kabile, cins; tukum kuu: miras olarak almak (evsafı, beldekleri, hastalığı); tukum kuuğan: hilkî, irsî; tukum kuuğan ooru: irsî hastalık.
  1886. tukumçulduk irsîlik.
  1887. tukumda- türemek çoğalmak.
  1888. tuumdaş soydaş kökteş, akraba; tukumdaş tilder: akraba diller.
  1889. tukumdoo türeme, çoğalma; tukumdoo müçölörü: türeme, çoğalma uzuvları.
  1890. tukumduk 1. damızlık, döl ve maya için bırokılan; 2. türeme organları; tukumduğu küçsüz: ademi iktidardan muzdarip, çocuk doğurmak istidadından mahrum.
  1891. tukumduu : asıl tukumduu: temiz soydan olan, haliskan.
  1892. tukur yahut tukur at: iş atı, adî, fakat sağlam ve dayanıklı at.
  1893. tukur- II, 1. kışkırtmak; itti tukur-: köpeği kışkırtmak; 2. koro tukur-: ağılı beklerken ara-sıra seslenmek; korooğo tukurup koy-: ağılın etrafında arasıra seslen, bağır1; 3. tahrik etmek, kışkırtmak.
  1894. tukuruk 1. kışkırtma; 2. (geceleyin) ağılın etrafında seslenme, bağırma; 3. tahrik etme.
  1895. tul 1. es. ölen kocasının tasviri (resmi) olup, karı-koca yatağının üzerinde asılırdı (ki bu tasvirin altı-na oturup, kocası için sağu sağar-dı); 2. kocası için yas, mâtem; tul-katın (karş. cesir): dul kadın (kocası öldükten sonra bir seneye kadar); tula oltur- yahut tul sokta- ölen kocası için ağlamak (sagu sağma); beş kökül caşım tul boldu folk.: nişanlım öldü.
  1896. tula = tulku; tula boy: bütünü, hepisi tamamiyle.
  1897. tulañ stipa otu nevilerinden biridir (karş. ködöö).
  1898. tuldan- 1. tasalanmak (ölen koca için); tuldanıp canıñ kıynaba! folk.: kederlenip canına ıstırap verme!; 2. yaslı bir şekle girme (karş. tul 1); ak üyüm kızıl tuldandı, mendey alğanı, ıylap, tul kaldı folk.: ak obamda yaş tasviri (resmi) vardır, ben, onun karısı, dul kaldım.
  1899. tuldat- dul bırakmak (karıyı).
  1900. tulduu (kocası için) mâtemli.
  1901. tulğa sacayak; taş tulğa: taşlardan yapılmış olan ocak.
  1902. tulku hep, bütün, tamamile, hacim; tulku boy: bütünü tamamiyle, hacim, bütün vücut, bünye; tulku boyum ooruyt: bütün vücudum ağrıyor.
  1903. tulkuboy = tulku boy (bk. tulku).
  1904. tulpar 1.mit. kanatlı at; 2. savaş atı, yürük at.
  1905. tulparlık savaş atı, yürük at sıfatı.
  1906. tultuk = bultuk.
  1907. tultuy- = bultuy; tultuyup. Bököy olturat folk.: Bögöy surat asarak oturuyor.
  1908. tulu = tulku.
  1909. tulup tulum şeklinde yüzülen buzağı derisi.
  1910. tum . tam II sözünün tekidir.
  1911. tumak . bir nevi kulaklı kalpak.
  1912. tuman . sis; çöö tuman: dağlar üstünde görünen bulutlar; sasık tuman: dağ üzerinde takılı kalan bulut; çöö tumanday: saman altından su yürüten (insan).
  1913. tumandal- sislenmek. sisle örtülmek.
  1914. tumanduu sisli. sisle kaplanmış olan.
  1915. tumar muska
  1916. tumçuk- nefes kısılmak.
  1917. tumçuktur- et. tumçuk-‘tan.
  1918. tumçula- tıkamak, kapatmak; murun tumçula-: burun tıkamak.
  1919. tumçulan- mut. tumçula-‘dan.
  1920. tumoo yahut sasık tumoo: nezle, tumağı, soğuk alğınlık, girip.
  1921. tumoolo- yahut sasık tumoolo = tumooro-.
  1922. tumooro- nezle olmak.
  1923. tumsak hareket etmek, atta gezmek adetini bozmak, bunları yapamaz olmak; (hareketten, atta gezmekten) çar-çabuk yorulan.
  1924. tumşuk 1. gaga, hayvan suratı, hayvan burunu; hortum; balta tumşuk: gagası kalın ve kısa filorcin kuşu: Coccothrautes; kem tumşuk yahut tumşuğu kaykı mec. talihsiz, betbaht; suuk tumşuk: kepaze olmuş, terzil edilmiş; rüsva olmuş; betnam olmuş; koçkor tumşuk: muhaddep burun muhaddep burunlu; cez tumşuk mit. pençeleri ve burnu madenî olan kocakarı kılığında bir cinî varlıktır; it tumşuğuna suu cetkende süzöt ats.: köpek burnuna su dayandığı zaman yüzmeye başlar; tumşuğuna suu cetti: son derece müşkülât içindedir; 2. oyanın (gemin) burna gelen kısmı; 3. coğ. burun.
  1925. tumuray- somurtmak, surat asmak; insanlardan kaçıñan ve münzevi bulunmak.
  1926. tun I. yahut tun bala: ilk çocuk; tun uulum: ilk oğlum.
  1927. tun- II, 1. dinmek; 2. temiz ve şeffâf olmak, durulmak; suu başınan tu- tan ats.: su kaynağından temizlenir; 3. memnun ve mahzuz olmak, tatmin edilmek; tuna kara-: memnuniyetle, tatmin edilerek bakmak; kımızğa tunduk: kımıza kandık: bol bol kımız içtik; 2. asğırlaşlaşmak: kulak tuñan çuu: kulağı sağırlaştıran gürültü partırtı.
  1928. tuna : tuna ket- yahut tuna çök-: helâk olmak; boşu boşuna mahvolmak; tuna çögöyün yahut tuubay tuna çögöyün folk.: (eğer öyle olursa) doğduğum saat kahrolsun!; tuudurbay tuna çöksöñçü! folk.: zürriyetin kesilsin!; tuubay tuna çögö kal! tirüü cürböy, ölö kal! folk.: keşke doğmasaydın! keşke yaşamayıp ölseydin!; tuna çökkön sov.: değersiz (insan hakkında).
  1929. tunar- 1. kararmak, karanlık olmak, karanlık basmak; 2. kör olmak.
  1930. tunarık sisli ufuk.
  1931. tunarıkta- bozarmak; bulanmak; közü bir az tunarıktap kaldı: 1) gözleri bir parça karardı, 2) gözleri fena bulanık görüyor.
  1932. tunart- et. tunar-‘dan.
  1933. tuncur . Astur palubarius denilen atmacanın dişisi (ki değerce tuyğun- dan (bk.). sonra ikinci derecede gelir).
  1934. tuncura- 1. tam bir rahat ve sükûn içinde bulunmak; 2. kederli, abûs ve düşünceli olmak.
  1935. tuncurañkı : andan da tuncurañkı oyğo çumup: daha derin düşünceye dalarak.
  1936. tuncurat- et. tuncura-‘dan.
  1937. tuncuroo 1. tam bir rahat ve sükûn durumu; 2. düşüncelilik durumu.
  1938. tundur- 1. şeffâf ve temiz yapmak, dinlendirmek durultmak (diyelim, suyu); 2. memnun ve mahzuz etmek; susun berip tundurdu: içecek verdi ve memnun etti; 3. sağırlaştırmak, sersemleştirmek; on eskiden örgön buldursun, çapsa kulak tundursun folk.: on iki srırımdan örülmüş kamçı, ki onunla vurulduu zaman insanın kulağını sağırlaştırıyor; 4. saka tundur- vurmak için kullanılan aşığı kurşunla doldurmak (şöyleki kurşun dışarıya çıkık durmasın).
  1939. tundurma yahut tundurma saka: kurşunla doldurulan (ve kurşunu dışarıya çıkık durmayan) vuruş aşığı.
  1940. tuñ- : tañıp-tuñup: pek sıkı bağ lıyarak.
  1941. tuñgak meme emen hayvan yavrusunun tezeği, meme emen çocuğun gaiti.
  1942. tuñğuç = tun I; tuulup öskön tuñğunç cer folk.: doğduğum ve büyüdüğüm yer (vatan).
  1943. tuñğur añğır sözünün tekidir.
  1944. tuñğuyuk uçurum.
  1945. tuñuç = tun I.
  1946. tunuk şeffâf. saf, duru; tunuk suu: duru saf su; tunuk küzgü, temiz (iyi) ayna.
  1947. tunuke f. safha biçiminde olan demir saç.
  1948. tunukele- saçla kaplamak.
  1949. tunukelüü saçla örtülü; tunukelüü üy: çatısı saçla kaplanmış olan ev.
  1950. tup yahut tupa, tu hecesile başlayan sözlere katılan takviyedir-: tup-tuura. yahut tupa-tuura yahut tupadan- tuura: dos-doğru.
  1951. tupa tupadan. bk. tup.
  1952. tupli r. terlik.
  1953. tur . 1. ayakta durmak. ayağa kalkmak; men erte turdum: ben erken kalktım; bul tura tursun: şimdilik bunu bırakalım da (başka işle meşgul olalım); tura tur!: dur, bir parça ekle!; bilip turup, caşırat: bildiği halde saklıyor; örüp turup, körbödüm deyt: gördüğü halde görmedim diyor; muzari sık olarak turamın, turasıñ, turat şekilleri yerine: turumun, turusuñ, turu şekillerinde bulunmaktadır (bk. catırı cat- ııı, 5 maddesinde), 2. bulunmak, ikamet etmek, oturmak(yaşamak); sen karakoldo turasıñ: sen karakolda oturuyorsun; 3. değmek (değerinde olmak) kança turat: değri nedir? kaça!; turğan narkı: maliyet fiyatı; 4. hizmette bulunmak, ücretle çalışmak; bayğa tuğran: zenginin yanında çalışmış; 5. (önde gelen ğanı şekille yahut datif kılığındaki iş ismi ile) niyet edilmek; hemen hemen vukua gelmek veya getirmek üzere bulunmak ; kün caağanı turat: yağmur yağacak gibi duruyor, neredeyse yağmur yağacak; ketkeni turat: gitmek üzere bulunuyor; bergeni turat: vermek niyetindedir, şimdi verecek; ceñesi turat ketüügö folk: yengesi (bk. ceñe) gitmeye hazırlanıyor; 6. (mak, sun yahut gay şekillerinde) yalnız o değil, hatta…; mınday tursun: şöyle dursun… yalnız o değil hatta…; külküm gelmek turğay, uyaldım: gülmek nerde, utandım; al, işti oñomok tursun, arkta keltirgen: işi düzeltmek şöyle dursun, büsbütün berbat etmiş; el taramak dursun, öböyüp catat: halk dağıtmak şöyle dursun, çoğaltmaktadır; almak turğay körbögön: almak şöyle dursun, görmemiş bile; al turğay yahut al turmak yahut al tursun: şöyle dursun…; 7. turbaybı!: bu değil mi; işte bu ya!; kelgen turbaybı! işte o geldi ya! kırgızca süylöyt turbaybı!: kırgızca konuşmuyor mu!: kırgızca konuşuyor ya; bala boydon turbaysıñbı!: sen küçük bir çocuksun ya!; 8. eki turbay bir beken-: bunlar iki türlü nesne olmayıp, aynı şeyler mi sanıyorsun!; 9. tura artık; bulu bar tura: parası var ya!; kelgen tura: geldi ya; 10. lakayıt kalmak; kantip tursun!: nasıl lakayit kalsın!; 11. barıp turğan: en mükemmel ; ala (bk. ör. cer ı); 12. yardımcı fiil sıfatıyla işin sürekliliğini ve devamını gösterir: sözülüp turat: uzayıp çekiliyor (mes. lastik); cey turalı: şimdilik yiyelim; elip tur: bazan uğra (bunu adet edin!); uyku geip turat: uykum geliyor; 13. teşekkül etmek; beş kişiden turğan komissiya: beş kişiden teşekkül eden komisyon.
  1954. tura ı, atın tırnağının alt tarafı. çatalı; turadan tügöndü: ayakları sakat oldu (yürük at hakkında) turadan tügönbögön tulpar yorulmaz yürük at. ıı, bk. tur 9.
  1955. turak ikamet yeri, durak, konulan yer; turağı cok: duracak, sığınacak yeri bulunmayan; turak üstölü: adres bürosu.
  1956. turaksız devamsız, sebatsız, karasız, değişen sık sık değişen; turaksız çonduk mat.: değişken kemiyet.
  1957. turasızdık devamsızlık, kararsızlık.
  1958. turakta- yaşamak, oturmak ikamet etmek.
  1959. turaktuu sarsılmaz, sabit muhkem: turaktuu çoğnduk mat.: devamlı hacim, değişmez kemiyet, sabıte; turaktuu okuu kitebi: okullar için kabul edilen tek ders kitabı.
  1960. turaktuuluk sarsılmazlık, sebat, sağlamlık, muhkemlik.
  1961. turala- (arş. turaı): mık turalap keti: çivi kemiğe battı (atı nallarken).
  1962. turatur bir parça bekle! biraz sabret!
  1963. turbat a. türbe.
  1964. turbin r. türbin.
  1965. turdur- et. tur-‘dan.
  1966. turğun daimi olarak oturan, ikamet eden. mukim; turğun kapital: sabit sermaye.
  1967. turğuz- 1. dikmek (rekzeylemek); 2. kaldırmak, uyandırmak.
  1968. turğuzdur- et. turğuz-‘dan; töşöktörünön turğuzdurup: yataklarından kaldırarak.
  1969. turğuzul- 1. konulmak; dikilmek (nasbedilmek); tapsız sotsialistik koomdun sonun üyü bizdin köz aldıbızda tuğuzulup catat: mükemmel sınıfsız sosyalist cemiyeti binası bizim gözümüzün önünde dikilmektedir; 2. aldırılmak, uyandırılmak.
  1970. turğuzuluu işs. turguzul-‘dan.
  1971. turğuzuu işs. turğuz-‘dan.
  1972. turist r. turist, seyyah.
  1973. turk kesilmiş ve derisi yüzülmüş hayvan gövdesi; buttun turku yahut buttun turkusu: ayağın, tabanın uzunluğu.
  1974. turku = turk.
  1975. turman 1. (bu manayla daha ziyade eer turman), bütün takımlariyle birlikte eyer, bütün, tam süvari takımı; 2. gereçler, ev eşyası, tesisat; boz üynün turmanı: keçe evin ahşap kısmı, obanın kafesi.
  1976. turmuş yaşayış, hayat (tarzı).
  1977. turna = turuna.
  1978. turnabay kon. folk. dürbün, mikroskop; turnabay sal-: dürbünle bakmak.
  1979. turneps r. şalgım turpu denilen yer turpu.
  1980. turnir r. turnua.
  1981. turpak = topurak.
  1982. turpat görünüş, şekil, biçim, çehre.
  1983. turpattaş 1. (birisiyle, bir şeyle) aynı biçimde olan; 2. db homonyme.
  1984. tursuğuy = bursuğuy.
  1985. tursuy- = bursuy-.
  1986. turu bk. tur 1.
  1987. turuksuz devamsız, sebatsız, kararsız. sallanan mütereddit.
  1988. turuktuu 1. daimi surette yaşayan (ikamet eden); 2. sabit, muhkem, direngen, sağlam, musir, devamlı, inatlı.
  1989. turuktuuluk sebat, devam,sağlamlık, israr, mukavemet, dayanma, dayanıklık; tap turuktuuluğu: sınfi mukavemet; bolşeviklik turuktuuluk: bolşevik sebatı, mukavemeti.
  1990. turum ayak, kaide, destek.
  1991. turumduu daimi, sabit, sağlam, metin.
  1992. turumduuluk devam, sebat, sağlamlık, muhkemlik.
  1993. turumtay falco vespertinus denilen doğan; turumtay tiygen taraançıday: doğanın hücumuna çarpan serçeler gibi (dağıldılar).
  1994. turuna turna (kuş).
  1995. turupke r. pipo.
  1996. turuş ı, işs. tur-‘dan; cürüş-turuş = cürüm turum (bk. cürüm).
  1997. turuş- ıı, müş. tur-‘dan.
  1998. turuştuk mukavemet, sebat, dayanma; turuştuk ber -: sebat göstermek, karşı komak, dayanmak.
  1999. turuuçu ikamet eden, yaşayan (oturan), sakin.
  2000. tuş 1. karşı yanda bulunan mahal; tuşumdağı: karşımdaki; tuş bol-: karşılaşmak, tesadüf etmek; tuş kelgen. karşısına çıkan, herhangi bir rast gelen; tüşüñ tuş kelsin!: ruyan uygun gelsin!; tuş kıl-: karşılaşmaya zorlamak; bugün mağa caman cerden tuş keldi: bugün benim işlerim yürümüyor, bugün beni hep muvaffakiyetsizlikler takip ediyor; tuş kiyiz, bk. kiyiz; 2. yön istikamet; kaysı tuşta?: hangi yönde; tuş-tuşunan duşman menen kurçalıp kalğan: her yandan düşmanla kuşatılmış; tuş tarapka: her yana tuş keldi cakka kete berişet: atlara binerek, herkes bir yana gitti; 3. zaman,an,fırsat; bizdin tuşubuzda: bizim zamanımızda; tak oşo tuşta: tam bu zamanda, tam o dakkada; ar nerse öz tuşunda kımbat: her işin zamanı var, her şey zamanında kıymetli; tulpar-tuşunda, külük- künündö ats.: savaş atı bir hadise zamanında işe yaradığı halde; yürük at her zaman (lazımdır); teñ-tuş: denk (aynı seviyede insanlar hak.), yaşıt.
  2001. tuşa- kösteklemek (ön aykalara) bukağı vurmak; kuura tuşa- yahut cüyür tuşa-: (ayaklar birbirine dokunacak surette) sım sıkı kösteklemek; keñ tuşa: serbest, geniş kösteklemek.
  2002. tuşakçı tüfeğin bir kısmının adıdır.
  2003. tuşamış 1. (ön ayaklardaki) kayış köstekler; 2. bukağı.
  2004. tuşar atın ön ayağının aşağı kısmı (köstek vurulacak olan yeri); ayağın tırnakla diz arasındaki kısmı; kişini tuşarına teñebeyt: insana kıymet vermiyor onun gözünde başkaları on para etmiyor.
  2005. tuşaştır- (hayvanın ön ayaklarını) kösteklettirmek.
  2006. tuşat- et. tuşa-‘dan.
  2007. tuşattır- et. tuşat-‘tan.
  2008. tuşman = düşman.
  2009. tuşoo 1. köstekleme; 2. köstek; tuşoo kırktır-: (yeni yürümeye başlayan çocuğun) kösteğini kesmek (merasimi).
  2010. tuşooluu iki ön ayağına köstek vurulmuş olan.
  2011. tuşoor = tuşar.
  2012. tuşta- : tuştap 1. doğruca, doğru istikamet alarak; 2. tam bu dakkada, ne erken ne de geç.
  2013. tuştaş- 1. karşı karşıya bulunanlar; atçandarğa tuştaş barıp: atlılarla aynı hizaya gelerek; 2. çağdaş, yaşıt.
  2014. tuştaştır- dürüst uydurmak, birini diğerine uydurmak.
  2015. tuşuk- karşılaşmak, tesadüf etmek.
  2016. tuşuktur- karşılaşmaya zorlamak veya bırakmak, karşılaşma sebebi olmak.
  2017. tut ı, dut, dut ağacı.
  2018. tut- ıı, tutmak; yakalamak; uuru tut.: hırsız saymak; korooño sak bol, koñşuñdu uuru tutpa ats.: ağılını koru, komşunu hırsız sayma!; kesek tut- mec.: yaltaklanmak, dalkavukluk etmek.
  2019. tutalan- hırslanmak, kin beslemek.
  2020. tutam 1. kulp, sap; 2. bir avuç (nesne); 3. dört parmak genişliğinde olan uzunluk ölçüsü.
  2021. tutamda- 1. yumruk içinde, yumulmuş elde tutmak; 2. tutam ile ölçmek (bk. tutam 3).
  2022. tutamdat- et. tutamda-‘dan.
  2023. tutamdoo işs. tutamda’dan.
  2024. tutan- tutuşmak, yanmaya başlamak alevlenmek.
  2025. tutandır- yakmak, tutuşturmak.
  2026. tutandıruu yakma, tutuşturma.
  2027. tutandıruuçu yakıcı, kundakçı; soguşu tutandıruuçu yahut soguş otun tutandruuçu: harp kundakçısı; soğuştu tutandıruuçulardın sokkusuna sokku menen coop berüügö dayarbız: harp kundakçılarının darbesine karşı darbe ile cevap vermeye hazırız.
  2028. tutañıç tutuşan, alevlenen; tutañıç buyum: patlayıcı madde.
  2029. tutant- et. tutan-‘dan.
  2030. tutantuu yakma, kundaklama.
  2031. tutantuuçu = tutandıruuçu.
  2032. tutanuu işs. tutan-‘dan.
  2033. tutaş ı. baştan-başa. aralıksız, arasız, hep, tamamıyle; tutaş kollektivdeşken rayondor-: baştan başa kollektifleşmiş bölgeler.
  2034. tutaş- ıı. bitişik olmak; yan yana bulunmak, aralıksız (yekpare) bir hale gelmek.
  2035. tutaştır- et. tutaş- ıı’den.
  2036. tutatkıç kundakçı.
  2037. tutka = tutkuç.
  2038. tutkap tutkak, çabuk kızma hassası.
  2039. sinirlilik ; tutkabı karmap aldı: taşkınlık etti, aşırı derecede hiddetlendi.
  2040. tutkaptuu tutkaktuu, hoppa, çabuk kızan,sinirli; kolu tutkaptuu: eli temiz değil.
  2041. tutkuç . 1. kulp,sap; 2. ocaktan kazanı indirirken kullanılan keçe ellik çay tutkuç: çaydanlığın kulpuna sarılan bez.
  2042. tutkun 1. esaret, hapis; 2. esir, tutsak, mahpus.
  2043. tutkundal- esir olmak, esir düşmek, hapsedilmek.
  2044. tuttuk- 1. idrar tutulmak; tuttuğup öl-: idrar tutulmaktan, üremiden ölmek; 2. (söylerken) kekelemek; tuttuğup ele süylöy albay koydum: kekeledim ve söyleyemedim; tuttukapay süylö!: kekelemeden, şaşırmadan, sakin bir tavırla söyle!
  2045. tutul- tutulmak, yakalanmak, ele geçirilmek; kün tutuldu: güneş tutuldu; ay tutuldu: ay tutuldu.
  2046. tutuluu işs. tutl-‘dan.
  2047. tutum 1. devam: tutumu bar: devamı var; 2. aralıksız, arasız; acırağis tutum maani: parçalanmayan, bütün kavram; 3. es. zincir halkası.
  2048. tutun- kendi çocuğu gibi tutmak; tuubasañ da enek, tutunup meni bağıp al! folk.: gerçi, anneciğim, sen doğurmadın, fakat sen beni artık kabul ve terbiye et!; tuubasam da, tutuñan, emçek sütün berbesem, elik sütün berdim bi? folk: seni doğurmadımsa da, kabul ettim, seni kendi sütümle beslemeyip, dağ keçisi sütiyle mi besledim?
  2049. tutuş- hep beraber tutmak, birbirini tutmak, tutuşmak (kapışmak).
  2050. tutuşuu işs. tutuş-‘dan.
  2051. tutuu . 1. tutma, alıkoma; 2. obanın iskeleti; 3. obayı örten keçiler.
  2052. tuu ı. 1. sancak, bayrak; ötmöö tuu: geçici sancak; 2. tar. tuğ. ıı, kısır, henüz doğurmamış olan; tuu bee: kısır, doğurmamış olan kısrak. ııı, doğuş, doğum.
  2053. tuu- ıv, 1. doğurmak, doğmak, türemek; tuuyt (bazan tubat): doğuruyor; artık tuuğan: yüksek soylu, asil; cumurtka tuu-: yumurtlamak; ara tuu, bk. ara 3; tuuğan ene: öz anne; tuuğan cerim: doğduğum yer, vatanım; 2. tulu etmek (doğmak) (güneş, ay hakkında); başına kün tuudu: “başına güneş doğdu” (o daima muvaffak oluyor); başına kara gün tuudu: başına felaket geldi.
  2054. tuubas kısır, doğurmayan (kadın, dişi hakkında).
  2055. tuuçu alemdar, bayrakdar.
  2056. tuudur- 1. doğurtmak; tuudurğan ata: öz baba; üç ese tuudurup alasıñ: üç misli alırsın (mükafata nail olursun); 2. doğum sırasında yardım etmek.
  2057. tuuduruş- müş. tuudur-‘dan.
  2058. tuuğan . hısım, soydaş kabiledaş; bir tuuğan: öz kardeş; bir tuuğan kızıl armiyabız: bizim öz kızıl ordumuz.
  2059. tuuğançıl hısım akrabasını seven, akrabasına temayül gösteren.
  2060. tuuğançılık akrabalık, kardeşlik hisleri, akrabalık münasebetleri.
  2061. tuuğandaş = tuuğan.
  2062. tuuğandık akrabalık; bir tuuğandık salam: kardeşçe selam.
  2063. tuuğanduu hısım akrabası bulunan; tuura biyde tuuğan cok, tuuğanduu biyde ıyman cok ats.: adil hakimde akraba yok, akrabalı hakimde ise iman yok.
  2064. tuuğuz- = tuudur-; tıynına som tuuğuzup: bir kapiğine bir ruble kazanarak.
  2065. tuul- doğmak, doğmuş olmak; kayradan tuul-: yeniden doğmak, hayat bulmak; kayradan tuulğan: yeniden doğmuş, yeni hayat bulmuş olan.
  2066. tuulğa tar. miğfer, tulga.
  2067. tuuluu işs, tuul-‘dan.
  2068. tuuma : eneden tuuma bolup aldı: anasından doğduğu şekilde kaldı; üydö tuuma: evde oturan erkek veya kadın (erkekler hakkında daha ziyade alay edasiyle söylenir); calğız tuuma; biricik doğmuş.
  2069. tuur . alıcı kuşun oturduğu tünek.
  2070. tuura ı, 1. doğru dürüst, sahi, düz, adil, namuslu; tuuradan tuura yahut tupadan tuura: doğruca, doğrudan doğruya; tuura kel-: rast gelmek, münasip gelmek, tam zamanında olmak, hizaya gelmek; tuura emes: doğru değil; 2. en, genişlik; uzunduğu da, tuurası da: boyu da eni de: tuurası çıkkan: enine daha geniştir; tuurası coon, boyu bas folk.: geniş ve kısa boylu (insan hakkında); tuurası biyik çoñ korğon folk.: yan duvarları yüksek olan büyük kale; tuura çağımdan bir ün çıktı: yandan bir ses işitildi. ıı, (menfi cümlede) hiçbir zaman, dünyada!
  2071. tuura- ııı, doğramak, kıymak, et tuura-: et doğramak. ıv, taklit etmek, yansılamak.
  2072. tuurala- tevcih etmek, yoluna komak intizama komak, uydurmak; mutabık kılmak; ustavğa turalap: talimatnameye uygun bir tarzda.
  2073. tuuralan- ı. yoluna konmak, tanzim edilmek, uydurulmak. ıı, hırslanmak, hiddetlenmek.
  2074. tuuralant- et. tuurlan- ı, ıı-‘den.
  2075. tuuralcın 1. genişçe, biçimsizce, geniş; 2. tıknaz, geniş yapılı ( insan hakkında).
  2076. tuuralık doğruluk, açık yüreklilik namusluluk; tuuralık menen: doğlukla.
  2077. tuuralu tuuraluu, hakkında, üzerine, dolayisiyle.
  2078. tuuramçı et doğrama uzmanı, ziyafetlerde kendisine et doğrama vazifesi yükletilen kimse; tuuramçıdan tuuganıñ bolsun ats.: et doğrayıcılarından akraban olsun! (aç kalmazsın!).
  2079. tuurandı taklitlik; tuurandı söz gram.: taklitlik söz (onomatopee).
  2080. tuuraş ı. taklit, yansılama, taklit suretiyle alay etme.
  2081. tuuraş- ıı, müş. tuura ııı, ıv-‘ten.
  2082. tuurat- et. tuura- ııı, ıv-‘ten.
  2083. tuurda- (bir şeyin) yakınında dolaşmak; ayıl tuurda-: köy etrafında dolaşmak (mes. kurt hakkında, bir şey kapmak umudile köy civarında bekliyen hırsız hakkında; köyün himayesi altında kalmak isteyen çoban hakkında).
  2084. tuurduk 1. (obanın bir kısmı) kerege (bk.) ‘yi örten keçeler (ki dört parçadan ibaret olurlar); bosoğo tuurduk: iki taneden ibaret ön tuurduk; törkö tuurduk: iki tane arka tuurduk: tuurduk kala-: obayı kurtarırken tuurduk’u pekitmek; tuurduk boo: tuurduk’u pekitmek. bağlamak için kullanılan ip: 2. (rad.) komşu.
  2085. tuurduu : tuurduu mal: bütün sürünün ziyneti olan hayvan; tuurduu kişi: cemiyetin süsü olan adam.
  2086. tuuruk ı, (mes. toprak, el hakkında) çatlamış kabuk boğlamış; 2. çatlak.
  2087. tuuruk- ıı, çatlamak kabuklanmak.
  2088. tuuruktal- = tuuruk ıı.
  2089. tuurul- çatlamak; tuurulğan nan: çatlamış ekmek; tuurulğan kamır: uzamayıp dağılan, parçalanan hamur.
  2090. tuurult- et. tuurul-‘dan.
  2091. tuuş ı, doğuş. ıı, gayret, enerji, kuvvet; tuuşka cet-: büyümek, sağlamlaşmak, kuvvetlenmek: tuuşuña cetersiñ, balam. tuuganıñı izdep ketersiñ folk.: büyüyesin, çocuğum. ve hısım akrabanı aramaya gidersin.
  2092. tuuş- ııı, müş. tuu- ıv-‘ten.
  2093. tuuşal- bir yandan bir yana dönmek (uyanan insan hakkında).
  2094. tuuşalt et. tuuşal-‘dan.
  2095. tuuşar f duşar; alaamatka tuuşar kıl- kon.: felakete duçar kılmak.
  2096. tuuşkan akraba.
  2097. tuuşkandık = tuuğandık; caşasın sssr eliniñ tuuşkandık soyuzu!: yaşasın. sovyetler birliği milletlerinin kardeşlik birliği.
  2098. tuuştuu gayretli, enerjik, sağlam, dayanıklı.
  2099. tuut 1. doğum (hayvan hakk.); tuut önöktüğü: genel doğurma münasebetiyle görülen faaliyet; 2. (dişi hakkında) doğurma devresinde yahut doğurma önünde bulunan; tuut bee: doğurmak üzere bulunan kısrak; tuut koy: kuzulamak üzere olan koyun.
  2100. tuy- duymak, sezmek (farkına varmak).
  2101. tuyak 1. hayvan tırnağı (tuynak); ay tuyak: tek tırnaklı (daha ör. bk. ay ı, 2); aça tuyak mal: namussuzca (mes. çalmak suretiyle) kazanılan hayvanlar; tuyak pul es. başkasının mer’asında hayvan otlatma ücreti; 2. tar. hayvan otlatma mukabilinde devletin aldığı resim; tuyak kat: hayvan otlatmak için alınan bilet; 3. at tuynağı şeklinde olan gümüş külçesi; tay tuyak: 1) aynı külçenin tay tırnağı biçiminde olanı; 2) at tuynağından çoban ayakkabı; tayağım menen tay tuyağımdın karın kañk ettirip aldım: asamla (şañırdayan) bir darbe ile ayakkabımdan karı vurup düşürdüm; 4. baş (hayvan sayısı); cüz tuyak mal: yüz baş hayvan; cılkı tuyağının azayışı toktolup, cılkı bağuu öydölöy baştadı: at sayısının azalışı durdu ve at yetiştirme işi artmaya başladı; 5. nesil, zürriyet; tuyağı çok cok folk.: zürriyeti yok; arkamda kalgan tuyak cok folk.: nesil, zürriyet bırakmadım; kalbadı perzent – tuyağım folk.: çocuğum- zürriyetim kalmadı; tuyak kör-: çocuk sahibi olmak.
  2102. tuyaksız 1. tuynaksız (tırnaksız); 2. mec. çocuksuz, zürriyetsiz; tuyaksız ötüp ketembi? zürriyetsiz mi ölüp gideceğim? (iyi midir bu-).
  2103. tuyarman kahin istikbali gören.
  2104. tuyarmandık kehanet basiretlilik kablelvuku his.
  2105. tuyğak = tuyak.
  2106. tuyğu ı. basiret, uyanıklık. ıı. uygu sözünün tekidir.
  2107. tuygun 1. beyaz atmaca (astur palumbarisus); kasa tuyğun: en iyi, hakiki atmaca; 2. ruhun sık sık tesadüf edilen sıfatıdır.
  2108. tuyla- sıçramak, kıç atmak, cesurluk taslamak. horozlanmak; kan tuylayt: kan kaynıyor.
  2109. tuylak tay ıı-‘nin tekidir.
  2110. tuylan- mut. tuyla-‘dan; cürök tuylandı: kalp çarpıntı yaptı.
  2111. tuylaş- müş. tuyla-‘dan.
  2112. tuylat- et. tuyla-‘dan.
  2113. tuytañ taytañ sözünün tekidir.
  2114. tuytun- servet edinmek.
  2115. tuytunda- = tuytun-.
  2116. tuytuñ söz dinlemez, nazlanan.
  2117. tuytuñda- kıvranmak. memnun olmayıp çırpınmak söz dinlememek.
  2118. tuytunuş servet edinme, kazanç, kar.
  2119. tuytunuu = tuytunuş.
  2120. tuyuk 1. kapalı. çıkmaz; tuyuk soy-: (deriyi) tulum şeklinde yüzmek; tuyuk col: çımaz yol; közü tuyuk: kara cahil; cuurkandı tuyuk uç kılıp cattım: yorğanın bir yarısıyla örtünerek, öteki yarısını da altıma sererek yattım; tuyuk karagay: bütün küknar kütüğü; tuyuk kat: imzasız mektup; 2. sertleşmiş bikir zarı; 3. koz tayin etmeden “aptal bırakma” maksadile kağıt oyunu.
  2121. tuyukta- yolu kapatmak, geçilmez bir hale koymak.
  2122. tuyuktal- bir şeyin içine alınmak, bir çıkmaza girmek. içinden çıkılmaz bir çalılığa girmek.
  2123. tuyuktan- mut. tuyukta-‘dan.
  2124. tuyuktat- mut. tuyukta-‘dan.
  2125. tuyun- 1. farkına varmak, anlamak, hissetmek; alardın arızın ukkanda, zalimkan cakşı tuyundu folk.: onların şikayetlerini dinleyince zalimhan iyi anladı; 2. sezilmek; görülmek; bir adamğa bilinbey, bir de caña tuyunbay folk.: kimse tarafından tanıtılmadan, kimsenin ruhu duymadan.
  2126. tuyundur- hissettirmek, çaktırmak, farkına vardırmak, haberdar etmek.
  2127. tuyundurma bahis etme, izah etme.
  2128. tuyunduruu izah.
  2129. tuyunul- hissedilmek,… hissini vermek.
  2130. tuyunuş- müş. tuyun-‘dan.
  2131. tuz tuz; calama tuz: kaya tuzu; tuz aramı: nankör; tuz tat-: ekmeği tuzu tatmak, ikramdan ve misafirperverlikten istifade etmek; tuz tatış: hep birlikte ikram edilmek kudaydın tuzun uurdadımbı!: allahın tuzunu çalmadım ya!: benim nem eksik!: tuz ursun! (başlıca. nankör hakkında ilenç sözüdür); özüm menen bir tatkan tuzum ursun başıñan folk.: benimle beraber tattığın tuz vursun!: kızmatımdan tartınıp kırk ciğit. seni tuz urdu folk.: siz, kırk yiğit. benim hizmetimden ayrıldınız. bu nankörlüktür; tuz atta-: es. (antiçme şekillerinden biridir), tuz üzerinden atlamak; tuz kötörülüp turat: kısmet böyle beliriyor; tuz buyursa yahut tuz kötörülsö yahut tuz bolso: kısmet olursa; tuzum bolso, kelermin folk.: kısmet olursa gelirim; tuzğa siy- es.: haklılığı, suçsuzluğu hakkında yemin etmek (harfiyen.: tuza işemek; bu ant en kuvvetli, en korkunç sayılırdı); tuzuña siysem, oñombu? folk.: sana verdiğim sözü, andımı, bozarsam, iyi olur mu hiç?; tuzğa siydir-: haklılığı, auçsuzluğu hakkında yemin ettirmek (harfiyen.: tuza işetmek); tuz kömgöndöy köm-: serseriyi gömer gibi, saygı göstermeksizin, lazım gelen merasime riayet etmeksizin gömmek.
  2132. tuzak herhangi bir tuzak; cele (bk,), kıltak (bk.) ve s.; taman tuzak: atı ayağından tutmak için ilmik; tuzak tart-: tuzak kurmak.
  2133. tuzakçı tuzaklar kurmak suretiyle avlayan.
  2134. tuzda- tuzlamak.
  2135. tuzdal- pas. tuzda-‘dan.
  2136. tuzdaş sofradaş, bölük veya mektep arkadaşı; kırk cigitim, tuzdaşım; kıynoodo turat bir başım folk.: kırk yiğitim, kırk sofradaşım, benim başıma felaket geldi.
  2137. tuzdat- et. tuzda’dan.
  2138. tuzdoo tuzlama.
  2139. tuzduu tuzlu.
  2140. = tüü.
  2141. tübölük daima, ebediyen, her zaman için; tübölük coldoş: ebedi yoldaş; künümdügün karaba, tübölügün kara: günlük işe bakma: daimi kalacak işe bak!; tübölügü tüz olsun: istikbali iyi olsun!
  2142. tübürt ayak patırtısı.
  2143. tügöl bütün tam olarak, tamamıyle; tügölü menen keldi: tam olarak hepsi geldiler.
  2144. tügöldö- sayısını, niktarını tahkik etmek, hesaplamak. yekün çıkarma. bilançosunu yapmak.
  2145. tügöldöö . sayısını, miktarını yoklamak, hesaplama; yekün çıkarma.
  2146. tügöldöt- sayısını, miktarını tahkik ettirmek, hesabını yaptırmak, yekününü çıkarttırmak.
  2147. tügöldötüü işs. tügöldöt-‘ten.
  2148. tügön ı. = tükön.
  2149. tügön- ıı. tükenmek, kurumak; betiñ tügöngön!: vay seni, mendebur!
  2150. tügöngür kahrolası.
  2151. tügöngüs tükenmez, bitmez.
  2152. tügönüş son, nihayet; tokson coldun tügönüşü folk.: doksan yolun nihayeti (doksan yolun kavşağı).
  2153. tügöt ı. 1. = tügöngür; 2. tutumsuz, müsrif.
  2154. tügöt- ıı. 1. tüketme, bitirmek, sona erdirmek; 2. tasfiye etmek; 3. kurutmak.
  2155. tügötküç ihtilas eden.
  2156. tügötküs tükenmez.
  2157. tügötüü 1. tüketme, sonuna erdirme; 2. es. tasfiye, tügötüü komissiyası: tasfiye komisyonu; 3. ihtilas.
  2158. tügöy . çiftin teki; çift olan: on eki tügöy kabırga. biröö kalbay, bölündü folk.: on iki çift kaburganın hepsi (zayıflıktan) belirdi.
  2159. tügül değil: a tügül. seni de alıp ketemin: yalnız onu değil, seni de götüreceğim; ördök tügül. karğa körünböyt: ördek değil, karga bile görünmüyor.
  2160. tügülön = tükön; palan-tügülön = balan- tükön (bk. tükön)
  2161. tük 1. tüy (tendeki). ince tüy; doñuzdan tügü: domuzun kılı: bet tügün çağırıp (insan hakkında): tüyleri örpererek, hırslanara; tük bütkön (yahut kütkön) sayın kaltırayt ats.: tüy büyüdükçe titriyor (zenginliği arttıkça, hasisliği de artıyor); 2. (menfi cümlede) asla… hiçbir veçhile, hiçbir zaman; tük cok; asla yok, katiyen yok; tükkö turbayt: hiçbir kıymeti yok; tükkö da tüşünböyt: hiçbir şey anlamıyor; tük neme; hiçbir şey: katiyen hiçbir şey; tüktö: hiçbir vakit; açta cegen kuykanı tüktö unutpa ats.: açken yediğin deriyi (bk. kuyka) tokken unutma, tokken yediğin deriyi ise, hiçbir zaman unutma!
  2162. tükön balan sözünün tekidir; balantükön yahut palan-tükön: filanfestekiz: filanfıstık (bk. tükün, tükünçö, tükündöy).
  2163. tüksöy- = tüksüy-,
  2164. tüksüy- 1. tüylü gözükmek, tüylü yüzlü olmak; tüksüyüp- tüktöyüp, çaçın cıyalbay cüröt: saçlarını toplap taramadan perişan bir halde geziyor; 2. mec. kin beslemek.
  2165. tüksüyt- et. tüksü-‘den.
  2166. tükşümöl müphem tahmin; akla gelen tasavvur, şüphe.
  2167. tükşümöldöt- : tükşümöldötüp sura-: bir şeyi artık biliyormuşsun gibi sormak ve bu suretle muhatabını cevap vermeye mecbur eylemek.
  2168. tüktö- kabuğunu ayırmak (mes. arpayı dövmek suretiyle).
  2169. tüktöñdö- = tüksüy-.
  2170. tüktöy- = tüksüy-.
  2171. tüktöyt- = tüksüyt-.
  2172. tüktüü tüylü, kıllı.
  2173. tüktüy- = tüksüy-.
  2174. tükün = tükön; balan-tükün: filanfıstık.
  2175. tükünçö : balança-tükünçö: filanfeşmekan gibi; balança çıslada, tükünçö oyun koyulat: filanca günde filan temsil oynanıyor.
  2176. tükündöy : baladay-tükündöy: filanca, filan gibi.
  2177. tükür- 1. tükürmek; 2. es. yılan ve zehirli böcekler sokmasından tedavi etmek (sahte tabip hakkında).
  2178. tükürçü es. yılan ve zehirli böcekler sokmasından sonra tedavi eden sahte tabip (üfürükçü).
  2179. tükürgöndük “bana nelik”, “adamsendelik” muamelesi; köpçülüktün suroosuna tükürgöndükkö col koyulbasın: halk kutlesinin suallerine karşı iltifatsızlık, kayıtsızlık göstermeye müsaade edilmesin.
  2180. tükürgüç tükürük kabı.
  2181. tükürt- et. tükür-‘den.
  2182. tükürtüü işs. tükürt-‘ten.
  2183. tükürtük tükürük.
  2184. tükürün- şuraya buraya, sık sık tükürmek.
  2185. tükürüş- müş. tükür-‘den.
  2186. tükürüü işs. tükür-‘den.
  2187. tülkü 1. tilki; tülküsü tüştö uluyt: onun işleri muvaffakyetli gidiyor; tükü süyrötmöy: oyunda bir nevi ceza; 2. mec. kurnaz, hilekar.
  2188. tülküçü tilki avlayan, tilki avcısı.
  2189. tülkülük tilki evsafı. kurnazlık, sokulganlık; tülkülük sal-: kurnazlık etmeye hileye başvurmak.
  2190. tülö- tüyünü dökmek ve değiştirmek (kuşlar, hayvanlar hakkında); tülögön taylaktay mec.: yırtık pırtık giyim giymiş; perişan kıyafette.
  2191. tülök (kuşlar hakkında) artık tülemiş olan; bir yaşını atlatmış olan; tülökkö oturğan bürküttöy şañşıyıt: bağlanmış karakuş gibi iniyor; bozum tülök yahut bosum tülök yahut bosun tülök: ilk tülemeden sonra karakuş (yani ikinci yaşına girdiği çağda); taş tülök: ikinci tülemeden sonraki karakuş; kum tülök: üçüncü tülemeden sonraki karakuş; ım tülök: dördüncü tülemeden sonraki karakuş.
  2192. tülön- = tülö-.
  2193. tülöndü tüleme neticesinde dökülen tüyler.
  2194. tülöö es. hasta için, yahut yaylaya göçme münasebetiyle, yahut kaybolan hayvanın bulunması dolayısıyla kurban kesme; tülööñ katır!; iyiliği görmeyesen!; tülöö-pülöö dn. herhangi bir kurban.
  2195. tülöt- et. tülö-‘den.
  2196. tülük azık-tülük: erzak; azık tülük magazini: evcil hayvanlar (yani onların bütün çeşitleri: atlar, sığır hayvanları, develer, koyunlar ve keçiler); tört tülügü şay: rahat ihtiyaçsız yaşıyor; tört tülüktün başın kuradı: mühim miktarda hayvanlar elde etti.
  2197. tülüktüü tört tülüktüü: zengin, hali vakti yerinde.
  2198. tümön hesapsız, gayet çok, on bin; birdiki miñge, köptükü tümöngö ats.: kulaktan kulağa söylenen söz bin kişiye duyulur, çok adama söylenen söz ise, hesapsız adama duyulur; tümönü türülgön bay: hesapsız servete malik olan zengin.
  2199. tün ı. gece; künü tünü yahut kündür tündür: gece gündüz, geceli-gündüzlü, yirmi dört saat; buurul tün, beyaz geceler, kutup dairesine en yakın yerlerde aydın geceler; tündögü: dünkü; tün kat-: bütün gece gitmek yolculuk yapmak; tün katır-: bütün gece yolculuk yaptırmak; bugün tünü: bugünün gecesi; tünü menen yahut tün boyu: bütün gece; ceti tündö: geceleri gece ortasında; ceti tündö mında emne kılıp cürösüñ?: gece ortasında burada ne arıyorsun?; altündö (al tündö): 1. o gece; 2. önümüzdeki gecede. ıı, ün sözünün tekidir.
  2200. tündögü bk. tün ı.
  2201. tündösü geceleyin.
  2202. tündötön yahut tündötön beri: geceden beri.
  2203. tündük 1. gecelik, bir gece müddet; bir tündük col: bir gecelik yol; 2. şimali 3. obanın, uuk’ların (bk. uuk) üst uçlarıyla tutulan, yukarıdaki ahşap dairesi; tündüktün közü: tündükteki deliklerdir, ki bunlara uuk’aların üst uçalrı sokulur; tündük cabuu: tündük’ü kapatmaya mahsus keçe parçası; tündük tüşür- mec.: bikrini izale etmek; bir tündüktön kün kör: beraber yaşamak, bir çatı altında yaşamak tündüktön kuyulup turğanday: gökten yağar gibi; 4. dizilmiş boncuklarıyla birlikte sicim uzunluğu ölçüsü; bir (eki, üç) tündük şuru aldım: (iki, üç ve s.) tündük boncuk aldım; 5. tekerlek ispiti.
  2204. tündükçü tündük yapan usta (bk. tündük 3)
  2205. tüñküy- (şafak, fecir hakkında) = kılay; tañ tüñküyüp atkan soñ: şafak söktükten sonra.
  2206. tüngül- vazgeçmek, yüz çevirmek, ebedi olarak vedalaşmak; umudu kesmek; üydön tüñüldüm: evden büsbütün ayrıldım. evi aklımdan çıkardım; senden tüñülö elekmin: henüz senden umudu kesmedim, ben hala sana güveniyorum; canınan tüñüldü: hayatından bıktı; tüñülbösöñ, eneke, tübündö caraym kerekke folk.: benden vazgeçmezsen, anneciğim, ben sonra sana bir işe yararım.
  2207. tüñüldür- et. tüñül-‘den.
  2208. tüñüldürmö tüğüldürmö coop; hayal kırıklığına uğratan cevap.
  2209. tüñült- et. üñül-‘den; kaçkan coonu kubalap, kara candan tüñültüp folk.. kaçan düşmanı kovalayarak, onun hayatını cehenneme döndürdü.
  2210. tüngüsün = tünküsün.
  2211. tünkü : tünkü saat ondo: akşam saat onda.
  2212. tünküsün tününküsün, geceleyin, geceleri; tününküsün uyku cok, kündüzündö tınçı cok folk.: geceleri rahat yok.
  2213. tünö- gecelemek, gece geçirmek.
  2214. tünök geceleme yeri, tünek (kuşların, koyunların geceyi geçirdikleri mahal).
  2215. tünöö geceleme.
  2216. tünör- azacık gözükmek, uzakta kararıp görünmek; tünörgön tokoy: karanlık orman.
  2217. tünört- et. tünör-‘den; kabak tünötr-: kaşları çatmak, somurtmak.
  2218. tünörün- (manaca) = tünör-.
  2219. tünörüñkü bulanmış, kararmış (mes. gözler hakkında); tük eçteme körünböyt tünörüñkü közünö folk.: kararmış gözüne hiçbir şey gözükmüyor.
  2220. tünöş- hep birlikte gecelemek.
  2221. tünöt- gecelemeye bırakmak yahut zorlamak, gecelemeye alıkoymak.
  2222. tünötüü işs. tünöt-‘ten.
  2223. tünt sükuti, konuşmaz; tünt kişi: abus. sukuti adam; tünt tokoy: karanlık, sık orman.
  2224. tüntöy- sık ve karanlık olmak (orman hakkında); gölgeli olmak (bahçe hakkında).
  2225. tünüçündö (tün + içinde), geceleyin.
  2226. tününküsün = tünküsün.
  2227. tüp 1. alt, dip, kök; temel; tüpkö cet-: köküne kükürt suyu dökmek, helak etmek; öz tübünö özü cetti: kendi kökünü kendi kazdı (kendi kendini helak etti): tübümö cetti: benim kökümü kazdı (canıma okudu) tüp kötörö: büsbütün. tamamıyle, hepsi, dibine kadar; 2. soy, menşe, ecdat; tüp tut-: babanın dedelerin işini devam ettirmek; caman körgön uulu tüp tutat ats.: babanın istemediği oğlu (dedelerin davasını) idame ediyor; 3. eleçek (bk.) üzerinde kep çaç’tan (bk. kep ıı) bir parça yukarı sarılan örtü.
  2228. tüpkü alttaki dipteki derindeki, esasi, ipidai; tüpkü sır: kutsal sır; tüpkü köböytüüçü bk. köböytüüçü.
  2229. tüpküç kazan koymak için ağaç destek.
  2230. tüpkülük alt. temel; kız alambı, albaymbı. tüpkülüğün uğarsıñ folk.: kızla evlenecek miyim, evlenmeyecek miyim, - hakikati sonradan öğrenirsin.
  2231. tüpkülüktüü daimi, ebedi; tüpkülüktüü tura turğan cay: daimi surette yaşanan yer.
  2232. tüpkür 1. en alt. en dip; 2. mec. etekaltı, gizlilik; tüpkürdö iştegen boşevikter: gizlice çalışan bolşevikler.
  2233. tüpök 1. bir tutam at kılı; 2. tuğ (mızrağın ucuna bağlanan bir deste at yahut çin mandası (kaytaz) kuyruğu kılı); kızıl tüpök, sır nayza folk.: kızıl tuğlu sırlı mızrak.
  2234. tüpöktüü tuğlu; tüpöktüü nayza: tuğlu mızrak.
  2235. tüpöyül a.: cürgünö töpöyül bolup cüröt: (bu) onu her zaman rahatsız ediyor; tüpöyül ooru: ağır hastalık.
  2236. tüptö- 1. dip komak, temel kurmak, dikmek (rekzetmek); 2. tetkik etmek.
  2237. tüptöl- pas. tüptö-‘den.
  2238. tüptöö 1. dip takma; temel kurma: 2. tedkik eyleme.
  2239. tüptööçü kurucu, temel atıcı.
  2240. tüptöt et. tüptö-‘den; çaka tüptöt-: kovaya dip koydurmak.
  2241. tüptüü köklü, esaslı.
  2242. tür ı, 1. biçim şekil; keñ türdö: geniş ölçüde; tüşüngöndöy türü bar: anlamış gibi gözüküyor; türgö kel-: bir şekil almak; cumğan közüm açılbay türgö kelip karıpmın folk.: öyle kocamışım ki yumulmuş gözlerim açılmıyor; türgö keltir-: bir şekil vermek; türü caman yahut türü buzuk: tür körsöt: göz dağı vermek; 2. tezyinat. bezek.
  2243. tür- ıı, dürmek, kaldırmak (eteği); eşik tür-: (keçe) kapıyı kaldırmak, dürmek, açmak; kulak tür-: bk. kulak ı 1.
  2244. türdö- 1. biçim vermek; 2. nakış yapmak (keçe döverken).
  2245. türdön- muhtelif şekillere girmek.
  2246. türdönt- türlü şekillere sokmak; çeşiti yapmak; türdönüp ırda-: muhtelif ahenk ve edalarla ırlamak (şarkı söylemek).
  2247. türdönüş- müş. türdön-‘den.
  2248. türdöö işs. türdö-‘den.
  2249. türdöş ı. aynı çeşitten olan.
  2250. türdöş- ıı, müş. türdö-‘den.
  2251. türdöt- et. türdö-‘den.
  2252. türdüü biçimli, türlü; at türdüü yahut alban türdüü: her türlü yahut envai türlü; bir türdüü: 1) yeknesak; 2) ayrıca bir şekilde olan, tuhaf, garip; türdüü caktuu: mat. muhtelif yanlı (dılıarı muhteif olan).
  2253. türgök = türmök.
  2254. türköy türköyu, okumaz yazmaz; cahil.
  2255. türkük destek, obanın içinde orta destek.
  2256. türküm zümre; türküm – türdüü: muhteif, türlü türlü.
  2257. türkümdöş- zümrelenmek, gruplar teşkil etmek.
  2258. türkümdöştür- zümrelendirmek tasnif etmek.
  2259. türkümdöştürüü tasnif, classification.
  2260. türkün muhtelif, türlü türlü.
  2261. türkündön- türlü türlü olmak.
  2262. türlön- = türdön-.
  2263. türlöndür- = türdönt-.
  2264. türlüü = türdüü.
  2265. türmö r. hapishane, cezaevi; türmögö cat- (bazan otur-): hapiste oturmak, hapse girmek.
  2266. türmök makara (ipliğiyle beraber), yumak yapmak.
  2267. türmöktö- yumaklamak, yumak yapmak.
  2268. türmöktöl- yumaklanmak, kangallanmak.
  2269. türmöktüü 1. yumak şekline konmuş olan; 2. türmötüü bulbul: muhtelif nağmelerle öten bülbül.
  2270. türök direk; destek.
  2271. türp iş türpün baamdadı: işin ne yola girdiğinin farkına vardı; türpü bozuldu: hırslandı, kızdı.
  2272. türpü 1. törpü (saraç aygıtı); 2. çapak balığı; 3. balık pulu.
  2273. türpülö- törpülemek (ağacı, deriyi, fakat madeni değil).
  2274. türpülöö işs. türpülö-‘den.
  2275. türpülöt- et. türpölö-‘den.
  2276. türs- ses taklidi; türs dey tüştü: pat diye düştü; türs kaçır-: şiddetli saldırmak.
  2277. türsül ayak patırtısı; attın türsülü: atın ayak patırtısı; türsül kak = türsüldö-; cürögü türsül kaktı: kalbi şiddetlice çarptı.
  2278. türsüldö- ayak patırtısı çıkarmak. çarpmak (kalp hakkında); attıñ türsüldögö tabışı bilinet: atın ayak patırtısı duyuluyor.
  2279. türsüldök 1. ayak patırtısı çıkaran: 2. ayak patırtısı; 3. mec. çırpınan (korkudan); koyon cürök türsüldök, korkoğuñ mında kalıñar folk.: hop eden tavşan kalpli korkaklar burada kalsınlar.
  2280. türsüldöt- et. türsüldö-‘den.
  2281. türt- dürtmek, itmek, közgö türtüp körsöt-: göze dürterek göstermek (birisinin dikkatini çekmek).
  2282. türtkönsü- dürter gibi gözükmek.
  2283. türtkü dörtme; türtkü ber-: harekete getirmek.
  2284. türtkülö- mütemadiyen dürtmek, teşvk ederek birkaç defa itmek.
  2285. türtkünçü dürtücü. muharrik; türtkünçü bolup oturğan sebep: teşvik edici sebep.
  2286. türtkünçük 1. hor görülen, herkes tarafından hakaret gören, itilen, kakılan; 2. mec. öksüz, yetim.
  2287. türtüü işs. türt-‘ten; bir türtüü menen: bir dörtmekle, bir darbeyle.
  2288. türügöy tazı ve adi köpeğin melezi.
  2289. türül- dürülmek, sarsılmak, bükülmek, sığanmak; tümönü türülgön, bk. tümön.
  2290. türülöy = tirüülöy.
  2291. türült- dürmek, sığamak. (kolları, paçaları vs.)
  2292. türün- sığanmak (yenler, etekler hakkında); ceñin türünüp. kollarını sığayıp.
  2293. türüş- müş. tür ıı’den.
  2294. türüü ı = tirüü. ıı, dürme, sığama, kaldırma (etekleri).
  2295. türüülük = tirüülük.
  2296. tüs görünüş, renk, don (at donu); öñündö çoçuğan tüs cok: benzinde korku alameti yok.
  2297. tüspöl görünüş, manzara, çehre, sima, kılık (başlıca insan hakkında; bazan da hayvan hakkında); tüspölün karabayğa okşottum: onu karabaya benzettim, o bana karabayı andırdı.
  2298. tüspöldüü görünüşü, siması, kılığı olan; atası tüspöldüü: babasına benziyor.
  2299. tüş ı, öğle zamanı; çak tüş yahut çañkay tüş: tam öğle zamanı; calğan tüş: öğle zamanından bir iki saat önceki vakit; çın tüş: öğle zamanı; tüş ooy: öğleden sonra: tüş kayşayıp kele catat: güneş zaval vaktına iniyor; tüştön kiyin 1) öğle zamanından sonra, 2) vakti zamanından sonra, ihtiyaç geçtikten sonra (ör. bk. kösöö ıı); tüştö: 1) öğle zamanında; 2) tam zamanında, münasip çağında, tam vaktında, (ör. bk. tülkü ve tölgö). ıı, ruya, düş; tüşkö kir-: ruyaya girmek; tüşümö kirdi: rüyama girdi; tüşümdö kördüm: rüyamda gördüm; üç uktasa, tüşünö kirgen emes: üç defa uyursa bile rüyasına girmez, (rüyasında bile görmemiş). ııı, 1. düşmek, inmek; sarkmak; attan tüş-: attan inmek; kolğo tüş-: ele geçmek, yakayı ele vermek; kış tüştü: kış geldi; monçoğo tüş-: hamama gitmek, hamamda yıkanmak; sarayğa tüş-: hana inmek; arağa tüş- bk. ara 1; eske tüş-: hatıra gelmek, hatırlamak; köpkö tüş-: ammenin, cemiyetin fikrine başvurmak; akılğa tüş-: bk. akıl; beş somğo tüştü: beş rubleye mal oldu; satkan maldan tüşkön akça: satılan hayvandan alınan para; alma sabağınan artık tüşpöyt ats.: elma sapından daha fazla olmaz; 2. işin aniliğini yahut kuvvetini ehemmiyetle kaydetmek için yarar; kulağı çur dey tüştü: birdenbire kulakları çınladı; mıltık tars dey töştü: tüfek sesi duyuldu; çañ- topoloñ tüşüp ketti: itiş-kakış gürültü- patırtı başladı; baarı birdey çuu dey tüştü: hepsi birden çığlık kopardı; közü çakçaya düştü: gözleri faltaşı gibi açıldı; 3. aşmak (dişiye).
  2300. tüşçülük : tüşçülük cer: sabahtan öğleye kadar yürümekle katedilebilecek mesafe.
  2301. tüşkün kamçının ucu; tüşkününö zım oroğon kamçı: ucu telle sarılmış kamçı.
  2302. tüştön- öğle zamanında mola vermek; konor bolsoñ, anıñdı ayt, tüştönör bolsoñ caınığdı ayt folk.: geceleyeceksen onu söyle, yalnız öğle zamanını geçirmek için kalacaksan, kim olduğunu söyle!
  2303. tüştük 1. öğle zamanına mensup, öğle zamanına ait; tüştük cer = tüşçülük cer (bk. tüşçülük); 2. cenup (buna oñ tüştük dahi denir); sol tüştük: tüştük- batış: cenubugarbi; tüştük-çığış: cenubuşarki; 3. öğle yemeği.
  2304. tüşüm hasılat, mahsulat, kazanç; nalogduñ tüşümü: vergilerin tahsili; buudaydıñ tüşümü: buday mahsülü.
  2305. tüşümdüü karlı, iyi mahsüllü.
  2306. tüşün- anlamak, kavramak.
  2307. tüşünbööçülük anlamama, anlamazlık.
  2308. tüşünböstük anlamayış, anlaşamamazlık, sui tefehhüm.
  2309. tüşündür- anlatmak, izah etmek, izahat vermek.
  2310. tüşündürgüç anlatıcı, müfessir.
  2311. tüşündürmö izahat; tefsirat.
  2312. tüşündürül- pas. tüşündür-‘den.
  2313. tüşündürüü anlatma, kafasına sokma.
  2314. tüşüñkü düşük, inik; köñülü tüşüñkü, bk. köñül.
  2315. tüşünt- anlatmak; izah etmek.
  2316. tüşünük 1. izah; tüşünük ber-: izahat vermek; tüşünük işteri: izahat verme işleri. 2. kavram.
  2317. tüşünüksüz anlaşılamayan
  2318. tüşünüktüü anlaşılan.
  2319. tüşünül- anlaşılmak.
  2320. tüşünülbögöndük anlaşılmazlık, anlaşmamazlık, sui tefehhüm.
  2321. tüşünümsüzdük anlaşılmazlık, içinden çıkılmazlık.
  2322. tüşünüş- müş. tüşün-‘den.
  2323. tüşünüü anlama, kavrama.
  2324. tüşür- indirmek, düşürmek; cük tüşür-: yükü almak (sırtından indirmek); köşögö tüşür-: perdeyi indirmek; süröt tüşür-: resim çıkarmak; oozdon tüşürböyt: ağzından düşürmüyor (boyuna anıyor); işten tüşür- yahut orundan düşür-: vazifeden çıkarmak; eske tüşür-: hatırlatmak.
  2325. tüşürkö- (manaca) = tüşürkön-.
  2326. tüşürkön- düş azmak, ihtilam olmak.
  2327. tüşürt- indirtmek; cük tüşürt-: yük indirtmek.
  2328. tüşürül- indirilmek; işten tüşürül-: vazifeden çıkarılmak.
  2329. tüşürüş- ı. işs. tüşür-‘den. ıı, müş. tüşür-‘den.
  2330. tüşürüü indirme, düşürme; eske tüşürüü: hatırlatma; eske tüşürüü keçesi: hatırlar gecesi.
  2331. tüşüş- müş. tüş- ııı’den.
  2332. tüşüü işs. tüş- ııı’den; buyumdun özünö tüşüü: istihsalin maliyet fiyatı; eske tüşüü: hatırlatma.
  2333. tüt- (mutat olduğu üzere menfi şekilde) 1. kaldırmak (dayanmak), tahammül etmek sabretmek: men ağa bugün oruşsam, erteñ tütpöym: ben onu bugün azarlarsam, ertesi günü dayanamıyorum (barışıyorum); 2. yetmek (kafi gelmek); kança akça bolso, sağa tütpöyt: ne kadar para olsa da sana yetişmiyor; ağa kiyim tütpöyt: ona giyim dayanmıyor.
  2334. tütö- tütmek, hafif duman çıkarmak, tutuşmaya başlamak.
  2335. tütök nefes darlığı, boğazdaki ispazmos (başlıca, yüksek dağlarda havanın kesafetinin azalmasından).
  2336. tütöt- yakmak, tutuşturmak.
  2337. tütük 1. pipo, lüle, boru; hortum (itfaiye hortumu); 2. düdük, flavta; tütük kuuray, bk. kuuray.
  2338. tütün 1. duman; ozonun kök tütün çığat yahut oozunan kök tütün burk dey tüşöt mec.: ağzından gök duman çıkıyor yahut ağzından buram buram gök duman çıkıyor (aşırı derecede tasalanıyor, kederleniyor); 2. hane: eki cüz tütün kalık: iki yüz hanenin halkı; 3. oba; keçe ev; ak tütün: 1) zengin ev; 2) fakir adam; tütün kıdır: “duman aramak”: köyden köye dolaşmak.
  2339. tütündö- duman çıkarmak.
  2340. tütündöt- duman çıkartmak, dumanla kapamak.
  2341. tüü ! tü-ü (esef, nefret nidası).
  2342. tüüşün = tüşürkön-.
  2343. tüy- örmek, düğümlemek; tor tüy-: ağ örmek; kabak tüy-: kaşlarını çatmak; köñülgö aramdık tüy-: kalpte bir fenalık saklamak: akılıña tüyüp al folk.: hatırında iyi tut.
  2344. tüydök yumak; buram burama (toz, duman); tüdök tüydök çañ çığat: buram buram toz çıkıyor.
  2345. tüydöktö- yumak yapmak.
  2346. tüydöktöl- yumak şekli almak, küme haline gelmek, yığışmak, kakışmak.
  2347. tüymö düğme.
  2348. tüynök kuzularda mide hastalığının adıdır.
  2349. tüyö- yüklemek.
  2350. tüyöl- yüklenmek.
  2351. tüyröñdö- kalın dudaklarını kımıldatmak.
  2352. tüyrük 1. sıyrılmış; 2. üst dudağı yukarıya doğru kıvrılmış olan (insan hakkında), kalın dudaklı kimse.
  2353. tüyşöl- 1. bir yandan yana dönmek; tüyşölüp oyğoñon: bir yandan bir yana dönerek uyandı; 2. rahatsız edilmek; zahmet etmek.
  2354. tüyşük uğraşma, meşgale, kaygı; zahmetli iş, müşkülat, güçlük, azap: üy tüyşügü: ev işleri; başıma tüyşük tüşüptür: başıma dert oldu; tüyşük tart-: ihtimam göstermek, meşgul olmak; tüyşüğün tartıp bekakhan, dostçuluğun aktadı folk.: onun için uğraşarak, bekakhan dostluğunu isbat etti.
  2355. tüyşüksüz kaygısız, gamsızca.
  2356. tüytöy- küçük sıska ve perişan olmak; perişan bir kıyafette bulunmak; tüytögön kempir: miskin kocakarı.
  2357. tüyül- top şeklinde toparlanmak, kısılmak, büzülmek; külüp atıp, içegisi tüyüdü: gülmekten katıldı: tüyülüp barıp kel!: çabucak varıp gel!; kabaktarı tüyügön folk.: kaşlarını çatmış.
  2358. tüyült- et. tüyül-‘den.
  2359. tüyüm = düyüm; tüyüm cemiş cegizgen folk.: türlü türlü yemşiler yedirmiş.
  2360. tüyün ı, 1. düğüm; 2. mec. mahrem mana, sır. ıı, düğümlenmek.
  2361. tüyünçök çıkın, bohça.
  2362. tüyündü cenin.
  2363. tüyündüü 1. düğümlü; düğümlenerek bağlanmış olan; 2. mec. güç halledilen, müşkül.
  2364. tüyüş- müş. tüy-‘den.
  2365. tüyüştür- bağlamak; uçun birbirine tüyüştürüp alğamın: bir ucunu öteki ucuna bağladım.
  2366. tüz ı, 1. düz, pürüzsüz; 2. doğru, düzenli, düzen; tüz kıl-: doğrultmak; tüzdön tüz ayt-: doğrudan doğru söylemek. yüzüne söylemek; çektüü tüz mat.: mahdut düz çizgi; çeksiz tüz mat.: namahdut düz çizgi; 3. tüz bürküt: büyümüş karakuş.
  2367. tüz- ıı, düzmek, yoluna koymak; şart tüz-: şart tanzim etmek.
  2368. tüzdö- düzeltmek, bir şeyi doğruca icra etmek, geçirmek; tüzdöp: gereği gibi, doğruca; dürüstçe, matlup vecihle; tüzdöp köönüñ ağarsa, tüñölüşpös coldoşuñ folk.: eğer kalbin temiz olursa, arkadaşların senden yüz çevirmezler.
  2369. tüzdöl- pas. tüzdö-‘den.
  2370. tüzö- düzeltmek; katarıñardı tüsügülö!: sıraya dizilin!; bet tüzö: 1) yönelmek, bir istikamet almak; 2) niyet etmek.
  2371. tüzöl- düzelmek, yoluna girmek.
  2372. tüzöñ ova, düz yer, düz saha.
  2373. tüsöñçö . küçül. tüzöñ-‘den.
  2374. tüzöö 1. düzeltme; 2. iyice tanzim etme, tamir etme.
  2375. tüzöş- müş. tüzö-‘den.
  2376. tüzöt- düzeltmek, tamir etmek.
  2377. tüzötmö 1. düzeltme; 2. = korrektura.
  2378. tüzötül- düzeltilmek, tamir edilmek.
  2379. tüzötüü düzeltme; tüzötüü üyü: islah evi (mahpusların ahlak ve terbiyelerini düzeltmeyi hedef edinen ceza evleri).
  2380. tüzük düzgün, doğru.
  2381. tüzüktük düzgünlük, doğruluk.
  2382. tüzül- yoluna konulmak. tanzim edilmek, düzülmek.
  2383. tüzülüş tertip. kurma. yapılış. bünye. düzülüş.
  2384. tüzüü tanzim, tertip etme, yoluna koma; kayta tüzüü: yeniden tanzim. yeniden inşa, yeniden cihazlandırma.
  2385. uba- : ubap çubap yahut ubay çubay, 1. katar halinde, birbiri ardınca. ardı sıra; 2. güçbela adım atarak.
  2386. ubaalı = ooluya.
  2387. ubada a. vaid; ubadağa cet-: vadi, sözü, şartı yerine getirmek; ubadasına cetiptir: vadini yerine getirmiştir: ubada ber-: söz vermek, vadetmek: ubada eki bolbosun! folk.: söz iki olmasın (vait tam olarak yerine getirilsin)!
  2388. ubadalaş- sözleşmek, birbirine vadetmek.
  2389. ubadalaşuu işs. ubadalaş-‘tan.
  2390. ubadaluu . sözleşilmiş, vadedilmiş; ubadaluu künündö: vadedilen günde; ubadaluu şertim bar. cığılsam. kızım beremin folk.: vadim var, yenilsem. kızımı vereceğim.
  2391. ubadasız vadini tutmayan; ubadasız kişiden cürüp ketken cel artık ats.: vadini tutmayan adamdan geçip giden yel yeğdir.
  2392. ubağınça . muvakaten.
  2393. ubak ı = ubaktı; azırkı ubak: şimdiki zaman; öz ubağında: vakt-zamanında, münasip çağında; ar ubakta: her zaman: bul ubakka çeyin: bugüne kadar. ıı. ufak, ufalmış.
  2394. ubaktı . a. vakit; ubaktısı menen vaktiyle. vakti zamanında; ubaktısında: vaktinde, münasip vaktinde. vakti- zamanında; ubaktısınça yahut ubaktınça: muvakkat olarak.
  2395. ubaktılı muvakkaten, muvakkat.
  2396. ubaktısız vakitsiz, namüsait zamanda.
  2397. ubal a. günah, vebal; ubalına kal-: (birisi için) mes’ul olmak; ağa ubal boldu: ona ziyan oldu, o mutazarrır oldu, ona zor geldi; ubalsoobuñ bolot: her halde senden dolayı mesuliyet hasıl olacak; ubal-soobu eç kançalık emes: ondan dolayı hiçbir mesuliyet olmayacak.
  2398. ubalan- ufalamak. parçalanmak.
  2399. ubara f. rahatsız edilmiş. zahmete katlanmış, rahatsız etme, zahmet verme; ubara bol-: rahatsız edilmek; ubara bolbo!: rahatsız olma!; ubara kıl- rahatsız etmek, zahmet vermek; ubara tart-: ıstırap çekmek zahmetlere katlanmak; ubarañdı köp tarttım folk.: senin zahmetini çok çektim.
  2400. ubaraçılık rahatsız etmelik. zahmet vermelik; sürünceme.
  2401. ubaralan- rahatsız edilmek; zahmete katlanmak.
  2402. ubarlaş mahrem dost; ubarlaş bolsoñ, er bolsoñ. töştük, aalamdan aşık sen bolsoñ, töştük, menin bir tilimdi alakör. töştük! folk.: sen mahrem dost isen, töştük, benim sözümü iyi dinle, töştük!
  2403. ubat- ufaltmak, ufalamak.
  2404. ubatuu ufaltma.
  2405. ubay ı = ubayım; ubayıñ tarttım: senin hasretini çektim: ubayda ubayda kal-: teessüf etmek. kederlenmek. ıı, iyilik. merhamet, nezaket; ubayın kör!: hayrını gör!; ubayıñdı kördüm: senin iyiliğini gördüm; bize ubayıñdı körsöt!: bize iyiliğini, nezaketini göster!
  2406. ubayım a. korku, endişe, dert; ubayım ce-: yahut ubayım tart-: endişe etmek, korkmak; sarı ubayım: büyük dert, büyük keder; daha bk. ubay ı.
  2407. ubayımda- endişe etmek, merak içinde bulunmak, dert çekmek.
  2408. ubayımsız 1. saf, basit; 2. sakin, endişesiz, gamsız.
  2409. ubayımsızdık kaygısızlık; sükunet.
  2410. ubayran = oyron; ubayran sal-: tahrip etmek, viran atmek, helak etmek.
  2411. ucdan a. vicdan.
  2412. ucdansız vicdansız.
  2413. ucmak . cennet.
  2414. ucut . a. varlık, vücut.
  2415. ı, uç, sivri uç; nayzanın uçu: mızrağın ucu; uçu-kıyırı cok bk. kıyır 1; kalem uç, bk. kalem 1; uçuna cet- mec.: tüketmek; bul öñdüü faktlardı körsötüp uçuna cetüü kıyın. eñ köp: bu gibi vakıları gösterip bitirmek gayet güçtür. çünkü onlar pek çoktur; ooz uçunan coop kaytardı: yalnız ağzının ucile cavap verdi; es-uçu cok bk. es ı; uçuñ uzarıp. uruğuñ köböysün!: neslin, zürriyetin devam etsin.
  2416. uç- ıı, uçmak; uçup kel-: uçup gelmek; toodan uç-: dağdan yuvarlanmak; okko uç-: kurşunla vurulmak; oktan, kurşundan helak olmak; közünön uçtu: bk. köz; uçup kal-: mec. yuvarlanmak (yerinden, memuriyetinden olmak).
  2417. uça 1. kuyruk sokumu kemiği; kıç; kuday uçañan urğur!: tanrı kıçımdan vursun! (ilenç); 2. arka kısmı (paltonun, ceketin).
  2418. uçaska . uçaske, r. mıntıka, daire, bölge: angronomduk uçaska: ziraat bölgesi; şayloo uçaskası: seçim dairesi.
  2419. uçaskalık bölgelik; uçaskalık inspektör: bölge müfettişi.
  2420. uçkas- bingeşmek, iki kişi bir hayvana binmek. atlının arkasına binmek; sen mağa uçkaş!: sen ata benim ardıma bin!
  2421. uçkaştır- (karş. öngör ıı) 1. (atlı hakkında) hayvana kendinin ardına bindirmek; azıraak cerge uçkaştırıñız!: kendi ardına bindirerek beni birparça götürün!; 2. (binek hayvan hakkında) sırtına iki kişinin binmesine müsaade etmek; atım uçkaştırbayt, möñküp cığat: benim atım iki kişiyi taşımaz, kıç atar ve sırtındakileri de bir yana fırlatır.
  2422. uçkaştıruu işs. uçkaştır-‘dan.
  2423. uçkaşuu işs. uçkaş-‘tan.
  2424. uçkayak . 1. (at hakkında) ateşin, hızlı yürüyüşlü, fakat dayanıksız; 2. mec. kararsız. dönek, hafif. sebatsız.
  2425. uçkuç tayyareci, pilot.
  2426. uçkul çabuk uçmaya müsait olan. hızlı olan.
  2427. uçkun 1. kıvılcım; uçkun miting: seyyar miting; uçkun aldında keldi; birinci olarak, başkalarının önünde geldi; 2. hububat savururken bir yana uçan çörçöp.
  2428. uçma dağın karla örtülmüş oaln dik yamacı.
  2429. uçmak = uçmak.
  2430. uçmoyul efsanevi bir yılanın adıdır.
  2431. uçot r. hesap, sayım.
  2432. uçsuz sonsuz.
  2433. uçta- 1. ucunu sivriltmek, açmak (kurşun kalemi); 2. eklemek (mes. yeni).
  2434. uçtal- 1. ucu sivriltmek; uçtalğan karındaş: açılmış. ucu sivriltilmiş kurşun kalemi; 2. eklenmek (mes. yen hakkında).
  2435. uçtaş- uçlarıyla birleşmek.
  2436. uçtat- uçlatmak; uç taktırmak.
  2437. uçtuk : çaç uçtuk: saçbağı (saç örgüsüyle birlikte örülen kordele).
  2438. uçtuu . sivri ucu bulunan, sivri uçlu.
  2439. uçuk . 1. (ısıtmadan) dudaklarda çıkan kabarcıklar, uçuk; erdime uçuk çıktı: dudağıma uçuk çıktı; kurğak uçuk: verem; kurğak uçuk dispanseri: verem dispanseri. ıı, 1. bir uçuk cip: (tek iplikle dikerken iğne gözüne geçirilen) iplik ucu (parçası); silerdiñ uçuğuñar uzarbayt: siz hangi hususta başkalrından daha yükseksiniz! (harfiyen: sizin ipliğiniz uzamaz); erteñeği uçuk keçke cetpe, keçki uçuk erteñge çetpe!: sabahki uçuk (iplik parçası) akşama kadar yetme, akşamki uçuk sabaha kadar yetme! (köçöt esnasındaki yakarış; bk. köçöt 2); 2. sezdirmeksizin, giyimine iplik parçası takan kadına, erkek tarafından verilen hediye; 3. (rad.) sivri dağ tepesi. dağın zirvesi.
  2440. uçukta- 1. uçuğu tedavi etmek (bk. uçuk ı); 2. mec. korkutmak, göz dağı vermek.
  2441. uçuktat- et. uçukta-‘dan.
  2442. uçuktoo 1. uçuğu tedavi etme (bk. uçuk ı); 2. mec. göz dağı verme. tehdit etme.
  2443. uçun- (karş. elinde- 2) (tek tırnaklı hayvanların erkeklerinde) kendini tenasül uzuvların şişmesiyle gösteren bir hastalıkla hastalanmak; ayğır uçunsa at bolot, at uçunsa, et bolot ats.: aygır hastalanırsa at olur at hastalanırsa et olur (kesilir).
  2444. uçur ı, 1. vakit, an, fırsat; 2. öz uçurunda: zamanında; kurç uçur: had dakka; mınday uçurlarda: bu gibi hallerde; 3. mevsim.
  2445. uçur- ıı, uçurmak; kalp uçur-: yalan atmak; attan uçurup tüşür-: attan çekip düşürmek.
  2446. uçura- karşılamak; rastgelmek; cutka uçura-: cut’a duçar olmak (bk. cut ı); tüsü cılanday uçuradı: benzi yılanı andırdı (o kadar menfur gözüktü).
  2447. uçuraş- karşılaşmak, birbirine rastgelmek.
  2448. uçuraştır- et. uçuraş-‘tan.
  2449. uçuraşuu rastlama, karşılaşma.
  2450. uçurat- uçura-‘dan.
  2451. uçurma çatı.
  2452. uçuroo işs. uçura-‘dan.
  2453. uçurtma yalan dolan, uydurma, olmadık şeyler.
  2454. uçuru = uturu.
  2455. uçuruu işs. uçur ıı’den.
  2456. uçuu işs. uç- ııı’den.
  2457. uçuuçu tayyareci, uçucu.
  2458. udaa yahut udaasınan: sıra ile, sırasıyla, fasılasız, arka sıra; üç kün udaa: fasılasız üç gün.
  2459. udaalaş- : birbirini takip eden. artsız arasız.
  2460. udarnik- r. “hamleci” (aşırı faaliyet ve gayret gösteren işçi). udarnik ayal: bu sıfatta olan kadın.
  2461. udul cihet, istikamet, karşı; udulu kelip kalsa; eğer ahval müsait olursa, muvaffak olunursa, elden gelirse.
  2462. udurğu- (kütle, kalabalık hakkında) çırpınmak, üşüşmek, akın etmek; el uduruğup atat: kalabalık çırpınıyor (kah bir yana, kah diğer yana akıyor); udurğuğan köp karaan, ottop cürgön malkeben- folk.: uzakta çırpınıp duran karartılar, otlayıp gezen hayvanlar mı acaba?
  2463. ugul- işidilmek; uguldu: işitildi, dinlendi; dinlenmiş.
  2464. ugulmaksan : ugular-ugulmaksan ayıttı: duyulur duyulmaz bir şekilde söyledi.
  2465. ugumduu kulağa hoş gelen; ahenkli.
  2466. ugumduuluk- söz ugumduuluğu: söz dinleyicilik.
  2467. ugumsuz kulağa nahoş gelen; ugumsuz dabış: kulağa nahoş gelen ses.
  2468. ugut malt: arpa küspesi; arpa posası.
  2469. ugultuu 1. alköllü (içki hakkında); 2. mec. ateşli (insan hakkında); uguttuu cigit: canlı atılgan delikanlı.
  2470. uguu . 1. işidileni kavrama; 2. anlama, idrak.
  2471. uguçuu ; dinleyici.
  2472. uguz- işittirmek, bildirmek.
  2473. uguzuu . işs. uguz-‘dan.
  2474. uk- dinlemek, işitmek: duymak; uktuñbu?: işittin mi?; til uklaf işitmek (takdir edici sözlere maruz kalmak).
  2475. ukala- oğmak, oğalamak, masaj yapmak.
  2476. ukalat- et. ukala-‘dan.
  2477. ukalatuu işs. ukalat-‘tan.
  2478. ukaloo oğalama, oğuşturma.
  2479. ukaz r. işs. ferman.
  2480. ukkuluktuu 1. anlaşılır, vazih; 2. kulağa hoş gelen; ukkuluktıı kılıp ırdap: kulağa hoş gelecek tarzda şarkı söyleyerek; ukkuluktuu sonun müzika: iyi, hoş müsiki.
  2481. ukkus : adam ukkus til menen tildeyt: insanın dinleyemeceği bir tarzda sövüp sayıyor.
  2482. ukmaksan işitmemezlikten gelmek; ukmaksan bolup: işitmemezlikten gelerek.
  2483. ukmuş acayip haber. şaşılacak haber.
  2484. ukmuştan- hayrete düşmek, taacup etmek, şaşmak.
  2485. ukmuştant- hayrete düşürmek; şaşmayı mucip olmak.
  2486. ukmuştuu meraklı, eğlenceli; ukmuştuu sözdör: şayialar, meraklı yayıntılar; koylorum deği ukmuştuu semirdi: koyunlarım şaşılacak derecede semirdiler.
  2487. ukol r. tp. iğne vurma; ukol sal- (ur-, say-): iğne vurmak.
  2488. ukta- . 1. uyumak; 2. uyuşmak; butum uktap kaldı: bacaklarım uyuştu.
  2489. uktat- uyutmak; uykuya yatırmak.
  2490. uktur- kafasına sokmak; anlatmak; izah etmek; ukturup ayt-: anlaşılacak bir tarzda söylemek.
  2491. ukturuu . işs. uktur-‘dan.
  2492. uku- dürtmek (diyelim, büğüre).
  2493. ukuk a. hukuk; şayloo ukuğu: seçim hukuku; ukuktan ayıruu: hukuktan mahrum etme. hukukça mutazarrır olma.
  2494. ukuksuz . hukuksuz; hukuktan mahrum olan.
  2495. ukuksuzduk hukuksuzluk.
  2496. ukuktuu . hukuka malik olan; hukuklu; toluk ukuktuu ökül bk. ökül.
  2497. ukum ı. ukum-tukumubuzda: soyumuzda; ukumdan tukumga; soydan soya; nesilden nesile; ukumtukumunan beri proletar: (o) irsi proletar (emekçi); ukumda çok: duyulmamış; acaip şey. ıı. (karş. sööm; karış ı) başparmağın ucuyla bükülmüş şehadet parmağı arasındaki mesafeye muadil olan uzaklık ölçüsü.
  2498. ukumçul çok işiden; eski zamanları, eskiden olup bitenleri iyi bilen.
  2499. ukumduu = ukumçul; ukumduu kişiden ukkamın: ben bunu haberdar adamdan duymuşum.
  2500. ukuruk 1. sürüden bir atı yakalamak için üzerinde ilmikli kemendi olan uzun sırık; 2. hayvan kemiklerinden birinin adıdır.
  2501. ukuş- müş. uku-‘dan; biri birin koltukka ukuşup:birbirinin büğürüne dürterek.
  2502. ula- . 1. uçlarıyla bitiştirmek: ulamak; 2. aşılamak (bitkileri); 3. köñül ula-: 1) teskin etmek. teselli vermek; 2) pehpehlemek.
  2503. ulaan : ulaan-uşak: dedikodu, katmerli dedikodu.
  2504. ulaarıt- . uzatmak; cip ulaarıt-: 1) ipi, ipliği eklemek suretiyle uzatmak; 2) mec. mubalağa etmek; kepti ulaarıtıp ciberdi: sözü fazla kabarttı (mübalağa etti).
  2505. ulağa (obada) eşik yanındaki yer.
  2506. ulak 1. oğlak; 2. es. oğlak çekişme (bir çeşit spordur); ulak tart-: oğla çekişmek; oğlak çekişme sırasında çekişme maddesi olarak kullanılan keçi yavrusu; bir esebin tabayın, ulaktay cerge çabayın folk.: bir çaresini bulayım ve oğlak gibi yere çalayım; ulak taşta-: oğlak çekişme sporunda galebe çalmak.
  2507. ulam . her zaman, boyuna; ulamdanulam yahut ulamkısın-ulam: 1) boyuna; 2) gittikçe daha fazla.
  2508. ulama ı. ekleme. ıı. a. ulema. ilahiyat alimi; ulamadan ulasam. bilgiçlerden surasam folk.: alimerden öğrenirsem. bigiçlere soruştursam.
  2509. ulamal . terkipler ve mantıki kaziyeler yapmaya müsait olan adam.
  2510. ulamala- 1. eklemek; ilave etmek, katmak; 2. şişirmek (şayiaları).
  2511. ulan ı. bekar delikanlı, murahik.
  2512. ulan- ıı. mut. ula-‘dan; bir somdon ulanıp. cüz som uttum: oyuna bir ruble ile katıldım. yüz ruble kazandım.
  2513. ulandı 1. ek, yama; 2. devam; carış sözdün ulandısı: müzakerenin devamı; 3. gram sözü değiştiren edat: çak ulandı: şahıs zamiri edatı.
  2514. ulandıluu 1. ekli, eklentili, uzatılmış ulandıluu cip: uzatılmış ip; 2. gram. kelime değiştiren edata malik olan.
  2515. ulanıl- mut. ulan- ıı’den; piyesadağı okuyalar üzülböstön birine biri ulanılıp olturbayt. piyesada shematizm küçtüü: piyeste olaylar doğrudan doğruya birbiriyle bağlanmıyor ve piyeste schematisme kuvvetli.
  2516. ulanış- . birbirine takılmış, bağlanmak.
  2517. ulant 1. eklemek 2. devam ettirmek; kolhoz ceñişin dağı ulantat: kolgazerlerini idame ediyor (zaferden zafere yürüyor).
  2518. ulantuu işs. ulan-‘tan.
  2519. ular sülün ailesinden tetrao gallus; ular uçpas too menen folk.: ular’ın bile uçmadığı (yüksek) dağlar boyunca.
  2520. ulaş işs. ula’dan: kuyruk ulaş. bk. kuyruk.
  2521. ulaştır- et. ulaş-‘tan; uçun uçuna ulaştır-: uçlarını bitiştirmek; bağlamak.
  2522. ulğa- : ulğap-çulğap bayla-: kördüğüm yaparak bağlamak.
  2523. ulğay büyümek; ulğayğan kişi: yaşlı adam, hatırı sayılacak yaşta olan kimse.
  2524. ulğayuu işs. ulğay-‘dan.
  2525. uloo ı. birleştirme. ıı. = ıloo.
  2526. ulpak = urpak.
  2527. ultañ taban. pençe; ultañ bet mec.: hayasız surat.
  2528. ultar- dikmek (ayakkabını).
  2529. ultart- et. ultar-‘dan.
  2530. ultartuu işs. ultar-‘dan.
  2531. ultaruu (ayakkabı) dikme.
  2532. ultun- = ulutun-.
  2533. ulu ı. = uluu ıı. ıı. = ülül.
  2534. ulu- ııı. ulumak; ulup-uñşup: uluyan sesler çıkarmak.
  2535. uluk amir.
  2536. uluksat = uruksat.
  2537. uluksun- kendini ulu saymak, ululuk taslamak, uluksunup kel-, güya bir amir gibi gelmek.
  2538. ulukta- tazim etmek. ululamak, saymak.
  2539. uluktaş- dava açmak, amirlerin eşiğini aşındırmak.
  2540. ululdayım a. ebedi (allahın sıfatıdır), daimi.
  2541. uluma 1. uluyan: 2. kad. kurt.
  2542. ulut ı. millet; uluttar soveti: milletler sovyeti (şurası). ıı. et. ulu- ııı’den.
  2543. ulutçul milliyetçi, nasyonalist; ulutçul sotsialist: milliyetçi sosyalist.
  2544. uutçulduk milliyetçilik; cergiliktüü ulutçulduk: mahalli nasyonalizm.
  2545. uluttaştır- millileştirmek.
  2546. uluttaştırıl- millileştirilmek.
  2547. ulutun- esef izhar ederek, iç çekmek.
  2548. ulutunt- et. ulutun-‘dan.
  2549. uluu ı. on iki senelik hayvan devri takviminde beşinci yılın çince adıdır (ejder). ıı. 1. büyük, ulu; uluu memleket: büyük devlet; 2. şu aşağıdaki manalarda da kullanılıyordu: 1) yüksek; uluu sovyet: yüksek sovyet; uluu sot: yüksek mahkeme; 2) genel; uluu sekretar: genel sekreter; 3) azami, en büyük; uluu ceza: azami ceza.
  2550. uma enenmiş koçun yumurat torbası.
  2551. umaç bir nevi tirit veya bulamaç közüm umaçtay açıldı: gözlerim faltaşı gibi açıldı, büsbütün uyandım.
  2552. umaçta- 1. hafifçe ıslatmak (mes. hayvanlara verilecek olan kepeği); 2. kırıştırmak, ezmek, doğramak.
  2553. umaçtal- pas. umaçta-‘dan.
  2554. umaş = umaç.
  2555. umaşta = umaçta-.
  2556. umaştal- = umaçtal-
  2557. umay 1. efsanevi bir kuştur, ki yuvasını havada yapar, hüma, phenix; 2. çocuklar hamisi olan efsanevi bir kadın; menin kolum emes, umay enemdin kolu es.: yaptığım hayırlı olsun! (harfiyen.: benim elimde değil, umay annemin eli).
  2558. umsun- umutlarında aldanmak.
  2559. umsunt- et. umsun-‘dan.
  2560. umtul yeltenmek. ileriye atılmak hücum etmek.
  2561. umutludur- et. umtul-‘dan; emgekke umutludur-: işe emeğe heveslendirmek.
  2562. umtuluş ı. ileriye atılış, hamle.
  2563. umtuluş- ıı. hep beraber ileriye atılmak, hücum etmek.
  2564. umtuluu . hamle. ileriye doğru atılma.
  2565. umuran : umran kal!: mahvol!
  2566. un un; un saldır; un övütme tegirmenge barıp un saldırçuubuz: mutadımız olduğu üzere. değirmene giderek un övütüyorduk.
  2567. una- tasvip etmek. muvafakat etmek.
  2568. unaa iş hayvanı: küç unaa: cer kuvveti.
  2569. unaş- müş. una-‘dan.
  2570. unat . muvafakat ettirmek, kandırmak.
  2571. unçuguş . müş. unçuk-‘tan.
  2572. unçuk- ses çıkarmak, seslenmek; unçukpa!: sus!: köp unçukapayt, sözkö cok: çok konuşmuyor, konuşkan değildir; katuu unçuğup süylöt: bağırarak konuşuyor.
  2573. unçuktur- et. unçuk-‘tan; anı unçukturbay taştadı: o, onu susturdu.
  2574. uñğu 1. dövdü, balta tersi; mızrak temerinin günder sokulduğu yeri; ketmen uñğusunan cerge battı: çapa tepesine kadar yere battı; 2. gram. kelimelerde asıl madde, temel, kök; uñğu söz: kelimenin ilkel şekli, kökü; uñğu tilder: köksel diller.
  2575. uñğuçul sokulgan, çevik, atik.
  2576. uñğuçuluk sokulganlık, atiklik.
  2577. uñğula- baltanın tersiyle vurmak.
  2578. uñkul- uñkul-çuñkul = uñkur- çuñkur (bk. uñkur).
  2579. uñkulda- havlamak, cıyak cıyak bağırmak (köpek yavrusu hakk).
  2580. uñkur : uñkur-çunkur: çukurları çok olan yer.
  2581. uñkuy- (hüzünle) aşağıya salmak, mutavaat gösterir vaziyet almak; baylooğo tüşkön kulday uñkuyup oturat: bağlanmış köle gibi başını aşağı iğerek oturuyor.
  2582. uñkuyt- et. unkuy-‘dan.
  2583. uñşu- ulumak, hazin ve sürekli ses çıkarmak; unşuğan ün: hazin ün; ulup- uñşup: uluyarak.
  2584. uñşuy- = uñkuy-.
  2585. univermag r. herşeyin satıldığı mağaza.
  2586. universal r. umum, am. üniversel.
  2587. universitet r. üniversite.
  2588. unut ı. unutma, unutulma; uşul kündör da unut bolor beken-: şu günler de unutulur mu acaba? ıı. unutmak.
  2589. unutçaak unutkan, çok unutan.
  2590. unutkar- 1. unutkanlıktan gelmek: unutkarıp turup alıp ketkeni turasıñ: unutkanlıktan gelerek, alıp götürmek istiyorsun (diyelim, başkasının eşyasını); 2. unutmak.
  2591. unutkaruu işs. unutkar-‘dan.
  2592. unutkarıl- pas. unutkar-‘dan.
  2593. unutkus unutulmaz.
  2594. unuttur et. unut- ıı’den.
  2595. unutul- unutulmak.
  2596. unutuu işs. unut ıı’den; unutuu carabayt: unutmak olmaz, unutulmayacak.
  2597. upa 1. pudra; 2. beyaz düzgün; upaendik, bk. endik.
  2598. upala- 1. pudra sürmek; 2. beyaz düzgün sürmek.
  2599. upalat- et. upala-‘dan.
  2600. upaloo işs. upala-‘dan.
  2601. upat a. tahribat, helak, afet; upat kılıp söögün, ceti baştuu kempirdi seksen bölüp ötüptür folk.: yedi başlı kocakarının kemiklerini parçalayıp, onları seksen kısma ayırdı.
  2602. upay bir çeşit aşık oyunu.
  2603. upçu emzik.
  2604. upta- kavutu. talkan’ı (bk.) sütle kaymakla yahut yağla karıştırmak: talkandı mağa uptap cedim: kavutu yağla karıştırıp yedim.
  2605. uptat- et. upta-‘dan.
  2606. upuñ apıñ sözünün tekidir.
  2607. ur ı. (ağaçtaki) ur, şiş; kayıñdın uru: huş ağacının uru. ıı. yahut ur kız: huri, cennet kızı.
  2608. ur- ııı. 1. vurmak dövmek; taş urdu: (birisinin yahut bir şeyin üzerine) taş attı; 2. ilenç sözlerinin bir parçası gibi kullanılır (bazan da aynı manayla müstakilen de kullanılır); al, urğan, ayağandı bilebi?: o, melün merhamet etmesini bilir mi?; kuday urgan: allahın kahrine uğramış; tuz ursun bk. tuz; ant urğan, bk. ant ı; kursaktan urğan: bir işe yaramayan (sövme sözdür ki harfiyen: karında iken sakatlanmış demektir): kursaktan urğan akmak: adam olmaz ahmak; 3. ılay ur-, bk. ılay: 4. sövme tabirlerinde söylemesi ayıp olan fiilin yerine
  2609. kullanılıyor ; oozun urup, surun urup, tukumun urup: ağzını, canını, silsilesini söverek; 5. (damga mühür) vurmak, basmak.
  2610. ura- yuvarlanmak, yıkılmak. kağşamak, harabolmak.
  2611. uraa ! r. hurra! yaşa!
  2612. uraala- : uraalap kötör: arkadaşları tarafından birisini tâzim etmek için ellere kaldırmak ve "uraa" diye bağırarak bir kaç kere yukaraıya doru atmak.
  2613. uraalaş- müş. uraala-’dan.
  2614. uraan 1. savaşa davet nidası; uraan çakır-: savaşa çağırmak; uraanıñ kim, daynıñ kim? folk.: savaşa davet sözün nedir ve sen kendin kimsin?; 2. es. şiar, parola; uraan taşta-: bir şiar ortaya atmak
  2615. uraandaş- hep birlikte aynı uran’ı söylemek; kendi kabilesinin, soyunun tarafını tutmak.
  2616. ural- pas. ura-’dan uralbas birdiktülük: bozulmaz birlik.
  2617. uramal inhilâl, harabiyet, perişanlık; dağılış.
  2618. urandı harebe.
  2619. urat- tahrip etmek, yıkmak.
  2620. uratuu tahrip.
  2621. urçuk = uurçuk.
  2622. urdur- vurdurmak, vurmaya zorlamak, yahut bırakmak.
  2623. uğraacı 1. dişi; 2. kon. kadın.
  2624. urğaaçılık 1dişilik; 2. kon. kadınlık .
  2625. urğaal gerginlik.
  2626. urğaalduu gergin, entensif.
  2627. uğrula- mükerreren dövmek, birkaç defa vurmak.
  2628. uğrun çok.
  2629. urkuy- köşesiyle; sivri uciyle çıkık durmak; eki betinin söögü urkuyğan: elmacık kemikleri pek fazla çıkık duruyor.
  2630. urmat a. hürmet, saygı, terkim; tazim; urmatına: (birsinin) şerefine.
  2631. urmatsız saygısız.
  2632. urmatsızdık saygısızlık.
  2633. urmatta hürmet etmek, saymak, tazim tekrim etmek.
  2634. urmattaş- müş. Urmatta-’dan baarıanı urmattaşat: herkes ona hürmet ediyor.
  2635. urmatto hürmet etme, saygı gosterme.
  2636. urna r. seçim yapılırken yahut kur’a piyango numaraları cekilirken kullanılan sandık, kutu.
  2637. urol = rol.
  2638. urp a. urp-adat = urup-adat (bk. urup II ).
  2639. urpak 1. kepek; 2. hafit; 3. nesil, zürriyet.
  2640. uruk I, a. rûh; uruk tüşür-: maneviyatı kaybetmek; internatsionalizm urkunda: beynelmilliyet ruhunda; revolyutsiya urkunda: inklâp ruhunda. II. 1. tohum 2. cins; 3.soy, kabile; uruk-tuuğan: soysop. hısım akraba.
  2641. urukçulduk 1. kabile münasebetleri; 2. kabile kavgaları.
  2642. uruksat a. ruhsat, musaade.
  2643. uruktal- türemek, çoğalmak.
  2644. uruktaş- kabilelere, soylara ayrılmak.
  2645. uruktat- türemek, coğaltmak.
  2646. urum zürriyet; uuluğn össö-urumğa kızıñ össö-kırımğa ats.: oğlun büyürse-soya (soya devam eder) kızın büyürse- uzaklara (gider).
  2647. urumu rumî (Destanda sık sık tüfeğin sıfatı olarak kullanılmaktadır).
  2648. urun- 1. çarpmak çatmak, kırıklık hissetmek (mes.at üzerinde gitmekten yahut sarsan araba yüzünden) özüñö urunbas üçün, özgögö carık kıl ats: kendin çarpmamak için başkalarına ışık göster; mandaş urun, bk. mandaş; urunarğa too tappay uruşarğa coo tappay folk.: çatmak için dağ bulmayıp savaşmak için düşman bulmayıp kuvvet ve gayret fışkıran bahadırın durumunu ifade edenbasmakalıp bir ibare ) 2. bir iş için kullanmak istifade etmek; candır urun-: tesisatı bir iş için kullanmak: tesisattan istifade etmek uruğan cabdığım: çalışırken kullandığım aygıt; urağan malım: mülkümde bulunan ve kendisiyle meskul olduğum hayvanlarım; ömründö mal uruğan cok: ömründe hayvanlarla uğraştığı yok (hiçbir zaman sürü sahibi olduğu yoktur) uruñan mülküm: faydalandığım ve işte kullandığım (ihtiyat olmak üzere saklamadığım) mülküm; Kırğızdan malay uruñan: Kırğızdan ırgatlar kullanmış; mal can urağan: mal ve aile edinmiş; baş urun-: bk. baş 1; 3. iştirak etmek; 4. tesadüfen ele geçmek; sıypalap körsöm, bir kepiç urundu: elimle karıştırdığım zaman bir pabuç rast geldi.
  2649. urunçuk çıkıntı.
  2650. urundu : at urundu kıldı: ata. eziyet etti, bitkin bir hale getirdi.
  2651. urunt I: urunt cer: herkesin çarptığı yer; sözdün uruntu kelgende: lafa uygun gelmişken. II, et. urun-’dan; baş urunt-: itaata mecbur kılmak, boyun eğdirmek.
  2652. uruntuu esas. başlıca; uruntuu masale: esas mesele; uruntuu stansiya: bir çok yoların kavuştuğu istasyon.
  2653. urunuş . çarpışma. bitişme tokson toonun urunuş folk.: doksan dağın kavuştuğu bitiştiği yer.
  2654. urunu işs..urun-’dan; alardı baykap urunuu kerek: onlarla ihtiyatla muamele etmek lâzım.
  2655. urup = urp.
  2656. uruş 1, dövüş. kavga; 2. muharebe; harp; uruş komissariati es.: harbiye komserliği; uruş ilimi: askerî ilim.
  2657. uruş-II 1. dövüşmek. kavga etmek; anı menen uruştum: onunla kavga ettim dövüştüm; ağa uruştum: onu azarladım; 2. harbetmek.
  2658. uruşçaak . kavgacı, takılgan.
  2659. uruşkak dövüsken, talaşman.
  2660. uruşkaktık . talaşmanlık, takılganlık.
  2661. uruştur- 1. çarpıştırmak, bir şeyi birbirine vurmak; 2. kavga ettirmek. dövüştürmek.
  2662. uruu I. kabile. IIişs. ur- III-ten.
  2663. uruuçuluk kabile sistemiyle bağlantılı olan bütün münasebetlerin mecmuu; uruuçuluk küröşü: kabile mücadelesi.
  2664. uruy I. = uruk I. II. kabarık durmak; içeriye doğru çıkık durmak, şişmek, kabarmak.
  2665. uruyat a. (şimdi artık bu kelime kullanılmıyor) hürriyet.
  2666. us = uz.
  2667. uska = nuska.
  2668. uskaluu = nuskaluu.
  2669. uskaluuluk = nuskaluuluk.
  2670. usku eski- usku; eski püskü, eski esvap.
  2671. usta f. 1. usta; (2.demirci, çilingir (destanda silah ustası manasında dahi kullanılmaktadır))
  2672. ustaçılık = ustalık.
  2673. ustakana f. atelye.
  2674. ustalık meharet, ustalık.
  2675. ustap kon. ustav.
  2676. ustara f. ustura.
  2677. ustat f. muallim, üstad.
  2678. ustav r. Nizamname.
  2679. ustaz = ustat.
  2680. ustukan f. kemik.
  2681. ustukanda- (eti) kemiklerden ayrılmak.
  2682. ustukandal- kemiklerden ayrılmak (et hakkında).
  2683. ustun f. sütûn. direk, kalas.
  2684. uşaa bk.uşul.
  2685. uşak I. ufak (iri olmayan); uşak koy: ufak koyun (lar); baldarı uşak: çocukları ufaktır. II. dedikodu. lâf, lakırdı; iftira; uşak cürgüz-: dedikodu yaymak; uşak-ayıñ kep uksañ. köñülüñdü azdırba folk.: dedikodu, söz sav işidirsen, hiç de üzülme!; ukpayt dep, uşak aypta, bilbeyt dep, uuru kılba ats.: duymazlar diye dedikodu yapma, bilmezler diye hırsızlık yapma!
  2686. uşakçı dedikoducu, iftiracı.
  2687. uşakçıl iftirakârane; uşakçıl makala: iftirayı içine alan makale.
  2688. uşakta- dedikodu yapma. gıyaben çekştirmek.
  2689. uşaktat- et. uşak-’dan.
  2690. uşaktoo dedikodu yapma gıyaben çekiştirme.
  2691. uşala- oğalamak, ovuşturmak, ovmak; kol uşala-: elleri oğuşturmak; köz uşala-: gözeri oğmak.
  2692. uşat- 1. ufatmak; 2. mec. israf etmek, külünü savurmak; akçanı uşatıp koydum: parayı, çılgıncasına harcadım.
  2693. uşatuu ufaltma.
  2694. uşta- = uçta-.
  2695. uştal- = uçtal-.
  2696. uştuk = uçtuk.
  2697. uşul uşu (datifi: uşuğa,uşaa) bu (bul bu zamirile gösterilen şeyden daha uzak oşol oşo zamiriyle gösterilen şeyden daha yakın bir şey gösterilirken); uşul cerde: burada; uşu kündön baştap: bugünden itibaren; uşunubuz:) (içimizden) busu yahut bize ait olan bize taalluku olan şeylerden) busu; uşul çak: bu vakit;; gram hal; calğız barıp, coo sayğan ce uşunum beken balalık? folk.: benim yapayalnız gidip gidipde düşmanı yenmem çocukluk mu sayılır?
  2698. uşunça bunca. o kadar, kılbağanı ele uşubu! ona bu mu eksikti!
  2699. uşunçalık o kadar, o derece.
  2700. uşunday öyle, o gibi; uşunday emespi? öyle değil mi? doğru değil mi?
  2701. uşundaylık "öylelik" (bu gibi hassalara bu kabil mutalara malik olmaklık); uşundaylığı bızdan: böyleliğimizden dolayı.
  2702. uşur a. tar. üşür (mahsülün yahut kazancın onda biri nisbetine vergi).
  2703. ut- kazanmak (oyunda); utpay kalbay tuğran: muhakkak kazandıran (tahvilât hakkında).
  2704. utopiya r. ütopi, hayal.
  2705. utopiyaçı ütopist.
  2706. uttur- yutturmak. kaybetmek (oyunda).
  2707. utturuş I, kaybetme, yutturma (oyunda).
  2708. utturuş- II, hep birlikte kaybetmek (oyunda).
  2709. utturuu kaybetme (oyunda).
  2710. utul- (oyunda) kazanılmak; beş somum utuldu beş ruble kaybettim (harfiyen benim beş rublem kazanıldı) ;; men utuldum: ben kaybettim.
  2711. uttur = uturu; utur-utur = utrurğusun-uturu (bk. uturu).
  2712. uturda- = uturla-; uturdap baş-: karşılaşmak için. hareket etmek.
  2713. uturğu = uturu.
  2714. uturla- = uturula-.
  2715. uturu utur, karşıya, karşıda (karşısında bulunan) ; uturu cügür: karşı koşmak; uturu- kara-: doğru bakmak, gözüne bakmak; utur-uturu yahut utuğusun – uturu: boyuna, hep yeniden, daha ve daha. hemen, derhal, hemen arkasından; utur-utur ele kele bedri: boyuna gelmekte devam etti.
  2716. uturula- karşılaşmak için gitmek, karşılaşmak; uturulap umtul-: karşılaşmak için atılmak, bir işi tekrar tekrar yapmak, tekrarlamak; uturulap çay suradı: boyuna çay istedi (her fincandan sonra tekrar istiyordu).
  2717. utuş I, oyunda kazanç; utuş oyunu: çekiliş (mec. piyango hakk.) utuş karızı yahut utuş zayomu: ikramiyeli istikraz. II, hep beraber oyunda kazanmak.
  2718. utuu oyunda kazanma.
  2719. uu I zehir, ağu; uu cut-: zehir yutmak mec. kedere, ruhî acıya katlanmak; suu iç dese, uu içken folk.: su iç demişler o zehir içmiş (yani namakul gayret göstermiş). II, 1. av; uu uula- yahut uu kıl-: avlamak; moyunan baylağan it uuğa carabayt ats.: boynundan bağlanmış olan köpek ava yaramaz; 2. ağla kuş avlama. III: uu-çuu: hayhuy, gürültü-patırtı arbede; uu dese çuu deyt: habbeyi kubbe yapıyor (harfiyen: "uu" derlerse "çuu" diyor); uuduu bk. duu.
  2720. uuç avuç; koş uuç: iki avuç dolusu.
  2721. uuçta- avuçla almak, avuçlamak.
  2722. uuçu 1. avcı; 2. ağla kuş avlayan.
  2723. uuçuluk avcılık.
  2724. uuğuş- müş. uuk- IIden.
  2725. uuk I, obanın kubbesinin sırıkları; uuktun alakanı: uuk’un yassı (aşağı) kısmı; uuktun uçu: uuktun yukarı, ince kısmı; uuktun bileği; uuk’un aşağı kısmının dış tarafı.
  2726. uuk- II, zehirlenmek.
  2727. uuktur- zehirlenmek.
  2728. uul 1. oğul; 2. üçüncü şahıs bitişik zamiri olan u ile (uulu) soyadı yapar: Malik uulu: Malikoğlu.
  2729. uula- I. anlamak; tütün uula-: "duman avlamak" (yemek ikram ederler diye dumanın çıktığı yere gitmek). II: uulap-çuulap: gürültü ve uğultu yaparak.
  2730. uulan- zehirlenmek.
  2731. uulandır- 1. zehirlemek; mec. en hassas noktasına dokunmak; 2.çürütmek (hububatlı).
  2732. uulandıruu 1. zehirleme (birisini); 2. çürütme (hububatlı).
  2733. uulant- zehirlemek.
  2734. uulda- : uuldap – çuuldap: yüksek sesla ağlayarak, hıçkırarak, endişe ile bağırarak.
  2735. uuldaş- : ata-uuldaşıp: birbirine karşı baba ile oğul gibi muamele ederek.
  2736. uuldat- et. uulda-’dan; uuldatıp-çuuldatıp: hıçkırıkla ağlayacak hale koyarak, şiddetli baskı ve cebir altında tutarak.
  2737. uuluk- = uuk- II.
  2738. uuluktur- = uuktur-.
  2739. uulukturuu zehirletme.
  2740. uulukturuuçu zehirleyici, zehirli; uulukturuuçu gaz: zehirleyici gaz.
  2741. uuluu zehirlenmiş, zehir ihtiva eden, zehirli.
  2742. uurçuk dağın bir tarafından, dar şerit gibi uzamış kısmı, burnu.
  2743. uurda- çalmak; aşırmak, hırsızlık etmek.
  2744. uurdal- çalınmak, aşırlımak; uurdalğan mal: calınmıs hayvan.
  2745. uurdalış çalma, hırsızlık.
  2746. uurdan- bir işi gizlice yapmak; uurdanıp bar-: gizlice saklanarak varmak.
  2747. uurdaş- hep beraber çalmak.
  2748. uurdat- çaldırmak: at uurdattım: atımı çaldırdım.
  2749. uurdoo işs. uurda-’dan.
  2750. uurdooçu çalıcı, hırsız.
  2751. uurdooçuluk hırsızlık, çalma.
  2752. uurt- yanak (yanağın dudakların köşesine bitişen kısmı). avurt; yahut uurtka tarmay: bir çocuk oyununun adıdır (avurt kabartılıyor ve ona fiske vuruluyor).
  2753. uurta- kaşıkla yemek (çorba v.s. sulu yemeği).
  2754. uurtal- . pas. uurta-’dan.
  2755. uurtam . yudum.
  2756. uurtat- et.. uurta-’dan.
  2757. uurtoo kaşıkla yeme.
  2758. uurtta- avurttan tutmak.
  2759. uuru hırsız; uuru tut-: hırsız saymak; hırsızlık hususunda şüphelenmek (ör.. bk. tut- II); uuru kıl-: çalmak hırsızlık yapmak.
  2760. uuruluk hırsızlık.
  2761. uuz ağız (yeni doğuran hayvanın ilk sütü); uuz kımız: ilk sütten yapılan kımız; tuubağan (yahut kısır) uydun uuzu mec.: gökteki turna (harfiyen: buzağılamamış yahut kısır ineğin ağızı); uuz bozo: yeni mahsul darısından yapılan boza.
  2762. uvazir a. vezir.
  2763. uy 1. inek; uyğa kilem capkanday: ineği çulla örtmüş gibi; uy müyüz tartıp otur-: daire teşkil ederek oturmak; uyum tuudu: bir oyunun adıdır; 2. on iki senelik hayvan devrî takvimindeikinci yılın adıdır.
  2764. uya . yuva.
  2765. uyal I, ayal I sözünün tekidir; ayaluyal kılbastan: gecikmeksizin. II. utanmak; menden uyalat: benden utanıyor: kösüm uyaldı: gözüm kamaştı ( ışığa bakamıyorum).
  2766. uyala- yuva yapmak; oozuña cılan uyalağır!: sen sus! (harfiyen.: ağzına yılan yuva yapsın!).
  2767. uyalan- kendine yuva kurmak.
  2768. uyalaş- 1. yuvadaş, aynı yuvadan olan; 2. mec. karındaş.
  2769. uyalçaak utangaç, sıkılgan.
  2770. uyalğansı- utanır gibi gözükmek; yalandan utanmak.
  2771. uyalıñkı- : uyalıñkı tartıp kaldı: bir parça utandı.
  2772. uyalt- utandırmak, terzil etmek, fena vaziyete komak; aş kadırın bilbegen üy eğesin uyaltat ast…: yemekten anlamayan kimse ev sahibini utandırır; kün közdü uyaltat: güneş gözü kamaştırıyor.
  2773. uyaltuu işs.. uyalt-’ tan.
  2774. uyaluu I. inli, yuvalı; uyaluu curt: sayıca çok ve kudretli halk. II, işs. uyal- II’ den.
  2775. uyañ 1. çekingen, sıkılgan, pısırık; uyañ ciğit: sıkılgan delikanlı; uyañ tart-; beceriksiz pısırık olmak; 2. yumuşak, nârin, nazik; uyañ cün: yumuşak yün; İspanyol yünü; uyañ cünmüü koy: İspanyol koyunu.
  2776. uyañdık çekingenlik, sıkılganlık..
  2777. uyat- utanç, ayıp; kepazelik; yüz karası, rezalet; uyat bol: rezil olmak, kepaze olmak; uyat kıl-: kepaze etmek, terzil etmek; uyakta kal-: utanmak, kepaze olmak; sisge uyat boldum: size karşı mahcup odum, sizin karşınızda rezil oldum; uyat berüü: ihtar etmek, utadırma (bir nevi cezdaır).
  2778. uyatsız hayâsız; utanmaz, yüzsüz.
  2779. uyatsızdan- hayâsız olmak, utanmamak.
  2780. uyatsızdık haysızlık, utanmazlık.
  2781. uyattuu 1. vicdanlı, utangan; 2. muhterem (harfiyen: kendisinden utanılan kimse); uyatuu-kadıruular: muhterem ve hatırı sayırlar.
  2782. uyçu sığırtmaç (sığır çobanı).
  2783. uyezd r. kaza, sancak (idarî birlik).
  2784. uyğak yahut töö uyğak: ayı pençesi denilen ot, Lappa; kozu uyğak: pehgamber çiçeği.
  2785. uyğaktuu ayıpençesi otu ile kaplanmış olan.
  2786. uyğar- tahsis etmek, ayırmak; bul işti mağa uyğarıp koydu: bu işi benim için ayırdılar, bu işe beni tahsis ettiler.
  2787. uyğaruu işs. uyğar-’dan.
  2788. uyğu : uyğu-tuyğu: 1) karşıklık; kargaşalık; 2) yılankavî.
  2789. uykalış- 1. birbirne uymak; uygun gelmek; 2. kafiye olmak; kafiyelenmek.
  2790. uykalaştır- 1. birini ötekisine uydurmak, birbirine uygun şekle sokmak; 2. kafiyelendirmek.
  2791. uykana k-f. inek ahırı.
  2792. uykaş- I. 1. ahenkli ölçülü; 2. kafiyeli, kafiye; atı uykaş: adaş; ırının uykaşı cok: şarkısının ahengi yok; uykaş sözdör: kifayeye uyan sözler. II. 1. ahenkli olmak; ölçülü olmak; 2. kafiyelenmek.
  2793. uykaştık . 1. ahenklilik, 2. kafiyece uygunluk, kafiye.
  2794. uyku uyku; kuş uyku bk. kuş 3; uykusu kandı: adamakıllı uyudu; uyusunu kandırdı;; tün uykusun tört bölgön: gece uykusunu dörde bölmüş (geceleri rahat uyumamış); uyku aç-, bk. aç- III; uykuda basıp öltür-: çocuğu uyku sersemliğiyle basıp öldürmek.
  2795. uykuçu = uykuçul .
  2796. uykuçul uykucu. uykuyu seven;; arı cok – külküçül sanası cok – uykuçul ats.: hayasız olan çok güler. kaygısız olan çok uyur.
  2797. uykuçulduk uykuculuk.
  2798. uykulu uykulu, uyku basmış uykuluu köz uykulu gözler. uyku beldekleri taşıyan gözler.
  2799. uykusura- uykuda sayıklamak.
  2800. uykusuroo 1., uykuda sayıklama; 2. yarı uyku durumu; uykusuroo köz: yarı uyumuş adamın gözü.
  2801. uypala- 1. karma karış etmek, perişan bir hale komak (mes. saçları); 2. buruşturmak (mes. giyimi); at kök şiperdi uypalap oonap ele ketti. at ağnadı ve yeşil otu ezdi.
  2802. uypalan- kırışıp top şekline girmek; keçeleşmek, ezilmek, çaçı cündöy uypalandı: şaçı yün gibi keçeleşti.
  2803. uypalakta- (gözleri) oğmak; uykubuzdan oyğonup ketip, uypalaktap. közübüzü açtık: uykumuzdan uyandıktan sonra gözlerimizi oğuşturarak açtık.
  2804. uypalat- . et. uypala-’dan.
  2805. uysuz ineksiz, ineği olmayan adam.
  2806. uysuzduk ineksizlik.
  2807. uyu- 1. pıhtılanmak (kan, süt hakkında) birikmek, tolanmak ; 2. peşini bırakmadan takip etmek,bütün varlığiyle kendini bir işe vermek.
  2808. uyuk yuva, in; hücreyle; kamunuskanın uyuğu: karınca yuvası: arının uyuğu : petek
  2809. uyukta- . yuva kurmak.
  2810. uyul 1. kıvrılmış şaç veya kıl. kıvrım. (insan kafasının tepesinde yahut atın alnında ve şakağında) ; uyul tegerekteri mat.: müşterülmerkez daireler; 2. kutup; tündük uyul: şimal kutbu; 3. ağaçlarda peyda olan ur; 4. es. yekpare.
  2811. uyulğu- 1. dönmek, deveran etmek; şiddetli çarpınmak; uyulğuğan şaman: şiddetli esen rüzgâr; kâh bu, kâh öteki yandan şiddetle esen yel; 2. buram buram yükselmek; uyulğuğan çañ: buram buram yükselen toz; tamekinin tütünü kalıñ tumanday uyulğuyt: tütün dumanı koyu sis gibi asılı duruyor; 3. kıvrılmak (saçlar hakkında) 4. yatmak (ot hakkında).
  2812. uyulğut- et. uyulğu-’dan; uyulğutup kamçı urup. kirip bardı oşondo folk.: kamçı sallayarak ve vurarak içeriye fırladı.
  2813. uyum . teşkilât (kurum) ; koom uyumdarı içtimaî teşkilâtları.
  2814. uyumdaş- teşkilâtlanmak.
  2815. uyumdaşkandık teşkilâtlı olmaklık.
  2816. uyumdaştıruu teşkilâtlandırma; uyumdaştıruu cıyılış: teşkilâtlandırma toplantısı.
  2817. uyumdaştıruuçu teşkilâtçı.
  2818. uyumdaşuu işs..uyumdaş-’tan.
  2819. uyuş- 1. keçeleşmek, buruşarak topak haline gelmek; 2. birleşmek,teşkilâtlanmak.
  2820. uyuşmaluuluk teşkiâtlılık.
  2821. uyuştur- teşkilâtlandırmak.
  2822. uyuşturul- teşkilâtlandırılmak.
  2823. uyuşturulğandık teşkilâtlılık.
  2824. uyuşturuluş (kendi kendilerini) teşkilâtlandırılış.
  2825. uyuşturuu teşkilâtlandırma, uyuşturuu meselesi: teşkilâtlandırma meselesi; emgek uyuşturuu çalışmayı teşkilâtlandırma; uyuşturuu komiteti : teşkilâtlandırma komitesi.
  2826. uyuşturuuçu teşkilâtçı; partiye uyuşturuuçusu: parti teşkilâtçısı.
  2827. uyuşturuuçuluk teşkilâtlandırıcılık.
  2828. uyuşul- teşkilâtlanmak, birleşmek; uyuşulğan col menen: teşkilâtlanma yolu ile; baldar bakçası uyuşulğan: çocuk bahçesi teşkilâtlandırılmış.
  2829. uyut- et. uyu-’dan ılay uyut-: balçığı yoğurmak; ayran uyut: yoğurt ekşitmek; köğülümö uyuta albadım: tam kanaat edinmedim.
  2830. uyutku 1. yoğurt mayası; 2. faal, aktif unsur; 3. sis. nüve; cetekçi uyutku; rehberlik eden nüve.
  2831. uyutkuluu birleşmiş, kaynaşmış; yekpare; esas nüve etrafından birleşmiş olan; uyutkuluu el: kuvetli, sağlam, teşkilatlanmış olan halk.
  2832. uyutuluu işs.. uyut-’tan.
  2833. uz usta. eli uz, elişiyle uğraşan kadın, mahir, becerikli; az bolso da uz bolsun: az olsada iyi olsun!
  2834. uza- 1. uzaklaşmak; uzağa gitmek; köp uzağan cok atam öldü: çok bir zaman geçmeden babam öldü; 2. muvaffak olmak; terraki etmek; kılmışı cok kıynağan Kedeykan kantip uzasın folk.: şuçsuzları azaplayan Kedeykan nasıl terakki etsin ve nasıl muvaffak olsun?; e, uzabağır!: iyilik yüzü görmeyesin!
  2835. uzak uzun (zaman); uzakka sozulup ketti: uzun sürdü.
  2836. uzakta- uzun sürmek; uzaktabay: uzun süemeksizin, çok geçmeden.
  2837. uzan- çalışmak, bir zanaatla meşgul olmak (başlıca, demirci hakkında); usta uzanıp atat: demirci çalışıyor.
  2838. uzanış- müş. uzan-’dan.
  2839. uzant- et. uzan-’dan.
  2840. uzar- uzamak (uzun olmak); ayağı uzarbas: iyilik görmez; coluñu uzarsın! bk. col 1; eteği bütölüp, ceñi uzardı bk. bütöl.
  2841. uzart- uzatmak.
  2842. uzartuu- uzatma.
  2843. uzat- 1. uzaklaşırmak, gitmye müsaade etmek, kendinden uzağa bırakmak; geçirmek (teşyi etmek); 2. kızı güveyin köyüne göndermek; 3. kocaya vermek.
  2844. uzata boyunca, boyuna, boyuna giden: uzatasınan ketken: uzununa giden, boyunca giden.
  2845. uzatış- müş. uzat-’tan.
  2846. uzatuu geçirme, teşyi.
  2847. uzatuuçu geçirici teşyi eden.
  2848. uzda- bir işi ustalıkla, merhametle yapmak.
  2849. uzdat- et. uzda-’dan; çımırata tiktirgen, uzdan uzğa uzdatkan folk.: pul pul nakışla işletti, elişi ustalarından en ustası olan kadına marifetini göstermeyi emretti.
  2850. uzoo işs. uza-’dan.
  2851. uzun uzun, uzunluk; boyu uzun; uzun boylu; zunubuzdan cattık: uzanarak yattık; uzundan uzak, köpkö tuzak kılba: mızmız olma pısırıklık etme!; uzun sarı bk. sarı I; kısa eldin uçu, uzun eldin kıyırına cayılat: küçük memleketten çıkan bir şayia büyük memleketin kenarlarına kadar yayılır (yayıntı her yere gider).
  2852. uzundu uzundu kekçe: gece geç vakita kadar.
  2853. uzunduk uzunluk.
  2854. uzvana kon = zveno.
  2855. übölük oklava.
  2856. üç 1. üç (sayı); 2. (ordo bk. oyunda ve çocukların aşık oyununda) beş; birdin üçü: beş aşık; birdin üçü bir: altı; birdin üçü eki: yedi; ekiniñ üçü: on ekinin üçü tört: ondört; beştiñ üçü yirmibeş v.s.; 3. (alelâde konuşmada) birdin üçü: birkaç, bir mikdar, iki-üç, üç-dört, beş- altı; birdin üçü bolup oturuşkan adamdar: oturan beş altı kişi; birdin üçü ele malı bar: birkaç tane hayvanı (üç-dört, beş altı baş).
  2857. üçkül üç köşeli, üçgen (müselies); keñ burçtuu üçkül mat.: geniş açılı üçgen; tar buruçtuu tar buruçtuu üçkül mat.: dar açılı üçgen.
  2858. üçöö üç kişi, her üçü; üçööngör: üçünüz, her üçünüz.
  2859. üçöskö kon. = uçaske.
  2860. üçöskölük kon. = uçaskalık..
  2861. üçültük (karş. ekiltik) hesap sarısında üç yerine giden, geçen.
  2862. üçülük üçlük, üç parçadan ibaret olan (daha bk. ilik I).
  2863. üçün (gaye yahut sebeb ifade eden sonek) için; sen üçün: senin için; bilbegenim üçün: bilmediğimden dolayı, bilmediğim için.
  2864. üçünçü üçüncü.
  2865. üdöö f.: üdöösünön çığamın: hakkından gelirim; yapabilirim.
  2866. üdüröy- karmakarışık olmak (saçlar hakk.).
  2867. üdüröyt- (saçları) karmakarışık etmek.
  2868. üdüröytüü işs. üdöröyt-’ten.
  2869. üdüröyüü işs. üdüröy-’den.
  2870. üf ! (buradaki f yalnız iki dudağın iştirakiyle çıkan bir sestir) 1. of! (sıkıntı veya kederle bir iççekme nidası); 2. dervişlerin âyin sırasında soyledikleri bir sözdür; kurulğan kündö alkañız, tañ atkança "üf!" degen folk.: sizde zikir merasimi her gün tertip ediliyordu ve sabaha kadar "of! " çekiliyordu.
  2871. ügül- mut. ük-’ten.
  2872. ügündü demir tozu, eğinti.
  2873. ügüt 1. öğüt, nasihat; 2. propaganda; ügüt nasihat bölümü tar.: propaganda şubesi; ügüt kazağı: beyanname.
  2874. ügütçü propagandacı.
  2875. ügüttö- 1. öğütlemek, nasihat etmek; 2. propaganda yapmak.
  2876. ügüttöö- 1. nasihat, öğüt; 2. propaganda.
  2877. ügüttööçü propagandacı.
  2878. ük- övütmek, ufalamak.
  2879. ükök erzak muhafazası için kullanılan küçük sandık.
  2880. üköl = ukol.
  2881. üköz r. ("ukaz") kararname, ferman; üköz moldo tar.: nahiye müdürlüğünde kâtip.
  2882. üksögöy saçları karmakarışık olan, kıllı, tüylü, saçarı uzamış olan.
  2883. üksök = üksögöy.
  2884. üksöñdö- 1. saçı kılı birbirine karışmak; 2 mec. kızgınlık ve hırsla atılmak (uzun saçlı erkek hakkında).
  2885. üksmöy- sarkık durmak (herhangi bir lifli nesne hakkında), tüyleri, ve saçları karışık ve kalkık durmak, ör. bk. üñüldö-:
  2886. üksöyt- et. üksö-’den.
  2887. ükü 1. puhu kuşu; mıkıy ükü: baykuş, (bazan da Nyctala kuşu); kırğıy ükü: atmaca baykuş; ükünün uyasın taaptır: basına devlet kuşu kondu (harfiyen.: puhu yuvası buldu); 2.puhu yahut bayukş tüylerinde süs; ükü tağınıp yahut ükü sayınıp: (kalpağına) puhu (yahut baykuş) tüyü takarak.
  2888. ülbüldö = ülbürö-.
  2889. ülbürö- 1. nârin, ince tüylü, zarif olmak; 2. gevşemek, sölpümek, keyfi kaçmak.
  2890. ülbüröt- et. ülbürö-’den.
  2891. üldö : üldö menen büldögö orop asrağan bala: üzerine titremek suretiyle terbiye edilmiş, nazlı büyütülmüş çocuk.
  2892. üldürö- 1. kuvvetsiz, gevşek, aciz olmak; üldüröp süylö-: gevşek konuşmak pısırıklık etmek; 2. eskimek, örselemek, yırtılmak, lime lime olmak.
  2893. üldüröö işs. üldürö-’den.
  2894. üldüröt- et. üldürö-’den.
  2895. ülgü 1. örnek misali 2. biçki kalbı, model.
  2896. ülgülüü nümunelik, örneklik; ülgülüü ustav: örneklik, talimname.
  2897. ülgür- yetişmek (vaktinde gelebilmek yapabilmek).
  2898. ülöş hisse, pay, üleş.
  2899. ülöştür- üleştirmek, tevzi etmek.
  2900. ülöştürüü tevzi, üleştirme.
  2901. ülpöt a. dostlaşma, ülfet, dost geçinen üzümre, dostluk.
  2902. ülpüldo- 1. pamuk gibi yumuşak olmak; ülpüldögön katın: nazik, nârin zarif kadın; 2. azacık alevlenmek, yıldıramak; 3. mec. yaltaklanmak, sokulmak.
  2903. ülpüldök 1. gayet tüylü, havlu olan nesne; 2. mec. yatak, sokulgan.
  2904. ülpüldöt- et. ülpüldö-’den; üstünön ültüldötüp öt-: bir konuya şöyle sathice temas ederek geçmek, bir şey hakkında ciddî olmayarak veya etraflıca düşünmeyerek fikrini söylemek.
  2905. ülpünçök = ülpüldök.
  2906. ülük 1. boyunuzun dibini teşkileden kemik; 2. kamçının pürüzlerini gidermek için kullanılan boynuz safha.
  2907. ülül salyangoz.
  2908. ülüñdö- gevşemek, sörpümek(bk.ülüy-).
  2909. ülüröy- bulanmış ve hayat eseri kalmamış olan gözlerle bakmak, gözlerini yarı yapatmak; ülüröygön: dar gözlü, sönük gözlü: ülüröygön ılampa: çok zayıf ışık veren lamba.
  2910. ülüş (karş. şerne, coro,deñgene) tar. zengin adamın civarındaki halka yahut bir kabilenen diğer bir kabileye yahut bir bölge ahalisinin diğer bir bölge ahalisine verdiği ziyafet.
  2911. ülüy- = ülüñdö-; ılanpa ülüyüp (yahut ülüñdöp) canat: lamba çok zayıf ışık veriyor.
  2912. ümöt a. ümmet, (dinî) cemaat; Mahkanbettin ümötü: ümmeti Muhammet, Müslümanlar, müslüman.
  2913. ümtöt- = ümüt et – (bk. ümüt); munun baarın menden ümtötpöñüz, men aytpaym: bunun hepsini benden beklemeyin, ben söylemiyeceğim.
  2914. ümüt . f. umut; ümüt kıl- yahut ümüt et -; I) güvenmek (ablatif ister) caman it cayloodoğu carmadan ümüt kılat ats.: kötü köpek yaylakta pişirilecek olan tiride güvenir; 2) (çocuk emziren kadın hakkında) hediye umut etmek (boşa çıkan umut, inanca göre, göğüs iltahabına sebep olurmuş); ümüt üz-: umudu kesmek.
  2915. ümütkör f. ümitli, ümit eden; ümütkör kıl-: umut vermek umutlandırmak.
  2916. ümütsüz ümitsiz ümidi olmıyan; bedbin.
  2917. ümütsüzdön- umutsuzlanmak, umudu kesmek, bedbin olmak.
  2918. ümütsüzdük umutsuzluk, bedbinlik.
  2919. ümüttün- umutlanmak, umut etmek, kendini umutlarla avutmak.
  2920. ün ses, sada, eda (ton); ünü basıldı: sesi kesildi; ünün bastı; sesini kesti (sustu); ünün bastırdı: sesini kestirdi (susturdu); ün kat- yahut ün koş-: bağırıp çağırmak; ün katpastan: ses çıkarmadan; ünbiğiktigi: sesin yüksekliği yahut tonu (edası); ün-tün cok: çıt yok, tam sükûnet; bulbul üngö saldı: bülbül ötmeye başladı.
  2921. ündö- 1. çağırmak (başlıca alıcı kuşu): : 2. bağırıp çağırmak; seslenmek.
  2922. ündök çağırış (alıcı kuşu); ündökkö kele elek kuş: henüz çağırışa alışmayan, çağırıştan anlamayan (alıcı) kuş.
  2923. ündön- ses hususunda benzemek; bulbulduñ ünü ündönöt folk.: sesi bülbül sesine benziyor.
  2924. ündöö çağırış, hitapname, hitabe: müravaat; ündöö kağazı: beyanname.
  2925. ündöştük 1. sesçe benzerlik; 2. db. seslerinin ahengi (synharmonizme); ündöştük zakonu yahut ündöştük zañı: ahenk kanunu.
  2926. ündüstür = industriya.
  2927. ündüü 1. sesli, sadalı, iyi ses veren; ündü komuz: iyi ses çıkaran kopuz; 2. db. sadalı (ses); arktı ündüü yahut coon ündü: artdamaksıl sadalılar; erin ündüü: dudaksıl sadalıları; kısık ündüü: dar sadalılar; keñ ündü: geniş sadalılar; 3. sesli; ündüü filma: sesli fim.
  2928. üñkügüy kamburu çıkık olan.
  2929. üñküldö- ağzını açmadan boğuk ses çıkarmak.
  2930. üñkür- mağara.
  2931. üñküy- başını iğmek (kederden) kamburunu çıkarmak; üğnküyüp cat-: hiç kalkmadan yatmak.
  2932. üğünküyüü işs. üñküy-’‘den.
  2933. üngşüy- = üngküy-.
  2934. üñü- bir şeyin içine saklanmak, bir şeyi delmek, delik açmak.
  2935. üñül- mut. üñü-’den; üñülüp kara yahut üñülö kara-: var dikkatiyle aşağı bakmak; dikkatle aşağı bakmak (mes. kuyunun içine yahut yüksek bir kayadan); gözünü dikerek bakmak, aşırı dikkatle bakmak; üñülö karay kaldı: dikkatle bakmaya başladı.
  2936. üñüldö- boğuk ve hazin bir ses vermek; Elemandan al ketti, üñüldögön ün kaldı, üksöyüp sakal cün kaldı folk.: Eleman kuvvetten düştü, sesi kısıldı, seyrek sakalı sivrilip kaldı.
  2937. üñülüş- . müş. üñül-’den.
  2938. üñürököy ap açık duran; mağara görünüşünde olan.
  2939. üñüröy- ap-açık durmak, mağara görünüşünde bulunmak; mıltıktın üñüröygön oozu: tüfeğin ap açık duran namlu ağzı.
  2940. ünöm 1. tasarruf; bu kançağa ünöm bolmok ele!: bundan ne tasarruf edersin! (bunda tasarruf edilecek birşey yoktur); may dalağa çeyin ünöm boldu: yağ epey zaman dayandı; 2. es. = ekonomika; çañı ünöm sayasatı: yeni iktisadî politika.
  2941. ünömdö- tasarruf etmek.
  2942. ünömdöö tasarruf; ünömdöö üçün: tasarruf etmek için.
  2943. ünömdük tutumluluk; ünömdük menen: tutumluluk ile.
  2944. ünsüz 1. sessiz, iyi ses çıkarmayan, sadasız; 2.db. sadasız (consonne).
  2945. üp I. ev eşyasının, elbisenin en kıymetli (en iyi) kısmı, mücevherat. II, hava sıkıntısı; en küçük rüzgâr bulunmaksızın şiddetli sıcak; kün üp bolup turat: hava sıkıntılıdır.
  2946. üpçü giyİme düğme yerine dikilen şerit.
  2947. üpçülö- üpçü’leri bağlamak (bk. üpçü).
  2948. üpçün 1. karakuşun ayaklarına giydirilen kılıf-eldiven; 2. (Destanda) savaş giyimlerinin birinin adıdır.
  2949. üpsüy- sivrilip durmak (kıllı veya saçları karmakarışık olan hakkında).
  2950. üpülmalik a. bir bitkinin adıdır.
  2951. üpüp yahut sasık üpüp hütüt (kuş).
  2952. ür I. = ur II.
  2953. ür- II. havlamak; it ürgön cerge coloboyt: "köpek havlayan yere yanaşmiyor" (meskûn yerlerden sakınıyor); ürörgö iti cog ele: "ürecek köpeği bile yok" (yani, hiçbir şeyi yok).
  2954. ürgülö- uyuklamak, pineklemek (yarı uyumuş adam hakkında).
  2955. ürgülöt- uyuklatmak, uyuklamaya mucip olmak; közün ürgülötüp, karye kekeyip turup alat: kâh uyuklamış gözlerini kapatıyor, kâh gene dik duruyor.
  2956. ürgülötüü işs. Ürgülö-’ten.
  2957. ürgüz- havlatmak, havlamaya mucip olmak; itterdi ürgüzüp ayıldan ayılğa çapkılap cüröt: köpekleri havlatarak köyden köye dolaşıyor.
  2958. ürk- ürkmek, korkarak bir yana atılmak; koy ürktü: koyunlar ürktüler; el Kıtaydı karay ürktü: halk korkarak Çine doğru kaçtı; Tekeske ürkkön el; Tekese kaçan halk; el ürkkön cılı = ürkün cılı (bk. ürkün).
  2959. ürkör ülker (yıldız topu).
  2960. ürkün I. 1. telaş panik kargaşalık; intizamsız bir şekilde kütle şeklinde kaçış (gerek konuşma dilinde, gerekse edebiyatta 1916 yılında gaddarca tenkil edilmiş olan Kırgız isyanının sonu ve Kırgızların Çine kaçması "ürkün" tesmiye edilmektedir); ürkün cılı: (1916) panik senesi; 2. kaçanlar (korkarak ve şaşırarak); ürkün Kırgız eli: (1916 yılında) kaçan Kırgız halkı. türkün sözünün tekidir: ürkün- türkün: türlü-türlü.
  2961. ürkünçök ürkek, korkarak kendisini bir yana atan.
  2962. ürküt- ürkütmek, korkutarak bir yana sıçratmak.
  2963. ürkütüü isş. ürküt-’ten.
  2964. ürkü isş. ürk-’ten.
  2965. ürö- iptal etmek (borcu: ancak alacaklı tarafından değil de, aracı tarafından); alasamdı üröp ciberdi: o (yani üçüncü şahıs) beni alacağımı iptal etmeye zorladı; can ürö-: hayatına acımamak; canla-başla verilmek; küç ürö-: kuvvet esirgememek; cumuştu üröp saldık: çok çalıştık; işi bitirdik; san kazına, köp maldı, sarıp kılıp üröñüz folk.: hesapsız hazneyi ve çok hayvanı, esirgemeden, sarfediniz!; üröp-küröp: büyük miktarda.
  2966. ürön tohum, hububat, tohumluk; ürön- pürön: hernevi hububat: her hangi bir tohum.
  2967. üröndük tohumluk; üröndükkö: tohumluk olarak, damızlık olarak, üretim için.
  2968. üröt- et. ürö-’den.
  2969. üröy ruh; üröyü uçtu: ödü patladı (korktu); üröyün uçurdu yahut üröyün aldı: onu pek fazla korkuttu; atkılap, eldin üröyün aldı: ateş ederek halkın ödünü kopardı (aşırı derecede korkuttu): üröyü suuk: cehresi menfûr nâhoş.
  2970. ürp 1. tulumun cidarında kalan kımız posası (ki kımız mayası olarak kullanılır); ekşiyip bozulan kımızın koyu maddesi; 2. ihlil erkeklik aygıtının deliği).
  2971. ürpök ürpermiş; ürpök çaç: kabarık saç, kabarık saçlı; ürpök baş = ürpökbaş.
  2972. ürpökbaş dağ keçisi yavrusunun dişisi.
  2973. ürpöñdö- horozlanmış, hiddetlenmiş görünüşte bulunmak.
  2974. ürpöy- = ürpüy-.
  2975. ürpöyt- = ürpüyt-.
  2976. ürpüy- horazlanmak, hırslanmak, kızmak.
  2977. ürpüyt- ürpüy-’den; cün ürpüyt-: tüy ürpertmek, kılları diken diken olmak.
  2978. ürpüytüü işs. ürpüyt-’ten.
  2979. ürpüyüü işs. ürpüy-’den.
  2980. ürtük çul, örtü.
  2981. ürtüktö- çulla veya örtü ile örtmek.
  2982. ürül bürül sözünün tekidir.
  2983. ürüldö- gümbürdemek, hırlamak, horuldamak.
  2984. ürüñ : ürüñ-barañ: şafak, fecir; ürüñ- barañda yahut ürüñ-barañınan: şafak sökerken; ürüñ-barañdan turuşup: şafak sökerken (hep beraber) kalkarak.
  2985. ürüp I = ürp. II, a. ürüp-adat: örf ve adet.
  2986. ürüş havlama.
  2987. üs = üst.
  2988. üsön a. asan-üsön = kök cele (bk. kök II.2).
  2989. üst (daha çok bitişik zamir ile kullanılır); üst; üstödüñ üstündö: masa üstünde; üstöldüñ üstünö koy (masanın üstüne koy! üstüñön arız berem: ben senden sikâyet edeceğim; anın üstünö: onun üzerine, ona ilâveten ondan başka; üst astına tüşüp calınat: aşırı derecede ve yaltaklanarak yalvarıyor; astın üstünö katın al-: bir karısı varken daha bir karı almak; künü üstünö ber- tar-: bir kızı karısı olan adamla evlendirmek; üst-üstüne: tekrar tekrar; papirostu üst-üstüne tarttı: sigara üstüne sigara içti; kündür tündür iştöönüñ üstündö: geceli-gündüzlü çalışıyor; tamaktın üstünön çıktım: tam yemeğe rastgeldim; cumuştun üstünön çıktım: tam iş zamanına rastladım; dal üstünön çığıpsın: tam gerekli nokaya parmak basmışım; okuyanın üstünö basıp keldi: vakanın cereyan ettiği yere yanaştı; üstü baş: üst-baş; üstü başı durus: üst başı düzgün; kardıbız tok, üstübüz bütün: karnımız tok, üst başımız tam; üstübüz dögü cıl: içinde buluduumuz sene; üstübüzdögü door: bizim devir: (bitişik zamirsiz kullanıldığında kelimenin sonrasındaki t düşer); üsköbü, askabı?: yukarıya mı, aşağıya mı?.
  2990. üstö- katmak , ilave etmek (hububatı mayii ve s. yi döküp tamamlamak).
  2991. üstök ilâve, üstelik; kança üstök berdiñ!: ne kadar üstelik verdin verdir:; üstök bayda: aşırı kazanç, fazla kâr.
  2992. üstökö üstökö-bostok(yahut bostoktop) ele içe berdi: boyuna içti, durmadan içti; kat üstökö-bostok kele baştadı: mektuplar biri ardınca biri gelmeye başladı.
  2993. üstöl r. masa.
  2994. üstöm üstün, hâkim olan; üstöm tap: hâkim sınıf; üstöm kel-: üstün gelmek, kuvvetce üstün olmak, muzaffer olmak.
  2995. üstömdük üstünlük, hâkimiyet.
  2996. üstömö ilâve, zam, katım; üst kat.
  2997. üstömön yüz üstü, yüzü koyun; üstümönünön cakızdım: yüzü koyun yatırdım.
  2998. üstümöndö- yüzüstü yatmak.
  2999. üstübaş = üst baş (bk.üst).
  3000. üstük- = üzdük-.
  3001. üstüñkü yukarıdaki, üstteki.
  3002. üstürt = üstürtön.
  3003. üstürtön üst taraftan, üstünkörü, ciddî olmayarak.
  3004. üsür = üzür-
  3005. üş f. his, şuur; üşü cok: bayılmış, kendinden geçmiş; üşün ketir-: korkutarak bayıltmak; üşünö keltir-: ayıltmak.
  3006. üşkü delik açmaya mahsus burgu; matkap; uuk’larda (bk. uuk I) delik açmaya mahsus biz.
  3007. üşkür- fışnamak, ıslık çalar gibi ses çıkarmak; derinden ve hışıltı ile nefes vermek, iççekmek.
  3008. üşkürt- et. üşkür-’den.
  3009. üşkürük fışnama, ısılığa benziyen ses, iç çekiş.
  3010. üşkürüktüü 1. iççeken; 2. mec. kederli, kederlenen.
  3011. üşkürün- iççekmek.
  3012. üşö- : cer üşö-: vatanı özlemekten erimek; cer üşödüm: gurbet beni bitirdi.
  3013. üşönçük üşönçük baştık; alât edavatın muhafazasına mahsus ufak torba, kese.
  3014. üşş derin ve ağır iç çekmek sesini taklittir (ş sesi şiddetli dudaklaştırmayla telafuz olunur).
  3015. üşü- I, burgulamak. II, üşümek, donmak.
  3016. üşük soğuk, ayaz; üşükö aldır-: üşümek; üşük aldı (yahut urdu yahut çaldı): soğuk vurdu, kırağı çaldı; butundu üşük çalıp ketti yahut butundu üşükö aldırdım: bacağımı dondurdum; üşükkö aldırgan but: donmuş (soğuktan sakatlanmış) bacak.
  3017. üşünt- (uşunu + et) öyle yapmak, öyle hareket etmek; üşüntüp: öylece; o tarzda üşüntö bersek: böyle yapmaya devam edersek.
  3018. üşüntül- mut. üşünt-’ten.
  3019. üşüt- I.burgulatmak. II. üşütmek, dondurmak.
  3020. üt dar delik; kulaktın ütü: kulak deliği.
  3021. üttüü dar deliği olan; üttüü monçok: delikli boncuk; üttüü monçok cerde catpayt ats.: delikli boncuk yerde sürünmez.
  3022. ütük r. *) ütü.
  3023. ütürdüü örteli; ütürdüü çekit: noktalı virgule;
  3024. ütürököy çirkin, gösterişsiz.
  3025. ütüröñ : ütüröñ et = ütüröñdö-.
  3026. ütüröñdö- hırslanmak, dövüşe kalkışmak, kızgınlıkla üzerine atılmak.
  3027. ütüröy- 1. somurtmak; 2. miskin, nâhoş kıyafette bulunmak; ütüröygön üy: perişan oba.
  3028. üv = üf.
  3029. üy I, oba, keçi ev, ev; mesken; boz üy: oba; kara üy: fakir obası; ak üy: 1) beyaz oba : 2) zengin, muhteşem oba; üy tik-: oba kurmak; üy kötör-: muayyen bir maksatla oba kurmak (mes., şayanı hurmet misafirlerin gelmesi dolayısiyle); çalğız üy: 1) köyden ayrı bir kenarda duran oba: 2) köyden ayrı oturup bir adam; kızıl üy: kırmızı oba; çoñ üy: 1) büyük oba: 2) miras kalmış oba, baba obası; en küçük oğlun kaldığı oba; cer üy: toprak ev (kulübe); tam üy: bakçık ev, daimî ev (keçi evden farkı olarak); baldar üyü: çocuk evi, kireş; üygö kayt-: eve dönmek; üydögü: 1) evde bulunan şey; 2)mec. koca; üygö çık-: kocaya varmak; üy içi yahut üy-bülö: aile; üy- bülöçülük: ailecilik; üycay: ev-bark; üy cay şeriktiği: mesken ortaklığı; üy-cay soyuzu: mesken birliği. II,küme halinde yığmak; caman buka öz başına çöp üyöt ats.: kötü boğa kendi başına ot yığar.
  3030. üylö- I, üflemek, nefes vermek; kol üylö-: eline üflemek; ot üylö-: ateşi üflemek. II, üy üylö-: evde yaşamak.
  3031. üylön- evlenmek (aile sahibi olmak).
  3032. üylönt- evlendirmek. et. üylö- I’den; köörük üylöt-: körükle demirci ocağını körüklemek.
  3033. üylüü 1. obası, evi olan; 2. evli, aile sahibi; üylüü-cayluu kişi: aile ocağına malik olan kimse.
  3034. üymök yığın, küme, ot yığını.
  3035. üymökçö küçük ot yığını, küçük tınaz.
  3036. üymöktö- 1. küme haline koymak; 2. kuru ot yığını yapmak.
  3037. üymölöktö- yığın şeklinde toplanmak.
  3038. üymölöktöş- müş. üymölöktö-’den.
  3039. üymölön- yığılmak, kümelenmek.
  3040. üyölö- kümelenmek, yığılışmak, kalabalık halinde toplanmak, yığın şekline girmek.
  3041. üyör 1.dağdan sel gibi akan çay; 2. ilkbahar buz parçaları akıntısı.
  3042. üyörlön- şarıldamak, kaynamak (coşkun sel hakk.).
  3043. üyöz tar . r. 1.kaza, sancak; 2. kaymakam, kazanın yüksek mülkiye memuru; 3. kaza müdürlşüğü (kaymakamlık dairesi).
  3044. üyözdük tar. kazaya müteallik; üyözdük kümitet: kazanın işleriyle mesgul komite.
  3045. üyrön- öğrenmek, talim görmek (Acc.ile); men traktor aydoonu üyrröndüm: ben traktör sürmesini öğrendim; kılğanıñ kişi üçün bolso, üyröngönüñ özüñ üçün ats.: yaptığın (iş) başkası için ise, öğrendiğin içindir..
  3046. üyrönçük talebe, öğrenici, müptedi (mes. bir muharrir)
  3047. üyrönüş- müş. üyrön-’den.
  3048. üyrönüü işs. üyrön-’den.
  3049. üyröt- öğretmek [birisine (Dat.) bir şeyi (Acc.) ]; mağa traktor aydoonu üyröt!: bana traktör sürmesini öğret!; uuluna temirçilikti üyröttü; oğluna demircilik zannatını ömğretti.
  3050. üyröttü öğretme, talim.
  3051. üyrül- evrilmek, dönmek, deveran etmek; üyrülöyün = aylanayın (bk. aylan-) ; üyrülüp üstünö tüşö kaldı: sevinç yahut acıma coşkunluğuyle onun yanına sıçradı.
  3052. üyül- yığın halinde ığılmak yahut toplanmak, kümelenmek.
  3053. üyülüü işs. üyül-’den.
  3054. üyür I, at sürüsü (birkaç kısrak ve bir tek aygırdan ibaret olan), üğür üyür bol-: dostlaşmak; üyür al-: alışmak, muhite ısınmak; baldarğa az kündö üyür alıp kettim: çocuklara pek çabuk alıştım, ısındım; koşkoño üyür emes, süygöngö üyür ats-: zorla güzellik olmaz (harfiyen.: verilen adama değil, sevilen adama ısınılır); üyürüñ menen üç toğuz!: üç dokuzluk olun! (yırtıcı hayvan inine yaklaşırken avcı böyle söyler).
  3055. üyür- II, evirmek, döndürmek (başlıca hububat elerken eleği); kamçı üyür-: kamçı sallamak; töbösönö kamçı üyürdüm: üzerine kamçı salladım; mağa kamçı üyürdü: benim üzerime kamçı salladı.
  3056. üyürdüü : üyürdüü ayğır; kendine has üğürü (kısrak sürüsü) olan aygır.
  3057. üyürsök 1. kendi sürüsünden ayrılmıyan (at hakkında); 2. mec. başkalarına çabuk ısınan, munis.
  3058. üyürüü işs. üyür- II’den.
  3059. üyüz = öyüz.
  3060. üz- koparmak, kesmek; plan üz-: plânı akamete uğratmak; mından arı üzböy cazip turam: bundan böyle kesmeden (mutazam surette uzun ara vermeksizin) yazacağım.
  3061. üzdük- şiddetli açlık hissetmek, açlıktan ölüm halinde bulunmak.
  3062. üzdüksüz fasılasız, arasız.
  3063. üzdüktüü fasılalı.
  3064. üzgültük kopan; fasıla; düşüklük; üzgültük kılbay berip tur!: muntazam surette fasılasız ver!; üzgünlükkö uçuradı: düşüklüğe uğradı (plânı yerine getiremedi).
  3065. üzgültüksüz fasılasız, kesilmeksizin.
  3066. üzmö bir çeşit yemek.
  3067. üzöñgü I, üzengi; üzöğü boo: üzengi kayışı; üzöñü booğo sal-: üzengi kayışına takmak; üzöñü coldoş: süvarilik arkadaşı; yaşdaş; silâh arkadaşı: üzöñü kagışıp kir: (koşularda) atbaşı beraber gelmek. II, bk. baba.
  3068. üzöñgülöş = üzöñgü coldos (bk. üzöñgü I).
  3069. üzük I, tuurduk (bk.)’ın birparça yukarısının, veya onunla tündük (bk.) arasından geçen keçeler (dir ki onlar iki tanedir: aldıñkı yahut astıñkı: öndeki ve köktü yahut törkü: arkadaki). II, kopmuş, koparılmış.
  3070. üzül- I: üzül-kesil yahut üzül-kesel; yahut üzüldü-kesildi: katiyetle; kesin olarak. II, 1. kopmak, kesilmek, inkıtaa uğramak; sabahına üzülböy barat: dersine kaçırmadan devam ediyor; 2. ölmek, vefat etmek.
  3071. üzüldü üzüldü-kesildi = üzül-kesil (bk. üzül I).
  3072. üzüllüksüz fasılasız; üzülüksüz iş cuması: fasıalısız iş haftası.
  3073. üzüm parça ; bir üzüm et : bir parça et.
  3074. üzümdü kırıntı, parça, fıkra.
  3075. üzür I, a. zevk ; uunun üzürün kördük : avın zevkini hayrını gördük. II, a. üzür-mazır kebiñ bolso, ayt : eğer şikâyetlerin varsa, söyle !
  3076. üzüş- hep beraber kopramak, koparışmak.
  3077. üzüü koparma, kesme.
  3078. vacip a. terki caiz veya mümkün olmayan.
  3079. vagon r. vagon.
  3080. vagonetka vagonet.
  3081. valyuta r. döviz.
  3082. variant r. başka şekil, şık.
  3083. vassal r. tâbi, vasal.
  3084. vassaldık tâbilik.
  3085. vay ! vah, vay!
  3086. vazelin r. vazelin.
  3087. vedomost r. (bu rusça sözün birçok manaları vardır, ki liste, sicil bordro, cetvel, gazete bunlar cümlesindedir; M.); Sovettik Sotsialistik Respuplikalar Soyuzunun Coğorku Sovetinin Vedemosttoru: Sovyetler Birliği Yüce Şûrasının gazetesi yahut zabıtları.
  3088. veksel r. bono.
  3089. ventilyator r. hava menfezi, ventilâtör.
  3090. viveska r. tabelâ, lâvha.
  3091. vika r. bir nevi burçak, Vicia.
  3092. vino r. şarap.
  3093. vitamin r. vitamin.
  3094. visit r. vizita, ziyaret.
  3095. vojatıy r. kılavuz.
  3096. vokzal r. gar.
  3097. voloztnoy r. : voloztnoy pravleniya tar: nahiye müdürlüğü.
  3098. vtulke r. dingil kovanı, mil kovanı, yatak, bilezik.
  3099. vznos r. yatırılan para, aidiye.
  3100. vzvod r. as. takım.
  3101. ya f. ya!; ya, allah! ya, Allah.
  3102. yaçeyka sis. höcre.
  3103. yağni a. yani.
  3104. yakor r. çapa, demir (gemicilikte).
  3105. yanvar r. ocak (ayı).
  3106. yubiley r. yıldönümü, jubile.
  3107. yurist r. hukukçu.
  3108. yustitsiya r. adliye.
  3109. zaada I, f. yahut cürök zaada: ürkmüş, korkak, ürkek; cürök zaada bolbo!: korkma! II, f. bek-zaada: beyzade; badışa zaada: şehzade; aram zaada = aramzaa.
  3110. zaar I, f. zehir; tekenin (yahut koçkordun) zaarı: iğdiş edilmemiş olan tekeden (koçtan) çıkan pis koku. II, orto zaar: ortaca. şöyle böyle, orta derecede. III, a. yahut tañ zaar (daha doğrusu saar) şafak, seher; tañ zaarınan turup: seher vaktında kalkarak.
  3111. zaara I, f.: zaarası ceddi yahut zaarası uçtu: ödü koptu (aşırı derecede korktu). II, = sara kalkarak
  3112. zaarduu 1. zehirlenmiş,zehirli;2. fenalık taşıyan kimse,en fena adam; eldin zaarduu duşmanı: en fena halk düşmanı.
  3113. zaarkan- nefret hissetmek.
  3114. zabar f. üstün, fetha (Arap alfabesinde a nın yerinin tutardı).
  3115. zabastovka r. grev.
  3116. zabın = zobun.
  3117. zabır = cabır II, güçlük, ıztırap.
  3118. zabırka- ıztırap çekmek.
  3119. zabırkat- zahmet vermek, azap vermek.
  3120. zaboy r. tek. maden kuyusundaki işçinin açtığı oyuk.
  3121. zaboyçu tek. maden kuyusunda oyuk açan işçi.
  3122. zabur a. Zebûr Mezâmeri Davûd,
  3123. zaçot r. ped. sömestr imtihanı.
  3124. zadaniye r. verilen vazife.
  3125. zadetke r. pey, kaparo.
  3126. zadi f. yahut zadinde. 1. büsbütün. aslâ; 2. bir zaman .
  3127. zağara f. 1. buğday ile mısır yahut darı unlarının halitası; 2. bu gibi undan pişirilen ekmek.
  3128. zağır a. (daha doğrusu sağır), yaşı daha çok küçük olan öksüz.
  3129. zagovorşik r. Komplocu, suykastçı.
  3130. zags r. (bu, Rusça daha doğruca Sovyetlerce"zapis grajdansekago sostonayina tabirinin kısaltılmış şeklidir, ki bu uzun tabirde medenî durumu tescil dairesi demektir; M.).
  3131. zakaz r. sipariş, ısmarlama.
  3132. zakelet r. reyin, pey.
  3133. zakım I. serâp, hafifçe hava hareketi, hafif yel, esin; zakım bolup ketti: bir lahzada gözden kayboldu gitti. II. a. cerahetli yara, karha; çıban.
  3134. zakımda- 1. ışığı aksettirmek; zakımdap ırda-: ıssız, tenha bir yerde şarkı söylemek, başkalarına yalnız uzaktan bir ses duyulacak tarzda ırlamak; 2. hızlı koşmak; zakımdan ketti: koştu;"çu!"degende, Çalkuyruk, caaday uçup; zakımdap:"çü!" sesini duyar duymaz, Çalkuyruk (at) ok gibi uçarak koştu gitti.
  3135. zakımdan- serapla örtülmek; ılgımsalgımla kaplanmak.
  3136. zakımdat- et. zakımda’dan.
  3137. zakon r.kanun; zakon çenemi; kanuna uygunluk, kanun ölçüsü içinde olmaklık; zakoño kanuna muhalif; daha. bk. zakün.
  3138. zakonduk kanunî; zakonduk iş; kanunî iş.
  3139. zakonsuz gayri kanunî, kanuna uygun olmayan, kanunsuz.
  3140. zakonsuzduk kanunsuzluk; kanuna muhalefet.
  3141. zakün kon. = zakon; zaküngö tuura emes: kanuna uygun değil; zaküngö sıybayt yahut zakün kötöyböyt: kanuna sığmıyor; kanun kaldırmıyor (kanunsuzca).
  3142. zaküncü kon. kanuncu, avukat; hukuk müşaviri.
  3143. zakünsüz kon. = zakonsuz.
  3144. zakünsüzdük kon. = zakonsuzluk.
  3145. zaküskö r. meze.
  3146. zaküskölöt- meze bulundurmak; kiçine zaküskölötüp içpeylibi-: bir parça meze ile içmeyelim mi?
  3147. zal I, (karş.sal I) kaya tuzu. II, r. salon.
  3148. zalaka = salaka; zalakası tiydi: zararı dokundu, fena tesir yaptı.
  3149. zalal a. zarar, biyan; zalal tap-: zarara uğramak.
  3150. zalalduu zararlı.
  3151. zadlar (karş. saldar), zararlı, mühlik tesir; alardın zadları tiydi: onarın zararları dokundu; osonun zadlarınan: onun fena tesiri yüzünden; eski adattın zaldarınan: eski adetlerin mühlik tesiri yüzünden.
  3152. zalım a. zalim, gaddâr, tyran (zalim hükümdar) cebreden.
  3153. zalımdık zulüm, gaddarlık, cebir-cefa.
  3154. zalim = zalım.
  3155. zalkar = sartaman.
  3156. zalök r. rehin, rehine.
  3157. zaman a. zaman, vakit, devir; bayırkı zamanda: çok eski zamanlarda; zar zaman I) halkın ağlama zamanı (XVII- nci asrın ilk yarısında Kırgız halkının hayatındaki çok ağır devir böyle tavsif edilmektedir); 2) ağır zamanlar, ızdırap zamanı; azuuluğa bar zaman, beyçarağa zar zaman ats.: azılı için refah zamanı, biçare için ise, ızdırap zamanı; akır zaman mit.: dünyanın sonu, âhır zaman.
  3158. zamana a-f. 1.zamanlar, devir; 2. zor zamanlar; müşkül durum; başına zamana tüştü: ona ağır zamanlar geldi.
  3159. zamandaş muasır,çağdaş.
  3160. zamat a. vakit, ân; zamatta: dakkasında, bir lahzada, çabucak; zamatta közden kayıp boldu: bir lahzada gözden kayboldu; oşol zamat: o dakkada o anda.
  3161. zambirek f. top (silâh); tün katardın zambiregi mec.: tehdit, gözdağı.
  3162. zambirekçi topçu.
  3163. zampa (Cenûbî Kırgızıstnada) = campa.
  3164. zamparbay . zibidi, beceriksiz.
  3165. zamzam a.dn. yahut zamzam suusu: 1. zemzem suyu; 2. mec. hayat veren su, rakı.
  3166. zañ I. örf ve adet; es.kanun; zañ- zakündö cok: hiçbir kanunda yok, hiç bir kanunda yazılmamış; kılmış zañı. ceza kanunu. II. f. gait.
  3167. zañda aptes bozma (pislemek); çımın zañdap ketti: sinek pisledi.
  3168. zañğar I, kocaman şey, dev. II, = zañkar.
  3169. zañğel . kaya; biyik zañgeldi minip tuğan kara bulut: yüksek kaya üzerine çöken kara bulut.
  3170. zañğıra- tiz ses çıkarmak (erkekler hakkında); zañğırap ırda: yüksek ve ince sesle şarkı söylemek; zañğırağan çoñı üy: büyük muhteşem ev kocaman ev.
  3171. zañğırat- et. zañğıra-’dan; zañğıratıp cüktö-: dağ kadar. gayet çok yüklemek.
  3172. zañgi (Çin Kırgızlarından) halk hâkimi.
  3173. zañılda- çınlayan ve tiz ses çıkarma; zañıldağın ır: yiğitçe söylenen şarkı.
  3174. zañk : zañk et-: tınlamak, çınlamak.
  3175. zañkar . f. alçak, namussuz.
  3176. zañkay- zankğygan göklere doğru yükselmek, gayet yüksek olmak; zankaygan aküy; muhteşem. Kocaman beyaz ova
  3177. zañkıy- zañkıygan ak tamdar: muhteşem. Büyük beyaz evler; zañkıyğan çoñ eleçek kocaman eleçek (bk) zañkıyğan cigit: kocaman delikanlı
  3178. zañkıyt- et. Zañkıy-‘dan; seldein zañkıytıp orodo: (başına) kocaman sarığını sardı.
  3179. zapas r. ihtiyat.
  3180. zapasta- ihtiyat olarak saklamak; 2. (silâh hakkında) kurmak: mauzurun suurun alıp, zapastap, kayra saldı: mavzerini çekip çıkararak, kurdu ve yeninden yerine koydu.
  3181. zapkı tezlil, hakaret, tazyik; zapkıce- yahut zapkı tart-: tezlil ve hakarete duçar olmak; zapkı körsöt: tahkir etmek, küçümsemek, tazyik eylemek.
  3182. zapkoz kon. = zavhoz.
  3183. zar I = zerI. II, f. hıçkırık. acı acı ağlama şiddetli ihtiyaç; tıyıña zarmın: meteliğe kuşun atıyorum; anı körüügö zarmın: onu görmeye müştehakım: zar zaman bk. zaman.
  3184. zarda = zarde.
  3185. zardal f. (folklörda) âmir, başbuğ.
  3186. zardaldık (folklörda) âmirlik, başbuğluk.
  3187. zardan- = zarlan.
  3188. zardant- = zarlant-.
  3189. zardap f. öd, safra; içime zardap kuraldı: sıkıntı içindeyim pek fazla canım sıkılıyor; tayaktın zardabı: dayak acısı; ormondun zardabı: zorlama, zulüm. tehtid .
  3190. zardat- = zarlat-.
  3191. zarde f. 1. gayret, kudret; zardesi çok: gevşek; sölpük; 2. ağrı, yakıcı ağrı.
  3192. zardelüü gayretli, çevik, cesûr.
  3193. zardep f. mazlûm. korkutulmuş.
  3194. zardoo = zarloo.
  3195. zarduu acı acı sağlayan kederli; zarduu obon: hazîn melodi.
  3196. zarğın bir zaralı otun adıdır.
  3197. zarık I: közünön caş ağat zarık-zarık: gözünden acı acı göz yaşları akıyor. II: üzülmek, canı sıkılmak, azap çekmek.
  3198. zarıktır- . üzmek, azap vermek.
  3199. zarıl I. a. 1. gerekli, zarurî; zarıldın zarılı: en zarurî olan; en gerekli; 2. muhtaç; akçağa zarılmın: paraya pek muhtacım.
  3200. zarıl- II, ihtiyaca. katlanmak, sızlanmak, müşteki olmak, azap çekmek; zarıla kütüü: üzücü intizar, kaynata mağa zarılba, kalalbaymın bu cerde folk.: kayınpeder, bana drılma, ben burada kalamıyorum.
  3201. zarılda- hızlı koşmak.
  3202. zarıldat- et. zarılda’dan; zarıldatıp taşıyt: öyle hızlı taşıyor. ki buram buram toz yükseliyor.
  3203. zarıldık ihtiyaç, zaruret.
  3204. zarınçılık es. romatizma.
  3205. zarla = zarlan-.
  3206. zarlan- acı acı ağlamak, sızlanmak, tasalanmak.
  3207. zarlant- et. zarlan’dan.
  3208. zarlat- acı acı ağlatmak, aşırı derecede incitmek; umutsuzluğa götürmek.
  3209. zarlatuu işs.zarlat’tan.
  3210. zarlı = zarduu.
  3211. zarloo işs. zarla-’dan.
  3212. zarna = sarna.
  3213. zarp I, a. vuruş, darp, kaderin darbesi, mihnetler. II, = sarıp; zarp kıl-: sarfetmek, harcamak.
  3214. zarurat a. srk. 1. ihtiyaç, zaruret; 2. muhtaç; akçağa zaruret bolup turam: paraya mutacım.
  3215. zarzaman f. = zar zaman (bk. zaman).
  3216. zasedaniye r. celse; zasedaniye zalı: toplantı salonu.
  3217. zasedatel r. (mahkemede) jüri azasından olan kimse.
  3218. zat a. madde, cins, cevher; çartıldak zattar: patlayıcı maddeler; zat atooç gram: isim.
  3219. zattaş cinsteş, aynı cinsten.
  3220. zaya a. boşuna beyhude; zaya ket-: zayi olmak (mahvolup gitmek).
  3221. zayapker f. koşu atlarına idman yaptırma uzmanı, jokey; külük taptap çapkan zayapker: koşu atı üzerine anterneman yapmak üzere koşan jokey.
  3222. zayavka r. ihtira ilân ve iddiası.
  3223. zayımpomoş r. kon. karşılıklı yardım.
  3224. zayıp a. zevce, karı.
  3225. zayır a. zâhir, şüphesiz; zayır akım: benim şüphesiz, muhakkak olan hakkım.
  3226. zayimke r. küçük çiftlik.
  3227. zayom = r. istikraz; zayom kagazı: istikraz tahvili; utuş zayomu: ikramiyeli istikraz.
  3228. zeen a. kabiliyet, anlayış, kavrayış, zihin; ağa zeen kirdi: o, idrak etmeye başladı; zeenim keyidi; yüreğime kan savruldu, gayet acıdım, (birisi için) canım acıyor.
  3229. zeendüü anlayışlı, kabiliyetli.
  3230. zeer I = zer I. II = seer.
  3231. zeket a. 1. tar. sermayeden yahut mülkten fakirler faydasına Şariat mucibince, verilen kırkta bir nisbetinde sadaka; zekât; 2. vergi; tündük zeket: her obadan bir baş olmak üzere (yani %2 nisbetinde) alınan vergi; 3. seket 2.
  3232. zeki- korkutmak, gözdağı vermek.
  3233. zen zeen.
  3234. zeñ eñ II sözünün tekidir.
  3235. zeñgir añgir sözünün tekidir.
  3236. zeñgire- bir parça şuuru bozulmuş, şaşırmış bir durumda bulunmak: mas bolğondoy
  3237. zeñgirep folk.: sarhoş gibi şuuru bozularak; başım zeñgirep, oorup turat: ağrıdan başım çatlıyor.
  3238. zengi bk. baba; zengiler mec.: iri sığır hayvanları.
  3239. zer I, f. (folklorda) altın. II, 1. amûdu fıkarî; 2. atın sğrısı; örköçü biyik, zeri bas folk.: cıdağısı yüksek, sağrısı alçak (at). III, zer uçur-: fışkırtmak (kuvvet. gayret hakkında); zer uçurup caşçılık sergek bolğun şalkaybay folk.: gençlik sıhhat fışkırıyor, canlı ol maneviyatı kaybetme! IV = sıykır.
  3240. zerçi 1. sıykırçı; 2. hokkabaz.
  3241. zerdüü (folklorda) altına batırılmış, altınla süslenmiş olan.
  3242. zerger f. kuyumcu; er kadırın er bilet, zer kadırın zerger bilet ast.: erin kadrini er bilir; altının ise kuyumu bilir.
  3243. zergerçi = zerger; kümüş çapkan zergerçi folk.: gümüş kakmalar yapan kuyumcu.
  3244. zeyin = zeen.
  3245. zeyrek Iseyrek; zeyrek uçurayt: nâdir rastgeliyor. II, f. zeki, anlayışlı; kavrayışlı, basiretli.
  3246. zeyrektik zekâ, kabiliyet; anlayışlılık; basiret.
  3247. zığır keten, zığır çıçır kon.: aşiri derecede korkumak.
  3248. zık : zıkım çıktı: şaşırdim.
  3249. zıkılda- = zıpılda-.
  3250. zıkıldat- = zıpıldat-.
  3251. zıkım = sıkım.
  3252. zım = sım.
  3253. zıman f.: zıman kıl-: sındırmak; bozguna uğratmak; bet alışkan duşmandı zıman kılğan er Koşoy folk.: Koşoy bahadır kendisiyle kapşan düşmanları sındırdı.
  3254. zımçı = sımçı.
  3255. zımıldat- parlatmak; ayaktı zımıldatıp caladı: kabı tertemiz yaladı.
  3256. zımıra- uçarcasına koşmak; zımırap- zuulap ötüp ketip barat: alabildiğine koşarak geçip gidiyor.
  3257. zımırat I, zümrüt; zımırat közdüü bir şakek folk.: zümrüt kaşlı bir yüzük.
  3258. zımırat- II, et. zımıra-’dan.
  3259. zımırık = zumuruk.
  3260. zımırıl- kaçmaya başlamak, alabildiğine koşmak.
  3261. zımırılış- müş. zımıril-’dan.
  3262. zımkıya zımkıya çoğoldu; nam nişan bırakmadan kayboldu.
  3263. zınaa a. zina.
  3264. zıncır = çıncır.
  3265. zından f. hapishane, zindan.
  3266. zıñ : zıñ et-: çınlamak; zıñ-zıñ etip kenebeyt yahut zıñ-zıñ etip da koyboyt: hiç aldırmıyor, zerre kadar aldırış etmiyor.
  3267. zıñğıra- 1. kurularak ve yeknesak bir tarzda yarım sesle bir hava tutturmak; 2. çınlamak, tınlamak; zıñğıra ıyla-: hıçkırarak, avaz avaz ağlamak (sağu sağan kadın hakkında);
  3268. zıñgırağan mırza (insan hakkında) kurumlu, gösterişli, cakalı.
  3269. zıñğırat- : et. zıñğıra-’dan.
  3270. zıñkığıy yiğit cesûr, yaman.
  3271. zıñkılda- yaygara etmek, çığlıkla ağlamak.
  3272. zıñkıldat- et. zıñkılda-’dan.
  3273. zıñkıy- sertleşmek, gayet sert ve pek olmak (yüksek ve dik nesne hakkında).
  3274. zıñkıyt- et. zıñkıy-’dan; zıñkıytıp tañ-: sım sıkı bağlamak.
  3275. zıp : zıp zıp kanat sallama sesini taklittir.
  3276. zıpılda- hareketin çabukluğunu ifade eden bir taklitlik fiilidir; hızlı koşturmak; şamal
  3277. zıpıldayt ; ruzgâr suratla ıslık sesleri çıkararak esiyor; zıpıldap barıp kel: çabucak gidip gel!.
  3278. zıpıldat- et. zıpılda-‘dan.
  3279. zır : cüröğüm zır dey (yahut ete-) tüştü: ödüm koptu, korktum.
  3280. zırılda- = zırkıra-.
  3281. zırıldat- = zırkırat-: iyikti zırıldattı; iği hızlıca döndürdü.
  3282. zırkaar şiddetli kuru soğuk, ayaz.
  3283. zırkıra- 1. hızlı koşmak; maşina zırkırap cönödü: otomobil hızlı yürüyüp gitti; 2. zonklamak, pek şiddetli ağırmak; başım zırkırap ooruyt: başım şiddetle ağrıyor; emcegi zırkırayt: memesi acıyor (sütle dolduğundan).
  3284. zırkırat- et. zırkıra-’dan.
  3285. zırpılda- : cürök zıpıldayt-: kalp çarpıyor, kalp yerinden oynuyar.
  3286. zıya = sıya.
  3287. zıyaarat = zıyarat.
  3288. zıyan f. zarar, ziyan; zıyan kıl-: zarar vermek, ziyan vermek; zıyan tart-: zarar görmek, hasara uğramak; on som zıyan tarttı: on ruble zarar gördü; bir bronevik zıyan tarttı: bir zırhlı otomobil hasara uğradı.
  3289. zıyandaş mit. gûya gizlice insanın arkasından gezen ve ona hastalıklar ve felâketler gönderen bir şerir ruh.
  3290. zıyandu zararlı; zararı getiren.
  3291. zıyanduuluk ; zararlılık.
  3292. zıyankeç f. muzır; zarar, veren fesatçı.
  3293. zıyankeçtik fesat, sabotaj.
  3294. zıyankor f. = zıyankeç.
  3295. zıyankorluk = zıyankeçtik.
  3296. zıyapat a. ziyafet.
  3297. zıyarat a. evliya kabrini ziyaret etme, (mukaddes yerleri) ziyaret (fakat Mekke için kullanılmaz).
  3298. zıyaratçı (Mekkeden başka mukaddes yerleri) ziyaret eden.
  3299. zıykır = sıykır; zıykır okup, köz baylap folk.: büyü yapıp, göz boyayıp.
  3300. zıynat a. 1. süs. ziynet; bezek; 2. lezzet, zevk.
  3301. zıynatta- süslemek; anı zıynattap atıp kömdü: onu tantanalı bir surette saygı ile gömdüler.
  3302. zikir a. 1. zikir; zikir sal-: Allahın isimlerini söylemek, vird çekmek; 2. mec. güvercin ve kumrunun ötmesi, dem çekmesi.
  3303. zil I, pislik, kusuntu, irin; sarı zil: öt; sarı zil kustum: safra kustum; beli ketip şilisin zill ağlan sarala: sırtı ezik, boyunu irinli kula (at). II, a. esas, menşe; zili barıp çıkpay kalbayt: nasılsa da bulunur, kabil değil bulunmasın; bu zili saa kişi bolboyt: sen onunla geçinemezsin, sana hayır gelmez; zili-tübü emine bulur eken: bütün bu işler ne ile biter, acaba (korkarım, ki bunun sonu fena olmasın).
  3304. zilde- kuvvetlenmek (hastalık hakkında), daha ziyade azmak; zildep ketken ooru: müzmin bir şekil alan hastalık; içi zildep ketti: içinden kan geliyor.
  3305. zilden- = zilde-.
  3306. zildet- et. zilde-’den; atıñdın coorun içine tüşürüp, zildetip ciberip cürösüñ: atını sen o hale getirdin, ki onun yağrısı derinleşti ve irin toplandı; ser tübünö zildetken: toprağa derin sapladı; köñülün zildetken: onu aşırı derecede incitti (gönlünü kırdı).
  3307. zildüü şüpheli, şüpheye mucip olan; sözünün tübü zildüü: sözünde bir nevi kötülüğe ima vardır.
  3308. zili bk. zil II.
  3309. zilzala a. zelzele, yer depremi.
  3310. ziñkilde- gergin bir hale gelmek; gerginleşmek.
  3311. ziñkildek = añkildek.
  3312. ziñkiy- yükseltmek göklere doğru çıkmak;ziñiyip turat: dim dik duruyor; boston yutmuş gibi duruyor.
  3313. zire . kimyon anason
  3314. zirkilde- 1. titremek 2. thevvür etmek. Aşırı derece hiddetlenmek; azgınlık yapmak, hiddet ve gayretle hareket etmek
  3315. zirkire : Akmak fışkırmakmurdunan kan zirkireyt: burnundan kan fışkırıyor; attın tanoosu derdeñdep teri zirk-ireyt: atın burun kanatları kabarıyor ve ondan ter fışkırıyor.
  3316. ziyarat = zıyarat.
  3317. ziyaratçı = zıyaratçı.
  3318. zobolo itibar; şeref; ehemmiyet; zoboloñ kötürülsün!: sana başarılar dilerim (itibar ve derecenin yükselmesi hususunda).
  3319. zobun f. tezlil hor görme, zulüm; cebir, güçlük, müşkül durum; zobun körsöt-: tahkir ve tezlil etmek, hor görmek; zobun kör-: harekete duçar olmak; hor görülmek; başıña zobun kelbesin!: sakın başına bir felaket gelmesin!.
  3320. zoldoy- = soldoy-.
  3321. zolkoy sağlam, endamlı ve yiğit kılıklı olmak; Aybanbos minip; zolkoyup folk.: (kocaman adam) yiğitçe Aybanbos atın sırtında oturuyor.
  3322. zombuçu zorba: zorbalıkla zapteden.
  3323. zombuçuluk zombuluk.
  3324. zombuluk yahut zorduk- zombuluk tahaküm hareketleridir.
  3325. zona r. mıntıka, bölge, saha.
  3326. zonaldık bölgelik; zonaldık sıtansiya: bölge istasyonu, merkezi.
  3327. zoñkoñdo biçimsizce hareket etmek (kocaman nesne hakkında).
  3328. zoñkoy- kocaman ve hantal olmak.
  3329. zoñkulda- bağırmak, boğazı yırtılıncaya kadar haykırmak; zoñkuldap ırda-: avaz avaz bağırarak şarkı söylemek; zoñkuldap ıyla-: mec. çığlıkla ağlamak.
  3330. zontik r. şemsiye.
  3331. zoo kaya.
  3332. zook a. zevk haz.
  3333. zooka = zoo.
  3334. zookçul zevk safayı seven.
  3335. zookton- zevklenmek; safa sürmek.
  3336. zooktonoş- müş. zookton-’dan.
  3337. zoolog r. hayvanat âlimi.
  3338. zoologiya r. hayvanat ilmi; zooloji.
  3339. zoolu f. kelepçe.
  3340. zoor a. sahûr; zoorgu oyğot-: sahûra uyandırmak.
  3341. zoot I, = soot. II, kon. 1. = zavod; 2. (hayvanlar hakkında) cins, saf kan.
  3342. zootehnik r. zooteknisyen.
  3343. zootehnika r. zootekni.
  3344. zor f. büyük, kocaman, kuvvetli.
  3345. zordo- zorlamak; zorbalık etmek; öz boyuñdu (yahut özüñdü) zordoysuñ: kendikendini büyütüyorsun.
  3346. zorduk 1. zorbalık; zorlama; 2. es. kız kaçırma.
  3347. zordukçul zorba.
  3348. zordukta- zorbalık kullanmak, zorlamak; zorduktap al-: zorla almak; kuvvete dayanarak çekip almak.
  3349. zorduktat- et. zordukta-’dan.
  3350. zorduktatuu işs. zorduktat’dan.
  3351. zorduktoo işs. zordukta-’dan.
  3352. zoruk- fazla koşturmak neticesinde soluğan hastalığına uğramak (vücudu yağ bağlamış at hakkında).
  3353. zoruktur- et. zoruk-’tan.
  3354. zök büyüklükte deve benzer bir efsanevî hayvanın adıdır.
  3355. zöökür 1. haylaz, boş gezen, avare; 2. külhanbeyi, apaş.
  3356. zöökürlük 1. haylazlık, avarelik; serserilik; 2. külhanbeylik.
  3357. zöörük = zöökür.
  3358. zubun grup, zümre, müfreze.
  3359. zulum a. 1. zulüm; gaddarlık; 2. zâlim hükümdar, gaddâr.
  3360. zulumçuluk = zulumduk.
  3361. zulumduk zulüm, gaddarlık.
  3362. zumbal ev tezgâhında dokunulan yünlü kumaştan yapılı uzun çuval.
  3363. zumuruk f. bir efsanevî kuşun adıdır.
  3364. zumurut = zımırat I.
  3365. zuñkuy- 1. göklere doğru yükselmek; yüksek bir tepe şeklinde yükselip durmak; 2. (yüksek nesne hakkında): muzlim çehreli olmak; sumurtarak bakmak; zuñkuyup catat: o (ızbantut) hareketsiz yatıyor
  3366. zuula- 1. havayı yarıp geçen bir ses çıkarmak; 2. mec. hızlı koşmak, koşturmak; zımırap
  3367. zuulap bk. zımıra-.
  3368. zuulat- et. zuula’dan.
  3369. zuulda- aşırı derecede hızlı koşturmak.
  3370. zuuldat- et. zuulda’dan; zuuldatıp cürüp ketti : koşturup gitti.
  3371. züküt = süküt.
  3372. züñküy- iri yarı ve kuvvetli olmak; züñküygön azamat : dızman delikanlı.
  3373. züñküyt- et. züñküy-’den; dalısın züñküytkön ciğit : geniş omuzlu delikanlı.
  3374. zveno r. sis. ara teşekkül.